Harfler ve işaretler

SAVAŞ Ş. BARKÇİN
Abone Ol

Batılılar'ın, Ruslar'ın ve Çinliler'in sömürgeleştirmesiyle beraber Müslüman toplumların kullandığı alfabe zorla Latin, Kiril veya Çin alfabesine çevrildi. Alfabeyi değiştirmek toplumları sadece dilinden koparmak için değildir. Asıl amaç dinin aktarımını engellemektir. Çünkü dil, dini aktaran temel araçtır.

Başlıkta "harf" derken "a" sesini uzatmıyoruz ama "işaret"teki "a" harfini uzatarak okuyoruz. Bunu nereden bileceğiz ki? İkisi de görünüşte aynı harf. Evet, dilimizde bunun gibi pek çok örnek var. Kelimeler yazıldığı gibi telâffuz edilmiyor. Biz bir asırdır sadece devlette, hukukta, şehirlerde, eserlerde değil dilde de büyük bir yıkım yaşıyoruz. Bu yıkımın bir boyutu alfabenin değiştirilmesi, diğeri ise bir medeniyet dili olan Osmanlıca'nın engin kelime hazinesinin tasfiye edilmesidir. Bir de dildeki âhengin yok edilmesi var.

Dil faciası sistemli bir yıkımın ve kıyımın sonucudur. Bu yıkım ve kıyım 1930'larda başladı. 1960'lardan başlayarak derin devletin aygıtı hâline gelmiş Türk Dil Kurumu dile saldırıyı artırdı. Kelime rezervimizi yediler ve bitirdiler, neredeyse eksiye düşürdüler. Bir yandan da ayakta kalabilmiş klasik Türkçe kelimelerin telâffuzunu kasten bozacak şekilde imlâ kurallarını değiştirdiler. Bu yıkım bugüne dek sürdü. Ben bu sürecin önemli bir aşamasına çocukluğumdan itibaren maruz kaldım. 1973'te ilkokula başladığımda dilde hâlâ zengin bir kelime hazinesi vardı. Uzatılacak veya inceltilecek seslerin üzerine şapka dediğimiz (^) işareti konuyordu. Ama on sene içinde işler değişti. Ben ilkokuldayken "hâdise" diye yazılan kelime, ben liseye başladığımda "hadise" diye yazılmaya başlanmıştı. Bu okunuşu bilenler bugün "a"yı uzatıyorlar ama bir nesil sonra bunu böyle okuyacak insan da kalmayacak. Nitekim bugün "kâğıt"taki "k" harfini çoğu gencin kalın "k" ile okuduğunu görüyoruz. Onların bir suçu yok elbette. Çünkü harflerin yazılışında bir farklılık görmüyorlarsa doğru telâffuzu nereden tahmin edecekler?

"Harf" kelimesinin kökeni Arapça'da "mızrak veya kılıcın keskin ağzı" anlamına gelir. Çünkü ilk harfler sivri uçlu bir alet ile taşa veya kil tablete yazılırdı. Buradan "bozmak, çizmek" anlamı çıkarılmış. Bu ikili anlamın aynısı "yazı yazmak" anlamındaki Yunanca "grapho," Latince "scribere" fiillerinde de vardır. Arapça'da aynı kök, "bir meslek veya sanatı icrâ etti" anlamına da gelir. Hatta dilimizdeki "herif" kelimesi de aynı köktendir. "Meslektaş" anlamından bugün kullandığımız "adam" anlamına evrilmiştir. "Sanatkâr" anlamını Osmanlı zamanında Topkapı Sarayı'nın dış avlusunda her türlü sanattan insanlara verilen "ehl-i hıref" tabirinde de görebiliyoruz. "Harf" kökünden gelen başka bir kelime de "tahrif"tir. Bu da "bir şeyin özgünlüğünü bozmak, tahrip etmek" demektir. Bozulan şeye ise "muharref" denir.

"Harf" kelimesinin İngilizce karşılığı "letter," Fransızca karşılığı da "lettre" kelimesidir. Her iki kelime de Latince "harf" anlamına gelen "litera"dan türemiştir. Bunun kök anlamı ise "mektup yazmak" tır. Bu kelimenin Yunanca "tablet" anlamına gelen "diphthera" kelimesinden değiştirilerek alındığını söyleyenler de var. Bizim "defter "kelimesi de işte buradan geliyor. Harflerden bahsediyorsanız "yazı sistemleri" ile "alfabe" arasındaki farkı bilmeniz gerekir. "Yazı sistemleri" sözel iletişimi görsel olarak temsil eden işaretler demektir. Alfabe de bir yazı sistemidir. Yunan alfabesinin ilk iki harfi olan "alfa beta" kelimelerinin kısaltmasıdır. Arap alfabesine de aynı mantıkla "elifbâ" denir. Alfabeler her biri bir sese karşılık gelen münferid harflerden oluşur. Diğer yazı sistemleri ise münferid seslerden değil, hecelerden veya her biri bir kelimeye karşılık gelen resimlerden oluşur. Bunlara sırasıyla "hece yazı sistemi" ve "resim yazı sistemi" denir. Meselâ Japonca hece yazı sistemini, Çince ise resim yazı sistemini kullanır.

Her medeniyetin ortak bir yazı sistemi veya alfabesi vardır. Bu da genellikle o medeniyetin temelini oluşturan kutsal kitabın yazıldığı yazı türüdür. Meselâ Roma medeniyeti, Roma veya Latin alfabesini kullanmıştır. Bugün Hristiyan Batı toplumlarında bu alfabenin yaygınlığının sebebi, asırlarca İncil'in Latince tercümesinden okunmasıdır. Aynı şekilde Arap alfabesinin Malaylar'dan Boşnaklar'a, Kürtler'den Uygurlar'a kadar her Müslüman toplumun temel yazı sistemi olmasının sebebi de bu alfabenin Kur'ân alfabesi olmasıdır. Batılılar'ın, Ruslar'ın ve Çinliler'in sömürgeleştirmesiyle beraber Müslüman toplumların kullandığı alfabe zorla Latin, Kiril veya Çin alfabesine çevrildi. Alfabeyi değiştirmek toplumları sadece dilinden koparmak için değildir. Asıl amaç dinin aktarımını engellemektir. Çünkü dil, dini aktaran temel araçtır.

Bugünkü Türk alfabesinde günlük dilde konuşulan bazı sesler yer almaz. Meselâ biz "gâvur" derken bir "g" sesi, "gaga" derken başka bir "g" sesi çıkarıyoruz. "Hala" derken ayrı bir "h," "hele" derken başka bir "h" sesi çıkıyoruz. "Kulak" derken söylediğimiz "k" sesi ile "kelek" derken çıkardığımız "k" sesi ayrıdır. "Lale" derken başka bir "l" sesi, "lahana" derken başka bir "l" sesi çıkarıyoruz. Ama alfabede bunlar yok. Bazen bu mevcut olmayan harfler yerine sessiz harfleri inceltmek için şapka işareti kullanılıyor. Ama şapka aynı zamanda sesli harfleri uzatmada da kullanıldığı için başka bir karışıklığa yol açıyor. Meselâ "lazım" diye yazdığımızda nasıl okuyacağız? "L" harfini ince okutmak için "a"nın üzerine şapka koysak, bu kez "a" harfini uzatmamız gerektiğini sananlar olabilir. Okuyucu bu şapka işaretinin uzatma mı, inceltme mi, yoksa "lâle"deki gibi ikisi birden mi olduğunu nereden bilecek? Ancak kelimeyi doğru duymuşsa bilebilir. Başka türlü şansı yok.

Her medeniyetin ortak bir yazı sistemi veya alfabesi vardır. Bu da genellikle o medeniyetin temelini oluşturan kutsal kitabın yazıldığı yazı türüdür.

Çıkardığımız ve duyduğumuz bir başka ses daha alfabede yok. Memleketimizde birçok yörede meselâ "n'örüyon" derken son "n" sesini "ng" gibi çıkarırlar. Buna "burundan gelen n" veya "nazal n" sesi derler. Bugün alfabede eksik olan bütün bu harfler Osmanlı alfabesinde vardır. Orada dilde kullanılan sesler ile onların yazılı işaretleri arasında bir kargaşa yok. Demek ki keliemelerin aslî okunuşunu göstermek için bugünkü alfabede birçok eksik var. Kullandığımız seslerden "g, h, k, l" harlerinin ince veya kalın olduğunu gösteren işaretler eksik. Bir nazal "n" sesine ihtiyaç var. Ayrıca uzatma işareti de gerekiyor. Harf sayısı artmasın istiyorsak aynı sesin kalın ve ince olanlarını onun üstüne veya altına bir işaret koyarak gösterebiliriz. Nazal "n"yi de "n" harfinin üstüne bir işaret koyarak gösterebiliriz.

Bu okutma işaretleri veya aksanlar Batılı dillerde vardır. Latin alfabesi kullanan her bir dil, kendine özgü sesleri gösterebilmek için bu alfabedeki standart harflere belirli işaretler koyar. Meselâ Latin alfabesinde bir tek "e" harfi vardır. Ama Fransızca'da üç "e" sesi vardır. Misal vermek gerekirse "coordiné" kelimesindeki son "e" ile, "siècle" dediğindeki ilk "e" aynı şekilde telâffuz edilmez. Bu meseleyi "e" harfinin üzerine sağa, sola yatan aksanlar veya şapka koyarak çözmüşler. Benzeri özgün okutma işaretleri Latin alfabesi kullanan Lehce, Romence, Almanca, İspanyolca gibi dillerin alfabelerinde de vardır.

Bizde alfabedeki kargaşanın benzeri müzik alfabesi demek olan nota sistemimizde de var. Çünkü Batıcılar bambaşka bir ses sistemine oturan Batılı nota sistemini zorla kendi müziğimize giydirmeye çalıştılar. Bizim ses sayımız Batı müziğindeki ses sayısından fazla olduğu için Batı nota alfabesinde karşılığı olmayan seslerimiz açıkta kaldı. Batıcılar bunu düzeltmek için değişik okutma işaretleri eklediler. Ama Batılı bir notayı alıp, ona en yakın sesimizi ona benzetmek, işi daha da çetrefilli hâle getirdi. Meselâ bugün bir icracı Uşşâk makâmındaki bir eseri icra ederken, Si bemol işareti kullanılır. Bu, diğer makâmlardaki Si bemol işaretiyle aynıdır. Oysa Uşşâk'taki Si bemol sesi başka bir sestir. Bizde yazı alfabesinde olduğu gibi müzik alfabesinde de insanlar tahmin ederek ses çıkarmaya çalışıyorlar. İşaret ile gerçeği arasındaki farkı bilmeyenler ise makâmları da, eserleri de tahrif ediyorlar.

Sorun burada bitse iyi. İmlâ da bizde tam bir kaostur. Hâlâ en okumuşumuz, profesörler bile bağlaç olan "de" ve "ki"yi yazarken yanlış yapıyorlar. Özel isimlerin ardından gelen eklerin nasıl yazılacağı da tam bir kargaşa. "İstanbul'dan" mı diye yazacağız, "İstanbuldan" mı? Boşuna bana TDK'nın yazım kılavuzundan bahsetmeyin. Her on senede bir oradaki kurallar da değişip duruyor. Üstelik birçok tutarsızlık içeriyor. Hatta TDK bu kılavuza eskiden "İmlâ Kılavuzu" derken bugün "Yazım Kılavuzu" diyor.

Büyük-küçük harf meselesi de bir keşmekeş. Arap alfabesinde, dolayısıyla Osmanlı alfabesinde büyük-küçük harf ayrımı yoktur. Ama Latin alfabesinde vardır. O zaman Arap alfabesine dayanan metinleri Latin alfabesine çevirirken buna çok dikkat etmek gerekir. Meselâ bir mealde Rabbimizin Zâtından bahsetmesi "biz" şeklinde yazılmış. Oysa Latin alfabesinde yüce ve özel olan herşey büyük harfle başlamalıdır. O hâlde "Biz" diye yazılmalıdır. Peygamber Efendimiz'in "Sünnet"i de böyledir. Özel, özgü, tek olduğu için Rasûlullah'ın (sav) yolu "Sünnet" diye büyük harfle başlayacak şekilde yazılmalıdır. Tekil sünnetler sözkonusu olunca küçük harfle başlayabilir. Meselâ "diş fırçalama sünneti" diye... Aynı şekilde perde, makâm ve usûl isimleri küçük harfle yazılmaz. Çünkü her biri özeldir, özgüdür, tektir. O zaman "hicaz" diye yazılmaz, "Hicâz" diye yazılmalıdır.

Bu kargaşa özellikle Osmanlıca metinlerin yazılmasında ve okunmasında da büyük yanlışlara yol açıyor. Örnek olarak Ziyâ Paşa'nın şu meşhur beytini alalım:

Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm

Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm

Burada öyle çok bozukluk var ki hangi birini düzeltelim? Mevcut yazım kurallarına uyarak en azından şöyle olmalı (metinde düzelttiğim imlâları koyu harfle gösterdim):

Diyâr-ı küfrü gezdim; beldeler, kâşâneler gördüm

Dolaşdım mülk-i İslâm'ı, bütün vîrâneler gördüm.

Burada bir şeye dikkat ettiniz mi? "Dolaştım" demedim, zira Osmanlı imlâsında "dolaşdım" diye söylenir ve yazılır. Bunun gibi ifadeler Cumhuriyet döneminde bozulmuştur. Meselâ "gelmiyecek" yerine "gelmeyecek" telâffuzunu kabul ettiğimiz gibi... Biz bugün bir asır önceki bu tahrifi kanıksamış durumdayız. Bir de beytin sonuna bir nokta koydum. O küçücük işaret çok önemli. Çünkü aslında her beyit kendi başına bir şiirdir. O yüzden dîvânların son kısmında müfred beyitler bulunur.

Peki biz bu kargaşa içinde ne yapalım? En önemli olan şey, tevhid kavramlarını tasfiye etmek için süregiden bu yıkıma teslim olmamaktır. Maalesef ülkemizdeki dindarlar 1980'den sonra bu sürece yavaş yavaş teslim oldular. Aşağılık kompleksiyle Batıcı elitin üslubuna, diline ve imlâsına benzer şekilde yazmaya başladılar. Böylece kendi kavramlarını da, kendi özgünlüklerini de kurban ettiler. Zaten o tarihlerden beri siyasetten ticarete her alanda Kemalistleşmeye devam ediyorlar. Oysa nihai zafer, güce karşı yılmayana aittir. Dil, alfabe ve imlâ meselesinin özüne bakınca diğer bütün kemikleşmiş meselelerle aynı köke dayandığını görüyoruz. Bizdeki harf sorunu alfabe sorununa, alfabe sorunu dil sorununa, dil sorunu da gelip kendilik sorununa dayanıyor. Yani kompleksleri terkedip kendimiz olmadıkça ne harflerimiz, ne imlâmız, ne kelimelerimiz, ne kavramlarımız, ne dilimiz, ne düşüncemiz, ne de işimiz düzelebilir.