Güzele mesafeye ve pürüzsüzlüğe dair
Chul Han eserinde sık sık güzel olanın pürüzsüz olanla aynı tutulması yanılgısına değiniyor. Jeff Koons’un heykellerinden, Brezilya ağdasından, akıllı telefonların çizilmez camlarından örnekler veriyor. Pürüzsüzlüğün güzel üzerine olan hâkimiyetiyle artık “bütün yüzlerin yüzeye dönüştüğü” çıkarımını yapıyor.
“Güzel olmak” tabiri ontolojik anlamda bir var olmanın güzelliğinden ziyade anlık bir durumun, başlangıcı ve sonu olan bir sürecin güzelliğini anlatmak için kullanılıyor günümüzde.
Söz gelimi, mezuniyet törenine hazırlanan bir üniversiteli “Bugün çok güzel olmalıyım” diyebiliyor. Demek ki güzel olmak, anlık bir durum olarak algılanıyor. Yani dün çirkin olan bugün bir şekilde bazı müdahaleler ya da değişikliklerle güzel olarak adlandırılabiliyor.
Bunu burada kısa geçip meselemizi de destekleyecek şekilde güzellik kavramının sadece anlamı bakımından değil, algılanış olarak da ne şekilde bir değişime girdiğini, başkalaştığını bazı zaviyelerden ele almak gerekiyor. Byung-Chul Han, Güzeli Kurtarmak adlı eserinde pürüzsüz yüzeylerin çağrıştırdığı güzellik algısına sık sık değiniyor. Pürüzsüzlüğün artık yalnızca kişilerin bedenlerinde değil eşya üzerinde, sanat eserlerinde, iletişimde net bir biçimde aktif rol aldığına değiniyor. Onun için artık bütün yüzler yüzeye dönüşmüştür.
Pürüzsüz ve negatiflikten tamamen uzaklaştırılmış her nesnenin, insanda dokunma arzusu uyandırdığını belirten Chul Han, bu sonuç için oldukça iddialı bir biçimde “dokunmak, dokunduğun şeyi seküler yapar” diyor.
Pürüzsüz bir yüzeyin negatiflik taşımadığını ve kendisini seyreden üzerinde bir “wow” etkisi oluşturduğundan bahseder. Bu “wow” etkisi sosyal medya dilinde “like” hâlini almıştır. Pürüzsüz ve negatiflikten tamamen uzaklaştırılmış her nesnenin, insanda dokunma arzusu uyandırdığını belirten Chul Han, bu sonuç için oldukça iddialı bir biçimde “dokunmak, dokunduğun şeyi seküler yapar” diyor. Chul Han’ı destekleyecek belki de ona ilham olmuş olacak bir şekilde Roland Barthes yine dokunmak için, “hislerin en gizem bozucu olanı” diye bir tanım yapmıştır. Toparlarsak; güzel olarak algılanan pürüzsüz bir yüzeye sahip olan nesneler, kişilerde dokunma isteği uyandırır şeklinde bir tespit yapılıyor, (bunu daha iyi anlamak için kafamızda, showroomlarda insanların otomobillere, beyaz eşyalara, mutfak tezgâhlarına vs. nasıl dokunarak baktıklarını canlandıralım) dokunularak tanınan bir nesnenin ise artık gizeminin kalmadığı söyleniyor.
Dokunulan nesne artık tamamen ruhsuz, derinliksiz ve seküler hâle geliyor. Dokunmak bu kadar tehlikeli sonuçlar doğuracak bir eylem mi? Evet, dokunmak, mesafeyi sıfıra indiren, nesneleri yapıştıran bir eylemdir. Bu bakımdan dokunmak, düşünmek ile mekân anlamında tamamen zıtlık barındırmakta. Düşünmek gizemli ve asla seküler olmayan bir eylemdir ve mesafe barındırır. Dokunmak ise, artık “dokunduğuyla bir” yapar kişiyi, ona yapıştırır. Chul Han kitabında, ”Mesafe yoksa gizem yoktur, gizem yoksa her şey EĞLENİLEBİLİR ve TÜKETİLEBİLİR olur.” diyerek mesafesizliğin/dokunmanın bir pornografi olduğunu belirtiyor. Mesafe örneğine Müslümanca bir bakış geliştirecek olursak, şöyle bir katkı sunabiliriz: Allah Resulü miraçta âlemlerin Rabb’ine bir yay mesafesine kadar yaklaştırılmıştır. Bir yay boyu kadar da olsa Peygamber’e lütfedilen o muhteşem mucizeye bir negatiflik/mesafe yaratıcı tarafından temin edilerek öyle uygun görülmüştür.
Bizler de güzel ile temasımızı bu örnekten yola çıkarak kurmalı, safları sıklaştırsak da mesafeyi her zaman koruyarak güzeli temaşa etmenin gizemini tatmalıyız. Unutmayalım ki hiçbir güzel, kişi istemedikçe nesneleşmeyecektir. Nesneleri seküler yapan insan elidir. Pürüzsüzlük bahsine biraz daha yoğunlaşacak olursak, Chul Han eserinde sık sık güzel olanın pürüzsüz olanla aynı tutulması yanılgısına değiniyor.
Jeff Koons’un heykellerinden, Brezilya ağdasından, akıllı telefonların çizilmez camlarından örnekler veriyor. Pürüzsüzlüğün güzel üzerine olan hâkimiyetiyle artık bütün yüzlerin yüzeye dönüştüğü çıkarımını yapıyor. Chul Han’ın bu haklı itirazına kanaatimce en iyi desteği âşık edebiyatımızın güzellemeleri verecektir. Güzeli konu eden bütün şiirlere baktığımızda, şairlerimiz güzeli/sevgiliyi tasvir ederken o güzellerin teninde bir pürüzsüzlükten hiçbir şekilde bahsetmiyorlar.
- Aksine güzeller sık sık yanağında, gerdanında, üst dudağında hatta alnında benlerle tasvir ediliyor. Birçok güzelin gamzeli oluşu, saçlarının tel tel olup yüzünü örtmesi de yine pürüzün günümüzde taşıdığı negatif anlamın aksine, âşıkların sevgililerinde anlatageldiği olumlu özelliklerdendir.
Bunca birikimin tesadüf ya da bir akım olduğunu söylemek tabii ki akıl kârı değil. Ortada ciddi bir sorun olarak, güzelin manipüle edilmesiyle karşı karşıyayız. Bunu dert ediyor olsa gerek ki Chul Han kendini, güzeli kurtarmak için çabalarken buluyor. Batı’daki köklü sanat toplumlarına ve Avrupa’nın orta yerindeki birçok sanat galerisinin sanata dair dayattığı bütün ezberlere rağmen, Chul Han tüm kalıpları elinin tersiyle itip sizi reddediyorum, diyebiliyor. Son olarak pürüzsüzlük bahsinde Rasim Özdenören’in bir yazısındaki bahse yönelmek istiyorum.
Bir makalesinde toplumdaki kişilerin sosyal çevrelerinde ya da TV dizilerinde şahit oldukları bazı olaylara “Gül gibi karısını bırakıp bu şırfıntıya gitti” şeklinde verdikleri tepkilere değiniyor ve böylesi bir durumda adamın diğer kadını tercih edişinin sebebi olarak o kadındaki bir kusurun varlığının olabileceğini söylüyor. Kadındaki bir ben, bir sivilce izi gibi pürüzsüzlüğe aykırı olarak negatif bir yön olduğunu ve bu negatifliğin adamda “cezbe” şeklinde tezahür edebileceğini belirtiyor (Cezbe tabirini fazlasıyla önemsiyorum. Barthes’in punctum dediği durum Türkçede cezbe hâli olarak adlandırılabilir). Malum yazının mezkur bölümüyle bitirelim: “Kusursuz güzelde, bizim dikkatimizi kendi üzerine celbedebilecek bir nokta, bir pürüzsüzlük görülmüyor. Biz orada yalnızca kusurlardan arınmış bir cilt müşahede ediyoruz. Ama bu müşahede o yüzün üstünde yoğunlaştırmaya, oraya saplanıp kalmaya yol açmıyor.”*
*Aşkın Diyalektiği- Rasim Özdenören, İz Yayıncılık.