Kemal Tahir, Turgut Uyar'ın Divan'ını niçin çok sevdi?

ASIM ÖZ
Abone Ol

“Kemal Tahir, “işini gücünü seçen” ve “soylu bir sanatçı” kabul ettiği Turgut Uyar’ın Divan kitabını Osmanlı tarihiyle, Batılılaşma süreciyle, sosyalist edebiyatla ve tarihsel derinlik yokluğuyla hesaplaşmak için bir vesile görür.”

Kemal Tahir, yirminci yüzyıl Türk Edebiyatı’nın önde gelen kişiliklerinden biri olmanın ötesinde, Türkiye’nin siyasi, toplumsal ve kültürel meseleleri hakkında eleştirel teklifler sunan, tarihi temellerini vurgulayabilen derinlikli notlara sahip bir aydını olması bakımından ayrıcalıklı bir isim. En çarpıcı özelliklerinden biri, ülkesinin toplumsal temellerini, insan ilişkilerini, ekonomik yapısını gözeterek nasıl bir sosyalizm, sorusunun peşine düşmesidir. Onu vefatının 45. yılında da hâlâ konuşulur kılan bu iki yönlülüğüdür. Yalnızca Devlet Ana’yı önceki ve sonraki romanlarını yazdığı için değil; fikri arayışı, “tüh gene yanıldık” diyebildiği, kültürel kimliği ve serüveni için selamlandı.

Okurlar önce “drama düşmüş insanın serüveni” olan romanlarıyla tanıştı Kemal Tahir’in. Bunu kimi kitap halinde yayımlanan hikâyeleri, dergi ve gazete sayfalarında kalan tefrikaları izledi. Gelgelelim neredeyse tüm eserlerinin altında yatan iyimserliğini ve ciddiyetini yansıtan notları pek okunmadı. Hâlbuki Kemal Tahir’in notlarının on dördüncüsünü oluşturan Kitap Notları, 1950’li yılların sonuyla 1973’e kadarki dönemde, bir yazarın, bir düşünürün başka bir ifadeyle “şair sosyoloğun” sorduğu soruları, ele aldığı meseleleri yakından tanımaya imkân verir. Dahası kitapların nasıl okunması, onlardan hangi yöntemle yararlanılması gerektiğini okurlara gösterme çabasının örneği belki de romanları için bir kılavuzdur.

Bunun için Kemal Tahir’in ilgi duyduğu konular hakkında doğrudan bilgi sunan okuma notlarında, yakın tarihin önemli ve etkili kişilerinden tarih incelemelerine, ahilikten şark meselesine, ATÜT tartışmalarından Batıcılıkla ilgili pek çok konu, soru ve anektod yer alır. Enteresan mevzulara da temas eder, farklı müelliflere ve kitaplara atıflar da yapar. Mesela Turgut Uyar’ın Divan (Birinci Basım Nisan 1970) kitabı üzerinden tarih ve şiire eğilir. Uyar’ın beyitlerle yazılan, gazel, kaside, rubai şeklinde şiirler içermesiyle diğer kitaplarından ayrılan Divan’ı, “Epeyce geç kalmış dönüşün çok önemli belirtilerinden biri” sayılarak selamlanır. Notlarda halk için bir divan yazmaya çalışan Uyar’ın kitabını, tarihsel önemi açısından kucaklayan pasajlar, dört başlık halinde çoğu zaman birbirini tekrar edecek şekilde kendisine yer bulur.

“BİR ADAM GELİR BİR DÜZENİ BOZAR”

Şiir incelemelerinin ortaya koyduğu üzere Turgut Uyar, dönemindeki şairlerin özellikle de halk şiirinin slogancı dünyasına yönelenlerin gereksiz bir yük ve hamallık kabul ettiği geleneği, Divan’daki şiirlerle moderne açtı. Aynı zamanda divan şiirinin beyit biçimini farklı bir ideolojik yaklaşımla yeniden gündeme taşımayı içeren bu çaba döneminde ve sonrasında daima farklı değerlendirmelere konu oldu. Sözgelimi Kemal Tahir, Divan’ı tarihle hesaplaşma sürecinin bir parçası olarak gördüğü için kitaptan etkilenmenin ötesinde çok umutlandı. İki binli yıllardaysa kitap, bir “halk devrimi” metni olarak okunur ve başka bir umudun nesnesi kılındı.

Kemal Tahir’in Kitap Notları’nda Turgut Uyar’ın Divan kitabının yayımlanmasından kısa bir süre sonra yazdığı “Turgut Uyar’ın Kitabı Dolayısıyla Tarih ve Şiirimiz” başlıklı yazısının temelini oluşturan “kapsamlı” eskizlerin varlığı hemen fark edilir. Muhtemelen Turgut Uyar’ın Divan’ı, tarihi “biricik sığınak”, “gelecek için güç kaynağı” ve “var olmak için tek savunu silahı” gören Kemal Tahir’i “yerinden hoplatmış” hatta sarsmıştır. En azından kitaba ilişkin notları ve gündemine aldığı sorular bunu gösterir. Hele Cemal Süreya’nın “Turgut Uyar” şiirini akla getiren “dünyanın en büyük yaşama sevinci”nden bahseden pasaj bu sarsılışı bütün açıklığıyla ortaya koyar.

Kemal Tahir için Divan, “tarihe yeni görüşlerle, geleceği aydınlatacak yeni değerlendirmelerle çok geç kalmış dönüşün” önemli belirtilerindendir. Bu bağlamda Kemal Tahir’in aynı yazıda şairler ve eleştirmenler özelinde söyledikleri ise ayrıca ele alınmayı hak ediyor. Turgut Uyar üzerine zar atarak “bahisleri yükselten” ve kitabın birinci baskısının arka kapağında adı geçen Nurullah Ataç hakkında eleştirel bir perspektifle şunları söylüyor örneğin: “Ataç ki hiçbir sisteme yaklaşamadığı için çokbilmiş bir edebiyatçı olmaktan ileri gidememiştir, bu yüzden de edebiyatın vazgeçilmez şartı olan ciddiliği fantezilerinden kurtaramamıştır. Turgut Uyar gibi şairlerin üstüne zar atacak kişilerden sayılamaz. Bunu böyle sanmak ya da Divan’ı bu açıdan değerlendirmeye kalmak asıl zar sahibini seçememek olur.”

Tarihe ve topluma yaklaşım biçimiyle dönemin solundan farklılaşan Kemal Tahir yazısında, son yüz elli yıldır inkâr edilmeye çalışılan Osmanlı tarihinden bahseder ve “Tarihimize er geç yeni görüşlerle, geleceği aydınlatacak yeni değerlendirmelerle dönülecektir” diyerek Uyar’ın Divan’ını, kitabın adından başlamak suretiyle bu geri dönüşün önemli bir tezahürü kabul eder. Yazı eskizlerinden birinin “Osmanlılığın tarihteki yeri Doğu’nun şuurlu davranışı ve Batı’ya karşı son ve azametli savunusudur” cümlesiyle başlaması bu çerçevede mutlaka hatırlanmalı. Bir açıklama getirmek bakımından Kemal Tahir’in, kitaba dair ilk notlarının ve Turgut Uyar şiiri üzerine yazılardan oluşan Şiirde Dün Yok mu? adlı derlemedeki yazısının uzunca bir kısmının tarihle ilgili meseleleri içerdiğini dikkate almak gerekir. Şu satırlarla kitaptan aldığı ilhamı zirveye taşır:

“Divan edebiyatımızdan nasıl yararlanabileceğimizi Turgut Uyar, Divan’daki şiirleriyle yeterince ispatlamış olduğu halde eski ve yeni birçok pirlerimiz halk edebiyatı saydıkları örneklerden yola çıkarak hiçbir yere varamamışlardır. Çünkü sanatta bilgi ve şuurdan önce üstün sanatçı yeteneği şarttır. Üstün sanatçı yeteneğidir ki, yüzyıllar boyu yüzlerce Türk şairinin var güçleriyle çalışarak yarattıkları geniş ve derin bir şiir dünyasını, hangi amaçlarla, kimler tarafından ileri sürüldüğü araştırılmamış peşin yargılarla yadsıyan durumun karşısına dikildi.”

Görüldüğü üzere Kemal Tahir, “işini gücünü seçen”, “soylu bir sanatçı” kabul ettiği Turgut Uyar’ın Divan kitabını Osmanlı tarihiyle, Batılılaşma süreciyle, sosyalist edebiyatla ve tarihsel derinlik yokluğuyla hesaplaşmak için bir vesile görür. Sözgelimi Türk şairinin inkâr etmeden ve göz ardı etmeden Nâzım Hikmet’le hesaplaşarak, onun döneminin şartları sebebiyle uğraşamadığı alanlara yönelmekle, vakit bulamadığı derinliklere dalmakla yükümlü olduğunu hatırlatır. Ayrıca Türk şairinin heves ettiği yeniliğe, gündelik olayların ardından soluk soluğa koşmakla yahut Vietnam savaşlarından devrimci öz kotarabileceği sanısıyla varamayacağını vurgular. Bu yüzden Turgut Uyar’ın Divan kitabıyla yöneldiği yaman çalışmanın dönemin baskın edebiyat telakkisini eleştirmek için bir çıkış noktası kabul etmekten geri durmaz:

“Türk şiirine yeni ve ileri alanlar açacak şairlerimiz, divan edebiyatımızla, tekke edebiyatımızla, halk edebiyatımızla, batılılaşmacılarımızın getirdiği yeni edebiyatımızla, Nâzım Hikmet’in önderlik ettiği sosyalist edebiyatımızla hesaplaşmak, bunların temel kanunlarını, yani, tarih içinde toplumla ilintilerini bulmak, yerlilerini yabancılarından ayırmak zorundadır.”

Kemal Tahir için Divan, her şeyden önce çenebaz ve yoğun tekrarların sahneye konduğu yıllarda önü tıkanan Türk şiirini yeni ve geniş alanlara açmanın bir imkânıdır. Gelgelelim Turgut Uyar, yıllar sonra 1984’te Günümüzde Kitaplar’da yayımlanan bir söyleşisinde Divan için Kemal Tahir’in yazdıklarına katılmadığını, “Yorumu yanlıştı. Beni Osmanlı’ya dönüş özlemi içinde gösterdi” diyerek belirginleştirir. Divan şiirinin anonim boyutlarının kendisine sunduğu imkânları belirttikten sonra şöyle devam eder:

“Aslında kitabın adını ‘Halk Divanı’ diye düşünmüştüm. Ama o günlerde ‘halk’ sözcüğünün nasıl sömürüldüğünü düşününce vazgeçtim. Kitaptaki ‘Naat’ta da, öbürlerinde de, ‘Münacaat’ta da seslenilen özne halktır. O tarzı seçmemin nedeni, söyleyeceklerimi başka türlü söyleyemememdi. Slogancı şiire uymak istemiyordum. Aruzu özellikle kullanmadım.”

BAŞKA YÖNELİMLER VE KABA YARGILARIN ÖTESİ

Turgut Uyar’ın kanaatlerini on dört yıl sonra kendi ağzından dile getirmesi çok anlamlıdır ancak meseleyi bütün açıklığıyla göz önüne sermemektedir. Sözgelimi Kemal Tahir’in yazısında, şairi Osmanlı’ya dönüş özlemi içinde gösteren bir düşünce yoktur. Tekrar vurgularsak: Kemal Tahir, Turgut Uyar’ın Divan’ını tarihle hesaplaşma çabasını aralıksız sürdürmesinin tabii bir sonucu olarak önemser. Ama “gelenekten yararlanma” tartışmaları açısından başka patikalara dikkat kesilmek suretiyle meseleyi biraz daha açmak mümkün. Şurası açık ki, 1960’ların ortalarından itibaren Osmanlı toplumsal yapısına dönük ilginin artışı, edebiyat dünyasındaki birtakım tartışmaları tetikler. Dolayısıyla gelenekle nasıl bağ kurulacağı etrafındaki bakış açıları gerek sol gerekse İslâmcı çevrelerde önemli bir mesele haline gelir. Sözgelimi 1960’lı yılların sonlarında “yerli kültür ve edebiyat” mücadelesini sürdüren Diriliş ve Edebiyat dergilerinde karşımıza çıkan modern şiirin kaynakları arasında divan şiirinin de yer alması gerektiği yönündeki kanaatlerin çokluğundan şüphe edilemez. Sezai Karakoç’un aktüel tartışmaları ele alıp yorumlayan yazılarının en can alıcı noktalarına bile yansır bu kültür mücadelesi.

Başka isimler yanında Mehmet Akif İnan’ın divan şiiri anlayışı bu çerçevede dikkate alınabilir. Akif İnan, söyleşilerinde meseleyi divan şiirine ilişkin çabalarının başka şairler ve yazarlarca da dikkate alındığını sıkça tekrarlar. Ayrıca Kemal Tahir’in bazı yaklaşımlarıyla; Tanzimat batıcılığından bu yana kapitalist temelde gelişmeye yönelen medeniyet telakkisinin eleştirisi ile kendininkiler arasında birtakım paralellikler bulur. Attila İlhan’ın gazele yönelmesini, Turgut Uyar’ın Divan adı altında topladığı şiirleri, Behçet Necatigil’in Encam kitabındaki şiirlerindeki yeni duyarlığı doğrudan doğruya Edebiyat dergisindeki yazıların akabinde uç veren yönelimlere bağlar. Buna mukabil adı geçen şairlerin, divan edebiyatıyla ilgilenmelerini, bu edebiyatı sadece biçimsel manada sahiplenişlerini, “Divan şiirinden yararlanma” iddialarını şiire temel olan uygarlıkla bağlarının çalgın olması hasebiyle yüzeysel bulur, dolayısıyla onun nazarında bu eserler bir özenti olmaktan başka bir anlam ifade etmez. Elbette büsbütün dışlamaz diğer şairlerin yaptıklarını, onların eserleri sayesinde divan şiirinin biraz da olsa kavrandığını itiraf edecektir.

Görüldüğü gibi, Akif İnan, “Durma kendini hatırlat” dercesine divan şiiri etrafındaki çalgın deneyimleri tenkit ederken, 1969 yılını kendi şiiri açısından önemli bir başlangıç kabul eder. Divan şiirinin dünyasını yansıtan şiirleri düzyazılarını bütünleyecek bir sütun şeklinde konumlandırır. Şunu da aktarır: “Kaside” şiiri Edebiyat dergisinde yayımlanınca Nuri Pakdil, kendisine Paris’ten yazdığı mektupta, bu şiiri çok güzel bulduğunu ve sürdürmesi gerektiğini. Şayet Akif İnan’ın kendi edebiyat anlayışları yönünden farklı bir pencere açan aktarımlarını ve kanaatlerini nazarı itibara alırsak, 1970’lerden sonra divan şiirinin edebiyat dünyasınca yeniden keşfinde bu yazıların ne kadar tesir uyandırdığının izinin sürülmesi gerekiyor.

Kemal Tahir, Divan etrafındaki notlarında, Divan Şiiri üzerine yapılan kolaycı ve yanlış değerlendirmelerle de hesaplaşır. Divan edebiyatının “halktan ayrı, bir saray sanatı” yahut Arap-Acem kopyasından başka bir şey olmadığı zannına yaslanmak suretiyle haksızca kötülenmesine de değinir. Osmanlı düzenini Batı feodalitesinden ayrı kılan özgüllüklerin bulunduğuna inanmasının tabii neticesi olarak, Osmanlı sarayının Batıdakiler gibi feodal çekirdeği sımsıkı kaplayan bir aristokrat kuruluştan farklılığında ısrar eder. Sözü edebiyat sahasına getirerek şunları söyler: “Bir toplumda halktan ayrı düşmüş bir zümrenin, Divan edebiyatımız gücünde şiiri olup halktan ayrı dünya görüşünü belirleyen aynı güçte tarih, felsefe ve sosyoloji eserleri olmaması aklın alacağı şey değildir. Kaldı ki halka mal edilmek istenen tekke ve halk pirleri ürünleri de, gerek kullandıkları kalıplar, gerekse taşıdıkları öz bakımından Divan edebiyatının ana temeli halkça hemen anlaşılır açıklıkta değildir.”

Aslında bu satırlar, “Divan’dan halkın ne haberi olur, ne de onu okursa bir şey anlayabilir” diyerek kitabın anlaşılmaz olduğunu ileri sürenlere verilmiş bir cevaptır aynı zamanda. Ne var ki, bu bahisler üzerinde çalışanların Kitap Notları’nı hiç açmamış olmaları da ilginçtir. Kemal Tahir’in önceki notlarında divan şiirinin kötülenmesine matuf pasajların bulunduğu göz ardı edilmezse, meselenin daha başka açılardan da ele alınması gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bu yorumlar ve dikkatler çerçevesinde en azından “yaygın yanılgılardan” kurtulmanın kronolojisini yeniden düşünmeye hak kazanılacağı kesindir.

Gerçek bir karşılaşmanın derin izler bıraktığının farkında olan Kemal Tahir, yazısının sonunda Turgut Uyar’ın Divan’ından “Çağrılmış’a” adlı üçüncü şiiri okumayı önerir. Öyleyse biz de öyle yapalım:

gökyokuş solan penceresi çağrılmış

ölmüş ölünce ölü annesi çağrılmış

öyle ki bir kırgın çocuk gibi Konyalı

bayramlara hep bayramertesi çağrılmış

Konyalı bir çocuk gibi, Konyalı bir

ergen gibi, Konyalı bir adam

Konyalı bir kocamış gibi kırda

kendisi konmuş kırda gölgesi çağrılmış

gölgesi donuk sönük denize uzak

sanki babası bırakılmış eniştesi çağrılmış

ey solak hendese büyük yılkı

hazırlan çünkü artık kendisi çağrılmış”