Hepimiz hayvanız, Iñárritu daha fazla!
Iñárritu’nun sinemasında kan var. Boz ayının beyefendi tavrı ile paramparça ettiği Glass’ın bile temizleyemeyeceği bir lekeyle mücadele ediyoruz. Üstün Alman teknolojisi olan Marksizm, deruni Rus sanatının izlerini taşıyan Sosyalizm, modern Avrupa’nın insana insanlık dersi veren insansız kara alanının teminatı olan determinizm, materyalizm!
Sakin olalım. Bu satırlar hakaret içermez. Tespitten tespite bir yol var ki, ironi ve teşbihtenmiş…
‘Düşünen hayvan’ın güçlüyken ezdiği, güçsüzken mahvolduğu fakat nasılsa hep iyinin kazandığı müteşabih bir hikâyenin 358368450763753’üncü kez anlatılışının adı The Revenant! Belki insanlık tarihi hep bununla cedelleşti. Ciddiyetle cedeline sahip çıkan milyarlarca insanı heba eden o melun fikir, modern insanın ideolojisinin temel taşı. ‘Güçlü olan kazanır’ı çıkardığınızda geriye sadece ‘kaybetmek’ kalır. Bu, her sanat eserinde yer alır.
Üst metinlerin gösterişi ve alt metinlerin ataleti ile zihnimize çakılmaya çalışılan bu iddiaya Alejandro González Iñárritu da kendini kaptırmış görünüyor. ‘Cehaletin umulmayan erdemi’ ile sinematografide gösteriş, hikâyede serzeniş, mertebede lütfediş sergilerken takdirimize mazhar olma noktasına yaklaşan Iñárritu, ‘Diriliş’ ile neleri söndürdüğünün farkında olmasa gerek.
Önce yiğide hakkını verelim.
DiCaprio’yu boz ayının pençesinde 6 dakika boyunca tek plan sunuşu kocaman bir alkışı hak ediyor. Tekniği, teknolojiyi, beceriyi bir arada sergileyen nadide sahnelerden biri olmuş. Filmin bütünü de tutarlı bir dil ile Iñárritu sinemasının yeni manzarasını resmediyor. Köse olarak bildiğimiz ‘babyface’ DiCaprio da donmuş bıyıklarını afişlere koydurttuğuna göre, filmin okunması gereken esas noktasına geri dönebiliriz.
Amerika Birleşik Devletleri kolay kurulmadı. İnsanların birbiriyle savaşının yanında bir de doğa ile mücadelesi vardı. Kızılderililerin soyunu kıranlar da rüyalar ülkesi ABD’yi var edenler de aynı kişiler olabilir. Bu, kafanızı karıştırmasın. Eleştirilir, geçilir. Derdi ‘Tanrıinsan’ olan bunun üzerinde fazla durmaz. Ana konu artık “metafizikten kendini bir türlü alamadığı halde Tanrı’nın yokluğunun ispatı olarak güçlünün güçsüzü alt etmesi ve doğadaki hiçbir canlının bu mücadeleden kaçamayarak ya var kalması ya da yok olmasına rağmen, bu ontolojik vurguyu türdeşi insanoğluna bir türlü anlatamayan insanoğlunun insan olarak hayatını idame ettirmesinin imkânsızlığının yeni nesillere anlatılabilmesi”dir…
Evet, mesele gayet net. Adamlar ne yaptığının farkında değil. Gına geldi, akıl-fikir ortada yok. Nedensellik! Neden, senlik! Benlik patlaması aslında! Fizik yasalarının hakikat karşısındaki illegalitesine mahkûm olmuş pis çocuklar! Fizik yasaları karşısında bütün canlılar eşit. İnsanoğlu biraz aklını kullansa farkı olabilir ama işte o da hayvandan bir parmak ötede. İnsan da hayvan elbet. Şeksiz şüphesiz! Akıllı, vicdanlı, duygulu hayvan! Eşref-i mahlûk!
Yoo yoo, bu tanımda sıkıntı var. Iñárritu’nun sinemasında kan var. Boz ayının beyefendi tavrı ile paramparça ettiği Glass’ın bile temizleyemeyeceği bir lekeyle mücadele ediyoruz. Üstün Alman teknolojisi olan Marksizm, deruni Rus sanatının izlerini taşıyan Sosyalizm, modern Avrupa’nın insana insanlık dersi veren insansız kara alanının teminatı olan Determinizm, Materyalizm!
İzin verirseniz izm izm sövmek istiyorum bu tabloya! İnsanı hayvan yerine koyan hayvanlığa!
İçindeki hayvanı evcilleştirebilmiş ve kulun okulu olan doğada hayvana hayvan muamelesi yapabilmenin erdeminden uzaklaşmaya direnen ihsan sahibi her insan adına s/övülmesi gerekene hakkını verebilmek için Vertov’un ‘Kameralı Adam’ından beri tanrılık taslayan her filme karşı aldığımız pozisyonumuzu yeniden gözden geçiriyor, daha sağlam, daha adam, sinemaya daha sahip çıkarak Iñárritu’ya elimizin tersini gösteriyoruz.
- Bu hikâyeye artık karnımız tok. Acıktığınızda kendi ellerinizle yaptığınız helvadan putları yemeye devam edin. Biz, fikrin namusuna halel getirdiğiniz her an zihniyetinizin helvasını yemeye doymayacağız.