Hayat, emek ve Zidane!
Fransa ile 98’de Dünya Kupası mücadelesi verdiği dönemlerde Fransızların ırkçı lideri Le Pen, takımı fazla Arap ve Afrikalı buluyordu. Turnuvanın son maçında kupa o Arap ve Afrikalıların ellerinde havaya kalktığında ise, Fransız sokakları şu sesleri yankılandı: “Zi-da-ne President!”
Her gün ölüm haberlerinin kulaktan kulağa dolaştığı bir şehirde, ‘Hayat’ adlı sitede oturuyorduk. Sitemiz, ‘Emek’ Caddesinin kenarındaydı; asfaltı delikli bir yolu, taşları kırılmış kaldırımları olan Emek Caddesi. Yani oturduğumuz muhite çelişkiler bölgesi diyebilirdik… Ama demedik. Sevdik biz orayı; çünkü bir insan yaşadığı yeri severse orası dünyanın güzel yeridir diye düşünüyorduk. Yıllar sonra, bunu bir filmde duyunca gözlerimizin dolacağını bilmeden…
İşte Hayat Sitesi o günlerde çok önemli bir olaya ev sahipliği yapmaya hazırlanıyordu. Hemen bitişiğinde bulunan ve adını bizim siteye olan mesafesinden mi aldığını bilemediğim Gazi Sitesi ile mahalle maçı yapacaktık. Acaba Gazi Sitesi’nden sonraki sitenin adı da Ölüm Sitesi miydi? Evden o kadar uzaklaşmamızın yasak olduğu yıllardı; bunu hiçbir zaman öğrenemedim. Ama bizim diğer yanımızda ve sayı doğrusuna göre öncemizde yer alan sitenin adı yoktu. Aslında orası bir site de değildi; gecekondu evleriydi. Hayat, bizimle yani siteyle başlıyordu. Temeli olan, kirası ödenen, sigortası yapılan bir şeye hayat deniyordu. Öncesi, eninde sonunda yıkılmaya mahkûm…
Gazi Sitesi’nin çocukları ile bizim sitenin sahasında yapacaktık mahalle maçını. Sitelerde oturuyor ama mahalle maçı yapıyorduk. Geçiş çocuklarıydık. Hiçbir zaman geçememiş olsak da… Takımın en güvenilen ismi bendim. Evden, akşam televizyonda izlediğim ve hayran kaldığım bir futbolcu olarak çıkmaya hazırlanıyordum; Zinedine Zidane! Fransa, Brezilya’yı Dünya Kupası’nda 3-0 yenmişti ve Zidane o maçta iki muhteşem gol atmıştı. Tüm gece o maçın tekrarını kafamda oynattım ve karar verdim; mahallenin Zidane’ı olacaktım! Ben evden Zidane olarak çıkmaya hazırlanırken annem, terleyince ter üstümde kuruyup da hasta olmayayım diye sırtıma havlu sokuşturmaya çalışıyordu. Tüm maç boyunca, tişörtünün ense kısmından havlu ucu sarkan bir Zidane olarak koşturacaktım. Annen mi var, derdin var…
O maçı kaybettik. Ben de Zidane midan olamadım. Ama Zidane’ı hiçbir zaman unutmadım. Aradan 20 yıla yakın bir süre geçti; burnunun ucundan terleri damlayan, küçük ela gözleri ile keskin keskin etrafa bakan bu Cezayirli adamı aklımdan çıkaramadım. Kendisinden binlerce kilometre uzakta yaşayan bir çocuğun kalbine böylesine dokunurken, 1998 yılında kazandırdığı Dünya Kupası ile ülkesi Fransa’da yaşayan göçmenlere yaşattığı duyguları şu gün bile tahmin edemiyorum. 50’li yıllarda Cezayir’den Fransa’ya göç etmek zorunda kalan Berberi bir ailenin oğlu olan Zinedine Yezid Zidane, şu sıralarda da insanlığın açık yarası olan savaş mağduru çocuklardan birisiydi. Babası Fransa’ya ilk geldiğinde Paris’te, şimdilerde Stade de France’ın olduğu yerde yaşamaya başladı. Yıllar sonra, Fransa’ya Dünya Kupası kazandıran Zidane’ın mabede dönüştürdüğü yerde; yıllar yıllar sonra yüzlerce insanın öldüğü terör saldırısının yapıldığı yerde…
Fransa için bu Berberi futbol adamı çok farklı anlamlar taşıyordu. Göçmenlerin umuduydu. Bir gün her göçmen çocuk Zidane gibi olabileceği inancı ile zorlu şartlarda hayata tutundu. Paris sonrası taşındıkları ve ‘Yezid’in de doğduğu yer olan Marsilya’nın tehlikeli bölgesi La Castellane’de yaşayanlar, “Zidane’ın doğup büyüdüğü yerdeniz” diyerek kendilerine karşı olan ön yargıları kırdılar. 11 Eylül saldırıları sonrası artan İslam düşmanlığına karşı Fransız televizyonlarında halk; “Zidane gibi Müslümanlar” örneği ile gerçek suçluyu görmeye çalıştılar. Zidane sadece saçsız başı ile değil; varlığıyla da hep parladı… Fransa ile 98’de Dünya Kupası mücadelesi verdiği dönemlerde Fransızların ırkçı lideri Le Pen, takımı fazla Arap ve Afrikalı buluyordu. Turnuvanın son maçında kupa o Arap ve Afrikalıların ellerinde havaya kalktığında ise, Fransız sokakları şu sesleri yankılandı: “Zi-da-ne President!”
“Ben Cezayir’den göç eden bir ailenin Fransız çocuğuyum. Geldiğim yeri asla unutmadım ve gurur duyuyorum. Fransız olmaktan da…” diyerek kendisini özetleyen Zidane, 3 yıl üst üste ülkenin en çok tanınan ismi olarak seçilirken bile tevazuunu eksik etmiyordu bünyesinden. Kendisinden büyükler bile takımda ona saygı duyarken, sahada ona faul yapıldığında takım arkadaşları o faulü yapanın boğazına sarılıyordu: “Zidane’a sakın bir daha dokunma!”
Bugünler de bizim de aynısını yapmamız gerektiğini hatırlatırcasına yani; Zidane’lara dokunmayın!
O sitede, bana bir faul yapılsaydı eminin benim de arkadaşlarım bana böyle sahip çıkardı. Ama bana kimse faul yapmadı. Belki de bugün bu yüzden ben sadece yazıyorum, Zidane ve onun gibileri ise yapıyor. Futbol, aksini söyleyenlere inat, sadece futboldur. Sadece birileri hayatını futbola adar.
“Zi-da-ne President!”
- HIZLI SÖZLÜK:
- Herkes hatırlar. 2006 Dünya Kupası Finali’nde İtalyan futbolcu Marco Materazzi, annesine hakaret ettiği Zidane’dan futbol kültür tarihine geçecek sağlam bir kafa yemişti. Zidane’nın kafası, oynadığı son turnuva olan o maçtan daha fazla gündeme gelmişti. Cezayir asıllı ünlü Fransız heykel sanatçısı Adel Abdüssamed ise ‘başkan’ Zidane’ın bu şık hareketini ‘Yenilgiye Övgü’ adıyla dünyaya yeniden hatırlattı. Görseldeki heykel odur