İnsanlık vazifesinin hakkını veren alim
Yanlış anlaşılmış, yorumlanmış felsefi düşünceleri doğrultmaya, düzeltmeye ömrünü adamış bir fikir adamı: Mehmed Ali Aynî. 1869’da Manastır’ın Serfiçe kasabasında doğdu. Ailesi Rumeli’nin fethinden sonra Konya’dan getirilerek Rumeli’ye yerleştirilen Türklerden. Sonrasında Selanik ve İstanbul. On dokuz yaşında olmasına rağmen ileri derecede Fransızca, Arapça ve Farsça biliyordu. Mülkiyye’nin son sınıfında bir istatistik kitabı çevirerek dönemin Maarif Nazırı Münif Paşa’nın teveccühünü kazandı ve yüksek dereceyle mezun olduktan hemen sonra Mekteb-i Mülkiyye’de fahri olarak dersler vermeye başladı. Anadolu’nun birçok yerinde idarecilik ve öğretmenlik yaptı. 1913’te Maarif Nâzırı Şükrü Bey’in teklifiyle İstanbul Üniversitesi’nde felsefe hocalığına başladıysa da müfredatını ve daha önceki hocaların öğretim tarzını beğenmediğinden bu görevinden ayrıldı ve bir yıl sonra Ziya Gökalp’in ricasıyla felsefe derslerini vermek üzere üniversiteye geri döndü.
Ömrü boyunca felsefenin, tasavvufun, edebiyatın sokaklarında gezindi. Üniversitede felsefe ve felsefe tarihi dersleri, edebiyat, tasavvuf tarihi, ahlâk felsefesi, siyasî tarih, dinler tarihi okuttu. Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası’nın neşrini sağladı. Müderris Ahmed Naim Bey’le birlikte felsefî terimlerin Türkçe karşılıklarını tespit etti. Köken, içerik, etimolojik ve fikir anlamında felsefî eserler, makaleler ve özellikle tercümeler üzerinde yaptığı eleştirilerle büyük bir boşluğu kapatmış oldu. Batılı yazarlardan Türkçeye tercüme edilmiş yüzlerce esere dair tenkitleri, hem onun ilmî gücünü ortaya koydu hem de bu eserlerin doğru anlaşılmasını sağladı. Manevi ilimlerin önemini her fırsatta belirtti. Valilik göreviyle bulunduğu illerde manevi ilimlerin de okutulduğu okullar yaptırdı. Bu anlamda Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında toplumun maneviyatının zayıflamasından büyük endişe duyduğu için İlahiyat Fakülte’sinin açılmasını destekledi.
Tasavvuf, onun fikir dünyasının en önemli cephesiydi. Tasavvuf ve mutasavvıflarla ilgili düşüncesini, “bana benliğimi ve insanlık vazifemi bildirmeye himmet eden büyük mürşitler” diyerek ortaya koydu. Başta Hacı Bayramı Veli olmak üzere, Şeyh-i Ekber İbn Arabî, Gazzâlî, Abdulkadir Geylânî, Fârâbî gibi pek çok mutasavvıfı kaleme aldı. Asrın en büyük hastalıkları olarak gördüğü materyalizmin, pozitivizmin üstesinden ancak tasavvufla, manevi ilimlerle gelineceğini ifade etti. Tasavvuf çalışmalarındaki tespitleri ve açıklamalarıyla, maneviyatçı felsefeyi benimseyerek insanı mana boyutundan uzaklaştıran fikirlere karşı ilmiyle, fikirleriyle ve kalemiyle şuurlu bir şekilde karşı çıktı. Türk insanının; bunalımdan, bilgisizlikten ve yoksulluktan kurtulmasının yolunun dinî ve millî kültür kaynaklarına dönmesiyle mümkün olacağını savundu.
Ünü tüm dünyaya yayılan bir fikir adamı olmasının yanı sıra iyi bir şairdi. Tanzimat ve Cumhuriyet dönemlerinin şiir anlayışını çok iyi okudu ve yetmiş beş adet şiir kaleme aldı. Hayatı boyunca ilgilendiği tüm alanlarda olduğu gibi şiiri de özenle, büyük bir ciddiyetle yazdı. 1945 yılında neşrettiği Hayat Nedir isimli kitabında şiirsel üslubunu korudu. Batı’da gelişen kötümser ve inkârcı akımların Türk toplumunu ve özellikle Türk gençliğini etkilediğini gördü. Hayat Nedir’de, batı hayranı gençleri, kötümserlik ve inançsızlık aşılayan edebî eserler karşısında uyardı. Bir taraftan düşünce sahasında ateizm ve pozitivizm ile diğer taraftan maddeci düşünceyle mücadelesini sürdürdü. Bu mücadelesini daha çok ünlü mutasavvıflara dair olmak üzere çeşitli monografilerle zenginleştirdi.
Hem Türkiye’de hem de yurt dışında yaptığı fikrî ve felsefî çalışmaları sayesinde Batı dünyasında da tanındı. Uluslararası felsefe kongrelerinde Türkiye'yi temsil etti. 35'e yakın eseri bulunan Mehmed Ali Aynî, gerek felsefî çalışmaları gerekse yetiştirdiği talebeleri ve müesseselerdeki kurucu rolüyle geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet döneminin en verimli fikir adamlarından biri oldu. Ömrü boyunca döneminin toplumsal, siyasal ve kültürel problemlerine çözümler üretmeye çalıştı. İlimle, tasavvufla, edebiyatla geçen ömrü 30 Kasım 1945’te son buldu ve Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi. Ardında minnet ve rahmetle anmamıza vesile olan devasa bir külliyat bıraktı. Makamı âlî olsun…