Hayatı düşünen hayat: Henri Bergson
Çağdaş Fransız felsefesinde son derece önemli bir yer tutan Henri Bergson'un kavramlarla örülmüş kuru bir felsefi dil yerine zengin mecazlarla süslenmiş düşünmesinde hayatın öncelikli bir yer tuttuğu vurgulanmalıdır. Düşünmesinin merkezine kendi oluşu ve hayat hamlesini yerleştiren Bergson, asıl muhafazakarlığın değişimde olduğunu göstermektedir.
NEYİ NASIL DÜŞÜNDÜ?
Pozitivizm ve materyalizmin hakim olduğu bir fikri vasatta felsefesini metafiziğe ve mutlak alana dair bilme imkânını araştırmak için doğrudan hayata yönelten Henri Bergson'un psikolojiden başlayıp ontolojiye geçen ve ancak hemen her kertesinde hayatı konu edinen tüm düşünmesinin kökünü oluşturur sezgi (intuition). İki türlü bilme (aklî ya da deneysel) arasındaki ayrımı aşan bir yöntemdir seziş: Şeyleri genelde başka şeylerden ayırt ederek ‘dışsal' olarak biliriz sözgelimi. Birtakım ilk ilkelerden yola çıkarak, o ilkeler doğrultusunda türetilmiş önermelerin birbirine ulanarak peşi sıra gelişiyle ulaşılan bir bilgi türü. Rasyonalist ya da akli biliş dediğimizdir bu. Ya da yine "dışsal" olarak gözlem ve deneylerden elde ettiğimiz verileri genelleyerek bilgimizi oluşturmaya girişiriz. Empirisist ya da deneysel bilgi denilendir bu da. Oysa sezgi şeyleri içerden, deyim yerindeyse doğrudan verir bize. Bergson'un varlıkları bize oldukları gibi veren sezgiyi dolaysızca kavrama yetisi olarak gördüğü, kolaylıkla gösterilebilir bu yüzden; onu algıların ve zihnin bir tür birleşiminden müteşekkil sayar.
Hatta Bergson'da sezgi kendi bilincine varmış içgüdüler olarak değerlendirilir. Düşünce ve Devingen adlı eserinde o saf sezgiyi bölünmez bir bütünlük olarak gördüğünü belirterek, "saf sezgi, iç ya da dış, bölünmez bir sürekliliktir..." cümlesine yer verir. Doktora tezi olarak yazdığı Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri'nde psikolojiden de yararlanarak zaman kavrayışımızı deşer. Bilincin hayatını süre olarak niteleyen Bergson, onu dışsal ve bir anlamda niceliksel zaman kavrayışından ayırt eder. Bergson için içsel yaşantımızın aldığı hâlleri birbirinden ayrı ve zamansal açıdan ardışık düşünmek yanıltıcı olacaktır. Onun "saf süre"yi "ancak iç içe giren, birbirlerinde eriyen, kenarsız, birbirlerine nispetle hiçbir ayrılık temayülü ve adedle hiçbir yakınlığı olmadan sadece keyfiyet hâlinde bir değişmeler tevalisi olabilir: bu da ancak saf bir ayrışıklık olacaktır" şeklinde değerlendirdiği vurgulanmalıdır.
Bilinç durumları elbette birbirinden ayrıştırılabilir, ama bu onlar arasında bir sınır gözetebileceğimiz anlamına gelmez. Sürenin ters çevrilemez oluşunu bilhassa vurgulayan Bergson, bilincin aynı hâli iki kez yaşamadığını da belirtir. Zamanı bilincin hayatı olarak gören Bergson "Tamamiyle saf olan süre, şimdiki hâl ile evvelki hâller arasında bir ayrılık yapmaksızın kendini serbestçe yaşamaya bıraktığı zamanlardaki şuur hâllerimizin aldığı bir tevali şeklidir" der. Bilincin hâllerinin birbiri üstüne katılan iki ayrı nokta olmaktan daha çok bir melodinin notaları gibi birbirleriyle organik bir biçimde kaynaştıklarını söyler. Zaman, kendilik, gerçeklik, değişim, yaratım, öngörülemezlik, özgürlük gibi kavramları hep birbirinin yerine kolayca geçirilebilecek kavramlar olarak kullanan Bergson'un şaheseri Yaratıcı Tekamül adlı eserinde merkezi bir öneme sahip görünen "hayat hamlesi" (élan vital) Bergson'un büyük ölçüde sistematik olarak değerlendirilemeyecek düşünce yönteminde telif edici bir rol oynar.
Hayatın teorisi ile hayata dair bilginin teorisinin ayırt edilemezliğini savunan Bergson hayat hamlesi ile süre, evrim, bilinç ve bellek kavramları arasındaki irtibatları kuvvetlendirir. Bütün oluş ve değişimlerin kaynağına hayat hamlesini yerleştiren Bergson, onu bir yaratma iradesi olarak görür; bu istekle dolu hamle ne zaman otomatizme saplanırsa uyuşur. Hayatın özdeşliğinin tüm var olanların aynı amaca yönelmesiyle değil hayat hamlesiyle sağlandığı bakışında Bergson evreni statik ve mekanik bir şekilde değil dinamik ve organik bir tarzda düşünür. Bergson için "evrim" meydana gelenin radikal anlamda yeniliğini ve öngörülemezliğini ifade eder. Böylelikle dönemin yaygın evrim anlayışlarındaki mekanik düşünüşü eleştiren Bergson, evrime bir amaç atfetmenin bizi evrimin yaratıcı sürecini, önceden var olan bir planın gerçekleşmesiymiş gibi anlamaya sürüklediğini vurgular.
Hâlbuki ona göre evrimin yolu önceden verili değildir, burada yolu var eden şey, o yoldan geçilmesi etkinliğidir. Evrim bu açıdan yalnızca canlıların dışsal şartların dayatmasıyla tabii ortamlarına uyum sağlaması anlamında değerlendirilmemelidir; hayat uyum sağlarken icat edilenle zenginleşir ve onun sayesinde daha karmaşık hâle gelir. Bu anlamda da evrim her zaman ileri doğru bir hareket değildir, bazen de bir sapma veya bir gerileme olabilir.
NEREDE DÜŞÜNDÜ?
19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarında; materyalizm, pozitivizm, scientism, mekanizm vb. düşüncelerin son derece yaygın olduğu Fransa'da Émile Boutroux, Gabriel Tarde gibi önemli hocalardan dersler almış Henri Bergson'un psikoloji alanından felsefeye geçtiğini söylemek yanlış olacaktır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde birçok önemli eserini yazan Bergson'un Émile Durkheim, Maurice Blondel, Jean Jaurès gibi bazı entelektüellerle aynı okulda birlikte okuduklarını da söylemeli. Kant ve Hegel gibi filozofların etkilerinin sürdüğü bir dönemde hızla Büyük Savaş'a sürüklenen Avrupa'da, düşüncede tazelik arayışını düşüncenin kendisinde değil hayatta arayan Bergson'un Friedrich Nietzsche ile de zamandaş olduğunu belirtmek gerekir. Dönemin Almanya'sında Nietzsche, Dilthey gibi isimler aracılığıyla hayat bulan "hayat felsefeleri"nin Fransa'da Henri Bergson'da cisimleştiğini de bu vesileyle belirtmeli. Bilgi teorisinde Kant'ın eleştirel felsefesiyle çözüm bulmaya çalıştığı rasyonalizm-empirisizm karşıtlığına ürettiği sezgisel yöntemle yaptığı müdahale felsefenin hayattan kopuk bir şekilde, soyut kavramlarla ve kuru bir dille yapılamayacağını da göstermesi bakımından ilginçtir.
Kitaplarının 1914 yılında Vatikan tarafından kara listeye alınarak Katoliklerin okuması yasak kitaplar arasına girdiğini bildiğimiz Bergson, Birinci Dünya Savaşı sonrasında diplomatik bazı görevler de üstlenir: Cenevre'de kurulan Birleşmiş Milletlerin Bilimsel İşbirliği Komisyonu Başkanlığı'nı 1924'e kadar sürdürür. Einstein'ın rölativite teorisine bir cevap niteliği taşıyan Süre ve Eş Zamanlılık kitabında Einstein'ın teorisinin, ancak matematiksel zaman konusunda geçerli olduğunu sarahaten belirtir. Oysa süre, geçmişin şimdide yığılması ve geleceğe akmasıdır. Eşyada eş zamanlılık (simultanéité) ve ruhta ise süre (durée) bulunduğunu vurgulayarak Rölativite teorisinin bu bakımdan rölatif bir değeri olduğunu tasrih eder. Siyasal bakımdan hızla bir dünya savaşına sürüklenen bir kültürel vasatta kendisini asıl ününe kavuşturacak eserlerini kaleme alan Bergson'a 1927 yılında Nobel ödülü verilidğini de hatırlatalım. Onun felsefesini düalist bir felsefe olarak değerlendirenler olduğu kadar mistisizm ile, solipsizm ile, bilime sırt çevirmek ile suçlayanlar sürekli vardır ve olacaktır.
NELERİ DEĞİŞTİRDİ?
Çağdaş Fransız felsefesinde son derece önemli bir yer tutan Henri Bergson'un Maurice Merleau-Ponty, Gilles Deleuze başta olmak üzere kendisinden sonra gelen birçok Fransız filozofu etkilediği bilinmektedir. Özellikle Deleuze kendini içkinlik felsefesini geliştirirken sık sık Spinoza ve Nietzsche ile birlikte Bergson'a da başvurur. Hegel'in sonsuzluğu kat etme tarzını ve Kant'ın zaman anlayışını eleştiren Bergson'un 1910'lu yıllardan itibaren çağdaş Türk düşüncesinin oluşumunda da önemli bir yer kapladığı görülebilir. İlkin Lamarkçı bir evrimci olan Suphi Ethem'in Türkçe'ye tanıttığı Bergson'u, Lamark eleştirisi sebebiyle eleştirdiğini de kaydedelim. 1910'lu yıllardan itibaren Ahmet Şuayip, Hüseyinzade Ali, Ziya Gökalp, Rıza Tevfik, Mustafa Şekip Tunç, Yahya Kemal, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mustafa Şekip Tunç, Mehmet Emin Erişirgil, Ahmet Haşim, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Abdülhak Şinasi Hisar gibi belli başlı edip ve düşünürlerin yer yer sadece ilgilendiği ya da etkilendiği bir düşünür olarak görünen Henri Bergson'un, Türk muhafazakârlığının önemli bir bileşenine dönüştüğünü söylemek gerekir.
Hatta Bergson'un süre kavrayışının Ahmet Hamdi Tanpınar'a ait ünlü "Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında/Geniş yekpare bir anın parçalanmaz akışında" dizelerinin esin kaynağını oluşturduğu bu söyleyişe eklenmelidir. Nurettin Topçu'nun Bergson okuyuşunu da aynı etkiler muvacehesinde ele alabiliriz. ABD'de William James'in Bergson'un eserlerinin sıkı bir okuyucusu olduğu biliniyor. Marcel Proust'tan Bernard Shaw'a birçok edebiyat ustasında sendikalizmini Bergsoncu "hayat hamlesi' anlayışıyla bağdaştırmak isteyen George Sorel'in siyasal görüşlerinden, Charles Monet'in izlenimci resimleri ile Claude Debussy'nin müziğine modern kültürde Bergson'un derin etkilerine rastlamak mümkündür. Modern dünyanın oluşumunda Kant ve Hegel'in tuttuğu yere nispetle Bergson pekâlâ birçok Platon ve Aristo'dan sonra gelen bir Plotinos'a benzetilebilir; ki 20. yüzyıl Fransız neo-Eflatunculuğu'nda etkili olmuş bir Plotinos kitabı yazdığını da biliyoruz Bergson'un.