İdris Küçükömer’in siyasal-sosyal tezleri

MURAT GÜZEL
Abone Ol

Modernleşme dönemi Türkiye’sinde önemli bir toplumsalentelektüel bunalım yaşandığı söylenebilir. Siyasi, sosyal, iktisadi ve kültürel veçhelerden görünümleri farklı ve çeşitli olsa da bu bunalımın iki büyük cepheyi hem birleştirdiğini hem de birbirinden ayırt ettiğini bize İdris Küçükömer hatırlatacaktır.

Küçükömer ne demişti?

Akşam gazetesinde 14-17 Ekim 1968 tarihleri arasında İnönü CHP’sinin 1965 seçimleri öncesi ortaya atıp savunduğu ‘Ortanın Solu’ anlayışını eleştirmek üzere yayınlanan dört makalenin genişletilmesiyle oluşturulmuş Düzenin Yabancılaşması adlı kitabında Doğucu-İslamcı ile Batıcı-laik olarak ayrıştırdığı bu iki cephenin birtakım alt grupları olduğunu hassaten ifade etse de o bu iki ana akım arasındaki “kavga ya da sürtüşmenin hem Osmanlıların son döneminde ve hem de Cumhuriyet döneminde halk için bir kurtuluş yolu” getirmediği tespitini yapıyor. Buna karşın, “Sait Halim Paşa, Mehmet Akif gibi İslamcılar”ın Tanzimatçılara, Yeni Osmanlılara ve Jön Türklere, CHP’ye ve diğerlerine göre daha tutarlı göründüklerini belirtiyor. Ardından ekliyor: “Batıcılar, Batılaşalım derken Batı’nın özellikle askeri, siyasi, eğitim ve bazı kültür kurumlarını aktarma yoluna gitmişler, bu arada laikliği bir kurtuluş ilkesi olarak görmüşlerdir.”

Küçükömer’in sosyalist bakış açısından Batıcı-laik akım ‘batının çıkarlarına aracı’, sözde “Osmanlı ve Türkiye tarihine has bir anlamda bürokrat”tır; üretim güçlerinin daha hızlı gelişmesine engel olur, hatta bazı dönemlerde onların azalmasına, tasfiyesine varan bir seyir izler. Küçükömer, ayrıca bu akımın hem doğucu-İslamcı-halkçı akım içinden gerçek bir sınıf hareketinin doğmasını, hem de mevcut düzenin temelden reddine yol açabilecek bir oluşumun gelişmesini engellediğini tespit eder. Küçükömer’e kalırsa Batıcı akım sadece İslamcı akımın “sözde ve devamlı anti-tezi” değildir, aynı zamanda önemli yanını gerçek bir tezin ortaya çıkmasını önleyerek de gösterir. İlk nüvelerinin Lale devrini sona erdiren ve ulema-esnaf-yeniçeri dayanışmasıyla vuku bulan Patrona Halil isyanında görüldüğü bu ikileşmenin (bir tarafta İslamcılar diğer tarafta Batıcılar) arasındaki bütün kavgaların hep üst yapıda yer aldığını belirten Küçükömer, Türkiye’nin batılılaşamadığını, batılılaşamayacağını da sarahaten vurgular. Ona göre “Türkiye kapitalist olmadan Batılaşamaz. Ve dolayısıyla, Batıcıların istediği gibi laik de olamaz... Gerçekte Batıdaki gibi kapitalist bir ülke olamadığı sürece… mevcut düzenin ekonomik temelinin çok farklı olacağı düşünülemez. Ve buna bağlı olarak büyük halk yığınlarının kaderi de köklü biçimde değişemez. Çünkü, hilafet gibi, laiklik de siyasi, hukuki, askeri ve eğitim kurumları da sebep olmaktan daha çok sonuçturlar.”

Osmanlı’nın neden kapitalistleşemediğini tarihsel planda kendine özgü bir analizle irdeleyen Küçükömer sol yanda yeniçeri-esnaf-ulema birliğinden gelen doğucu-İslamcı halk cephesine dayanan Jöntürklerin Hürriyet ve İtilaf Kanadı, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, TBMM’deki İkinci Grup; Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka, Demokrat Parti, Adalet Partisi çizgisi ile Batıcı-laik bürokratik geleneği temsil eden ve böylelikle sağda yer alan Jöntürklerin İttihat ve Terakki kanadı, İttihat ve Terakki Fırkası, TBMM’deki Birinci Grup, CHP, 27 Mayıs darbesi sonrası duyduğumuz Milli Birlik Komitesi, Ortanın Solu (yine CHP!) çizgisini ayırt eder. Bu tabloda sol yanda resmedilenlerin yeniçeri-esnaf-ulema birliğinden gelen, gerçek ve büyük kitlesiyle İslamcı-doğucu cepheye dayanan kuruluşları gösterdiğini ifade eden Küçükömer, sağ yanda yer alan kuruluşları da batıcı-laik bürokratik geleneğin temsilcileri olarak sunar. Küçükömer, her iki tarafın başında bürokratların yer almasına rağmen sol yandaki kuruluşlar için ‘dayanan’, sağ yandaki kuruluşlar için de temsil eden ifadesini kullanır. Türkiye’deki çekişmenin bürokratların çekişmesi olduğunu ifade eden bu görüş taban olarak farklılaşmayı da gösterir: “Batıcı-laik bürokrat, batılaşma ile devleti kurtarmak isterken, yeterli derecede üretim güçleri yaratamadığından, tarihi büyük halk cephesiyle ters düşmektedir. Böylece iki cephe arasındaki mücadele kızışınca, laik batıcılar ile dindar doğucular arasında bir mücadeleye gelip dayanmaktadır. Bürokrat (sivil subay) laik, güya ilerici sayılacak, emperyalist kıskacı içinde bürokrat oyunlarıyla içine kapanan İslamcı-doğucu kamp ise, gerici (mürteci) sayılacaktı!”

Türk modernleşmesinin ana çelişkisi

Bürokratlar arası bu çekişmenin bir üstyapı oyunu olduğunu vurgulayan Küçükömer hem bürokratların böylelikle iktidar olarak ülke zenginliklerinden önemli bir pay aldıklarını hem de emperyalizmin çağa uygun bir biçimde değişen usullerle ülkeyi yarı-sömürge halinde tuttuklarını ifade eder. Ona göre böylelikle “…halk cephesinden sınıf meselelerini dikkatle ele alan bir öz ortaya çıkması önlenmektedir… Tarihi toplum dokusu kapitalist olan batının üst yapı kurumlarım, Türkiye toplumunun başka dokulu yapısına dikmeye, ona bağlamaya çalıştıkça ve buna bağlı olarak kapitalist yetiştirmeye gayret ettikçe ne olacaktı? Şu olacaktı: Bir bünyenin kendisine takılan başkasına ait dokusu farklı böbreği ya da kalbi atmak istemesi gibi, Türkiye’nin tarihi toplum yapısı da batı kurumlarını kabul edemeyecekti. Ve yetiştirilmek istenen kapitalistler de batılı emperyalistlerle işbirliğine gitmek zorunda kalacaktı. Halkının katılabileceği bir biçimde gelişmeyen devrim ya da reform hareketi, yalnızlığa, soyutlanmaya, hatta bunların sonucu olarak yapılan bürokratik zorlamalarla, halka karşı düşmeye mahkûm oluyordu. Bu zıtlaşma, Anadolu toplumunun tabanındaki çekirdek ya da tohumun yeşermesini önlemekte, onu hatta çürütmektedir.”

Küçükömer’in söyledikleri, tilmizi Yücel Yaman’ın ifadesiyle, “Türkiye’nin ‘solcu’ları gericidir. Üretim güçlerinin gelişmesinden yana değillerdir, tek merkezli, yukardan aşağı otoriter bir örgütlenmenin savunucusudurlar. Halkı yönetilecek sürü olarak görürler. Türkiye’nin ilericileri ‘sağ’ cenahta görülen geniş İslamcı halk kitleleridir. Onlara bu niteliği kazandıran, onların değişmeye ve gelişmeye, dönüşmeye açık olan sosyal, ekonomik istekleridir. Bu istekler üretim güçlerini geliştiricidir, toplumdaki monolitik iktidar yapısını çatlatıcı ve çoğulcudur” şeklinde özetlenebilir. Yaman, Küçükömer’e dile getirdiği bu tezlerden dolayı açıkça ifade edilmese de bir ‘ambargo’ konduğunu, onun eleştirilmek yerine görüşlerinin yok sayıldığını, hatta yalnızlıkla cezalandırılmak bile istendiğini belirtiyor.

Küçükömer hangi bağlamda anlaşılmalı?

Modern Türk düşünce hayatında İdris Küçükömer’i eklemleyebileceğimiz tartışma bağlamı Peyâmi Safa’nın Türk İnkılabına Bakışlar’ının 1950’lerdeki yeniden baskısıyla başlayan, 1958’de Mümtaz Turhan’ın Garplılaşmanın Neresindeyiz kitabıyla alevlenen ve Niyazi Berkes’in 1974’teki Türk Düşününde Batı Sorunu başlıklı kitabıyla perçinlenen bir bağlamdır. Bu bağlam içinde elbette bütün bir modern Türk düşüncesini ele alabiliriz, lakin bağlamın konturlarını çizen kitaplar arasında tartışmanın teknik, ideolojik, psikolojik, iktisadi, siyasal ve sosyal çerçevesini şekillendiren Küçükömer’in kitabı asla unutulamaz. Günümüzde bile süren siyasal ve sosyal kamplaşmanın arka planını Küçükömer özetler ve halka, halkın meşru isteklerine zıt düşen anlayışları açıkça ‘gerici’ addeder. Küçükömer’in kendi sosyalist bakış açısıyla halkın üretim güçlerini geliştirmeye açık ‘sosyal, ekonomik istekleri’ni önceleyerek ileri sürdüğü tezlerin siyasal birer tez olduğu, bu yüzden çürütülmesinin de ancak siyasal ve sosyal planda gerçekleşebileceğini, bu meyanda bu tezlerin ‘bilimsel’ birtakım görüşlerle çürütüldüğünü ileri sürenlerin (sözgelimi Ö. İnce, bir yazısında Nuray Mert’in bu tezleri bilimsel olarak çürüttüğünü iddia etmişti) bilimsellik deyişinin retorik değerinden yararlanmaya çalıştıklarını iddia edebiliriz. Yalçın Küçük’ün Ant dergisinde yayınlanan eleştiri yazısına yine Küçükömer’in doğrudan cevap verdiğini gözden ırak tutmaya çalışanların bulunması da ilginçtir. Küçükömer’in modern Türk düşüncesinde anlaşılıp anlaşılamadığına yönelik sorguyu da bugün modern Türk düşüncesinin anlaşılıp anlaşılamadığına evirmek gerekir.