İbn Rüşd'ün büyük eseri Faslu'l Makal
Felsefenin İslam dini bakımından konumunu ele aldığı Faslu’l Makal, İbn Rüşd’ün Gazzâli’ye ve felsefi uğraşı eleştiren diğerlerine verdiği bir cevaptır da. Aynı zamanda Maliki bir fakih olması hasebiyle meseleyi ele alırken Kur’an’dan delillere istinat etmeyi de önemseyen İbn Rüşd, Kur’anî deyimler olan “nazar” ve “itibar”ı göz önüne alarak felsefenin esas amacının, varlık hakkında esaslı araştırmalarda bulunarak son kertede mevcudatı Allah’ın mevcudiyetine delâleti bakımından değerlendirmek olduğunu kaydeder.
Ebu Hamid el-Gazzâli’nin Tehafüt-el Felasife’sinde İbn Sina özelinde Meşşai felsefeye yönelttiği sert eleştiriler, en genel anlamda felsefeyle ilgilenen Müslümanların kendi uğraşlarına bir meşruiyet zemini aramalarını doğurur.
Günümüzde medyatik tartışmalarda “işin ehli” olanlarca tartışılması gerekenlerin ulu orta tartışılmasının tehlikelerine işaret edebiliriz. İbn Rüşd, sırf bu sebeplerden ötürü Mutezile ve Eşarileri de eleştirmiştir.
Özellikle mütekellimler tarafından yöneltilen ve doruğuna Gazzâli’nin eseriyle ulaşan bu eleştirilere karşı, felsefe cephesinden verilebilecek cevapları içerir Aristoteles’in büyük şârihlerinden olduğu kabul edilegelen İbn Rüşd’ün Faslu’l Makal adlı eseri.
Felsefenin amacı
Gazzâli’nin Tehafüt-el Felasife’sine yazdığı ünlü Tehafüt- et Tehafüt’ten ayrı olarak felsefenin İslam dini bakımından konumunu ele aldığı Faslu’l Makal, İbn Rüşd’ün Gazzâli’ye ve felsefi uğraşı eleştiren diğerlerine verdiği bir cevaptır da. Aynı zamanda Maliki bir fakih olması hasebiyle meseleyi ele alırken Kur’an’dan delillere istinat etmeyi de önemseyen İbn Rüşd, Kur’anî deyimler olan “nazar” ve “itibar”ı göz önüne alarak felsefenin esas amacının, varlık hakkında esaslı araştırmalarda bulunarak son kertede mevcudatı Allah’ın mevcudiyetine delâleti bakımından değerlendirmek olduğunu kaydeder.
Bunu yaparken kimilerinin sapıtmış olması felsefenin geçersizleştirilmesine mazeret teşkil etmez. Pekâlâ kelam, fıkıh, tefsir ve diğer dini ilimlerle uğraşırken de sapıtan, dalalete düşen kimseler de vardır. İbn Rüşd’e göre öyle kimselerin olması bu ilimlerle uğraşmanın yanlışlığına hamledilemez. İbn Rüşd’ün felsefe uğraşının İslam öncesi kültürlerden tevarüsü eleştirilerine verdiği cevap zikredilmeye değecek kadar muhteşemdir: “Bir Hristiyan’ın bıçağı adam öldürmek için tasarlamış olması, bizim onu ekmek kesmek için kullanmamıza engel değildir.”
Felsefenin temel amacının dinin amacıyla uygun olması ve felsefeyle ilgilenenlerin konumuyla ilgili belirlemelerinin ardından, İbn Rüşd eserinde insanları yine Kur’an’a istinat ederek dini ve felsefeyi anlamaları bakımından üç sınıfa ayırır: i) Herhangi bir fikri dinleyerek kabul edenler, ii) O fikri tartışarak kabul edenler, iii) O fikir açık bir burhan ile kanıtlandığı zaman kabul edenler. İbn Rüşd’ün düşüncelerini serimlerken burhani bilgi ile şeri bilgiyi, zahirde ortaya çıkabilecek çelişkiyi gidermek üzere, şeri bilgide tevile gitmeyi önermesi ilginçtir.
Yine de bu tevili gerçekleştirmesi gerekenlere dair de bazı kısıtlamalara giden İbn Rüşd tevil ehliyeti bakımından da insanları üçe ayırır: i) Hitabi kitle, yani genel halk; ii) akli yetenekleri yerinde olup tartışma becerileri üst düzeyde olanlar, yani cedeliyyun; ve iii) tevilde kesin bir burhana dayananlar, ki bunlar da burhaniyyun’dur. İbn Rüşd, ilk grupta olan genel halk kitlelerinin tevile kesinlikle yeltenmemelerini de şart koşar.
- İbn Rüşd’ün felsefe uğraşının İslam öncesi kültürlerden tevarüsü eleştirilerine verdiği cevap zikredilmeye değecek kadar muhteşemdir: “Bir Hristiyan’ın bıçağı adam öldürmek için tasarlamış olması, bizim onu ekmek kesmek için kullanmamıza engel değildir.
Cedeliyyun ile burhaniyyun arasında ise tevil ehliyetine sahip olmaları bakımından İbn Rüşd’ün reyi burhaniyyun tarafındadır. İbn Rüşd’ün “tevil”e sık sık başvuran geniş bir kesime işaret etmek üzere, kullanılan tasavvuf ehlini tevil ehliyetine sahipler arasında saymadığına dikkat çekilmeli. Tam da bu noktada, yapılan tevillerin ehil olmayanlara aktarılmasını İbn Rüşd’ün katiyen yasakladığını belirtmek gerekir; çünkü İbn Rüşd bu noktada, bu aktarımın onların küfre girmesine vesile olabileceği gibi, başka insanların da küfre düşmesine vesile olması ihtimalini göz önünde bulunduruyor.
Günümüzde de sık sık karşılaştığımız bazı medyatik tartışmalarda tamamen “işin ehli” olanlarca tartışılması gerekenlerin “genel halk kitlesi” önünde ulu orta tartışılmasının tehlikelerine işaret edebiliriz. İbn Rüşd, işte sırf bu sebeplerden ötürü Mutezile ve Eşarileri de eleştirmiştir.
Söylemin düzeni
İbn Rüşd’ün böylelikle din ve felsefe alanındaki söylemleri (Makalât) ve gerek onları kullanan gerekse onların hitap ettiği zümreleri birbirinden ayrıştırarak hem felsefi uğraşa bir meşruiyet zemini tedarik etmeye çalıştığını hem de bu zeminde neyin konuşulup neyin konuşulamayacağına ilişkin bazı standartlar belirlediğini görebiliriz.
İbn Rüşd’ün belirlediği standartların çoğuna bugün bile muhtaç olmamız ise elbette kaderin bir cilvesi sayılmalı.
Felsefe ile dini iki “dost” ya da “süt kardeş” sayan İbn Rüşd’ün akıl-vahiy, din-bilim, şeriat-hikmet ilişkilerine değin yaptığı değerlendirmelerin önemi İslam dünyasında çokça yankı bulmamış olsa da (sadece İbn Teymiyye onun tevil hakkındaki bazı görüşlerini kabul edip genel olarak çokça eleştirmiştir.) Endülüs üzerinden Orta Çağ Avrupa’sındaki etkileri kapsamlıdır ve hatta Aydınlanma çağına dek gelmiştir. Bazı müelliflerin İbn Rüşd’ü Batı Aydınlanması’nın büyükbabası (grand father) saydıklarını bile görürüz. 13. yüzyılda “Latin İbn Rüşdçülüğü” olarak Hıristiyan Avrupa’da yaygınlaşan görüşlerin birçoğu, onun adının sağladığı meşruiyetten istifade etmeye çalışır. Hatta Bruno’nun kendine ait düşünceleri içeren bir risaleyi İbn Rüşd’den tercümeymiş gibi yaydığı bile görülür. Aristoculuğun Avrupa’daki rönesansının iki kolundan biridir İbn Rüşd, diğeri elbette Aquinalı Thomas’tır. (Felsefe-Din İlişkileri, Faslu’l-Makal el-Keşf an Minhaci’l-edille, ter. Süleyman Uludağ, Dergâh, 1985.)
Felsefenin merkezinde din
İslam kültür havzasında felsefi uğraşın en başarılı ve en önemli isimlerinden biri sayılır İbn Rüşd. Gerek antik felsefenin gerekse İslam bilim ve düşüncesinin zengin birikimini yeniden ele alıp yorumlayarak kendine özgü bir çerçevede biçimlemeyi başarmış, etkisi günümüze dek süren bir çığırın da yol açıcısı olmuştur. Hüseyin Sarıoğlu kitabında; İbn Rüşd’ün Allah-kâinat-insan ilişkileri bağlamında değerlendirdiği “insan” ve “din” gerçeğini, düşünce sisteminin merkezine koyarak beşeri bilginin imkânı, kaynağı, değeri ve sınırınlarını tartıştığını, özellikle din-felsefe ilişkileri konusundaki gerçekçi yaklaşımının sadece İslam dünyasında değil Batı’da da önemli tartışmalara kaynaklık ettiğini vurguluyor.
İslam diyalektiğinin unutulmuş ucu
İbn Rüşd’ün dehasının, Aristoteles’in, bilimsel düşüncenin ve bilimsel bilginin kurucusu ve sistemleştiricisi olarak kavranmasında kendisini gösterdiğini düşünen Mehmet Fatih Birgül; onun, bilimin merkezini oluşturan “burhân/apodeiksis teorisi” kapsamında yaptığı analizlerle, bilimsel düşüncenin kurucusu olan Aristoteles’in sistemini işlediğini, geliştirdiğini ve güncellediğini belirtiyor. Bu bakımdan, İbn Rüşd’ün, Aristoteles’in sıradan bir yorumcusu sayılmasının yanlış olacağını kaydeden Birgül, onun Aristoteles ile aynı amaca yönelmiş bir filozof olarak değerlendirilmesinin uygun düşeceğini ifade ediyor. Birgül, böylelikle, İbn Rüşd’ü İslam medeniyetinin tefekkür tarihinde tecelli eden diyalektik akışın unutulmuş ucu addediyor.
İbn Rüşd'ün kelam görüşleri
Bir filozof olarak İbn Rüşd’ün, pek çok alanda olduğu gibi gibi kelam alanında da önemli değerlendirme ve yorumlarda bulunduğunu biliyoruz. Kelam ilmini, “cedel ilmi” olarak isimlendiren İbn Rüşd, kelam ilminin metodunun da “cedel sanatı” olarak niteler. İbn Rüşd ayarında bir filozofun kelam problemlerine yaklaşım tarzının önemli olduğunu düşünen Lütfü Cengiz, eserinde kelamın bir disiplin olarak kendine seçtiği problemler içinde en merkezî konumda bulunan ulûhiyet probleminin, İbn Rüşd düşüncesinde nasıl şekillendiği sorusunu cevaplamayı amaç ediniyor. Bu çerçevede Cengiz İbn Rüşd’ün eserlerinde, Allah’ın varlığı ve birliği, Allah’ın sıfatları ile Allah’ın fiilleri konularını irdeliyor.
İbn Rüşd, Thomas Aquinas ve Aristoculuk
Orta Çağ Avrupa’sında Aristoculuğun iki ana kaynağı vardır: İbn Rüşd ve Aquinalı Thomas. Doğu ve Batı düşünce tarihinin birbirinden ayrı ve bağımsız değil, halkalar şeklinde birbirine zincirleme bağlı olduğunu düşünen Gülnihal Küken, Aristoteles’ten derinlemesine etkilendiğini bildiğimiz İbn Rüşd ile Orta Çağ’da Batı skolastisizminin en önemli ismi sayabileceğimiz ve yine Aristoculuğun bilinen Thomas Aquinas’ı karşılaştırıyor. Küken’in tezinde Thomas Aquinas’ın İbn Rüşd’den etkilendiği yönler ön olana çıkarılıyor. Küken bunu yaparken amacının bir kültürün diğerine üstünlüğünü vurgulamaktan çok İslam medeniyetinin Batı felsefesinin gelişim çizgisinde önemli bir basamak olduğunu belirtiyor.