Halk içinde mütecahid bir nesne yok aydın gibi
Ülkemizde aydın, halkı aşağılamanın onu yok saymanın göbek adıdır.
Önce haki üniformasıyla kahraman kılığında devlet geldi. Türk’ün neşterle dilini parçaladı Kürdün dilini kopardı. Şapka dedi astı, okul dedi yıktı, banka dedi soydu. Ve eski yazılı kitaplar gömüldü, Sidler ya idam edildi ya sürüldü.
Milletten değerlerini alıp oyuncak ettiler, attılar, çiğnediler, değiştirdiler ve karşılığında plastik bir kimlik verdiler. Plastik Türklük, Sümer uygarlığının son halkası. Kürt mü, o da ne ki?
Sonra kara cübbesiyle hekim kılığında eşkıya geldi, kürdün yarasından sızdı içeri. Serum diye çiçek kokulu pisliklerini salgıladı. Pamuk diye etini ısırgan otuyla sardı. Kürde, Kürt’ü Kürt yapan din ve iffeti terk etmesini salık verdi. Kendinden olmayan herkesi ortadan kaldırmaya azmetti, köyleri haraca kesti, baç vermeyenden baş istedi. Az bir menfaat uğruna küresel şarlatanların tetikçiliğini yaptı.
- Yıllarca zorunlu veya gönüllü sürüldükleri cephelerde, kilerlerde, tavan arasında, damda, sokak ortasında; koşarken, yürürken, otururken, sigara içerken, çay yudumlarken kadınlar, çocuklar, gencecik insanlar öldü. Mayına basıp, üstüne bomba yağdırılıp belki bir kurşunla veya kör bıçakla.
Ve barış bir ihtimal olarak belirdi. Tavizler verildi. Savaş arabaları geri çekildi. Alan siyasete terk edildi… Kentliliğin ayrılıkçı seküler Kürt’ün kesici dişlerini eğeleyeceği zannedildi, hâlbuki onlar için kentlilik kenti esir almak demekti. Kobani bahanesiyle başlatılan ayaklanma bunu olanca dehşetiyle ortaya serdi.
Biz halk için devletle savaşıyoruz iddiasının göz boyamadan ibaret olduğunu gösterdi. Bölgesini işaretleyen bir canavar gibi saldırdı; kurban eti dağıtan müslüman Kürt’e, Suriyeli mülteciye, evinde oturan ihtiyara. Üstüne mermi boşaltmak yetmedi, camdan attı, kemiklerini kırdı, etini parçaladı.
Vahşet nedir sorusunun cevabı, Yasin Börü davasının otopsi raporlarında. Yasin Börü, Ahmet Dakak, Riyat Güneş mermiyle vurulmuş. Yasin’de 15, Hasan Gökguz’da 20, Ahmet’de 22 kesici ve delici alet darbesi. Riyat’ın kafatası kırılmış. Fazlasını yazmaya kalemin mecalinin kalmadığı böyle kör bir şiddet karşısında her vicdan sahibi ‘bir insan bunu nasıl yapabilir?’ diye tepki gösteriyor, lakin görünen o ki ancak bir insan bu kadar zalim olabiliyor… Kimdi esfeli safilin ve neydi bel hum adal?
Buna rağmen medya, vur emri verenleri parlattı. Söz yazdı, saz çaldırdı. Şimdi bir kısmının bakma nedamet getirdiğine, ilk fırsatta yine sahneye sürecekler yaldızlarla parlattıkları sırtlanları. İşin aslı ne darbe duasını bıraktılar ne cinnetten ekmek çıkarma alışkanlıklarını.
Türkiye’yi içerde ve dışarda hizaya çekmeye niyet edenler, örgüt ve uzantılarının kulaklarına yeni düşler fısıldadı. Siyasi çözüm için verilen desteği zavallıca harcadılar. Tedhişçiliğin bir devleti değil bir halkı yorabileceğini anlayamadılar. Kantonlar kurmaya çalıştıkları bölgelerde halk kaçmaktan başka bir yol bulamadı.
Özyönetimin (?) savunma gücü olduğu söylenen YDG-H amacını; uyuşturucu, fuhuş, asimilasyon ve ajanlaştırmaya karşı asayişi sağlamak olarak açıklıyor. Tüm uyuşturucu stoklarını tüketerek uyuşturucuyla, gencecik kızları savaş ağalarına yollayarak fuhuşla, kültür varlıklarını tahrip ederek asimilasyonla, halkın mallarını gasp ederek ve yandaşı olmayanları tehdit ederek ajanlaştırmayla mücadele ediyor olmalılar. Bir şehri çölleştirir ve insana dair olan her şeyi yakarsanız doğallayın güvenliği temin etmek gibi bir sorun ortadan kalkacak ve böylece asayiş sağlanmış olacaktır. Gayet mantıklı!
Diğer yanda kerameti kendinden menkul 1128 akademisyenin çatışmanın göbeğinde duran örgütün papağanlığını yapmaktan ibaret bildirisi… Bilimsel haysiyetten nasipsiz bir metnin altına imza atıldı, akademinin ve Türkiye solunun hazin hali tescillendi. Terör örgütünün cinayetlerini, polisiye tedbirlerdeki vahim hataların altına süpürme girişimi tam da müflis tüccarın son bir vurgun yapma telaşı. Metni savunmak için üretilen argümanlar da ciddiyetten uzak kere uzak.
Aydın olmak için muhalifliğe iman etmek gerektiği savından hareket edenlerin devlete rağmen bir başka otorite simgesi olan terör örgütünün değil halkın yanında yer alması beklenirdi.
- Fakat ülkemizde aydın, halkı aşağılamanın onu yok saymanın göbek adıdır. Halkın maslahatını gözetmek, aydın lakabını kendine yakıştıran karanlık zevatın kibirden mamul nefsine hakarettir.
Bu büyük beyler gidip de Sur’un küçelerinde mi dolaşsınlar? Garibanları oturtup hendek siyasetinden memnun musun, neden evini barkını terk ettin, talebin nedir diye mi sorsunlar? Ne münasebet?
Tüm bu hadiseler gösteriyor ki seçilmiş idareciler düzen ve dirlik için muhatap arıyorsa, muhatap doğrudan yine onları seçen millet olmalıdır. Haklar ve özgürlükler tescilli canilerin narsistik hezeyanlarına, bar zamparalarına, İslam düşmanlarına, ideolojik saplantılara, ruhsuz sloganlara, kirli pankartlara feda edilmemelidir.
Ümmetin şerefli iki kardeşi Türkler ve Kürtler olarak bilmeliyiz ki milyon oyunun döndüğü bu coğrafyada hayatta kalmanın ve bir iddia sahibi olmanın tek yolu birliktir. Ve yine bilmeliyiz ki acıyı geçiştirmek için verilen uyuşturucular sadece hastalığı derinleştiriyor. Biz tedaviyi arıyoruz, yani uhuvveti yani adaleti.
Şu da virdimizdir ki örgütlerin ve küresel zalimlerin bizi derdimizden vurmalarına izin vermeyeceğiz. İçecek çorba giyecek potin bulamayan çocukları, sosyalizm edebiyatı yapan aristokrat züppelerin insafıyla baş başa bırakmayacağız. Kibir kusan canavarlarla gücümüz nispetince mücadele edeceğiz. Bunu yaparken kitaptan ayrılmayacağız, ayrılanın adı sanı makamı ne olursa olsun onunla aynı safta yer almayacağız.
*Mütecahid: İnkâr eden.