Günbatımı nöbetçisi
Ateş kızılı saçlarını bir yangını harlar gibi geriye doğru atıyor sonra, parmaklarında kıvılcımlar şakıyor. Neva’ya son bir kez bakıp, ağır adımlarla usulca gözden kayboluyor. Günbatımı tanıyor sanki bu nöbetçiyi. Adının Nastasya Filippovna olduğuna neredeyse eminim. Yüzyıllardır buradayız hepimiz, yüzyıllardır bir yangının içinde. Neva’ya dalgın dalgın bakanların dileği aynıdır çünkü.
St. Petersburg’un serin bir Nisan akşamında, roman kahramanlarının arasından geçerek kendimize doğru yürüyorduk. Belki tam karşımızda duruyordu kuzeyin o buzlu ateşi.
Siyah kaşkolu ve yanağına saçılmış kızıl saçlarıyla çok üşümüş bir kadının resmi. Sessizliği kar çığlıklarıyla donmuş. Bu şehir kurulduğundan beri orda öylece duruyor sanki. Bütün akşamüstlerini yanına almış yüzü, uzaktan belli belirsiz seçiliyor. Elleri köprünün parmaklarında, rüzgâra aldırış etmiyor. Neva Nehri kıyısında dalgın dalgın kendi ömrüne bakan bir kadın. İnsan kendine doğru dalgındır en çok. Yüzüne dağılmış kızıl saçlarıyla suskun. Adının Nastasya Filippovna olduğuna neredeyse eminim.
Adının Nastasya Filippovna olduğuna neredeyse eminim. Yüzyıllardır buradayız hepimiz, yüzyıllardır bir yangının içinde. Neva’ya dalgın dalgın bakanların dileği aynıdır çünkü.
Tam karşımızda duruyor resmi. Birkaç yüzyıl sonra, kaşkolunu düzeltip köprüden ayrılırken kadın, elindeki bozuk paraları nehrin kalbine nişan alarak fırlatıyor. Ateş kızılı saçlarını bir yangını harlar gibi geriye doğru atıyor sonra, parmakları1nda kıvılcımlar şakıyor. Neva’ya son bir kez bakıp, ağır adımlarla usulca gözden kayboluyor. Günbatımı tanıyor sanki bu nöbetçiyi. Adının Nastasya Filippovna olduğuna neredeyse eminim. Yüzyıllardır buradayız hepimiz, yüzyıllardır bir yangının içinde. Neva’ya dalgın dalgın bakanların dileği aynıdır çünkü.
Vietnam'a bir bilet lütfen!
Vietnam’a giderseniz eğer; bir köşe başında oturup, yerel bambu liflerini örerek yaptıkları sivri şapkalarını çıkarmadan sessizce etrafı izleyen yaşlı Vietnamlılarla ballı-zencefilli bir yeşil çay ya da nefis bir Vietnam kahvesi eşliğinde sohbet ederek, şehrin yağmurlarına karışabilirsiniz. Amerikalılara bir sendrom hediye ederek onları ülkelerinden kovan, çekik gözlü, güler yüzlü, sıcakkanlı insanların yüzlerine bakarak, inanmış bir halkın asla yenilmeyeceğine dair inancınızı yine yeniden tazeleyebilirsiniz ya da. Belki o anda Muhammed Ali’nin hayatı pahasına söylediği o söz çınlar kulaklarınızda; “Benim Vietkonglularla bir sorunum yok!”
Amerikalıların, başkent Saygon’u, CIA binasının üzerine inen bir helikoptere binerek arkalarına bakmadan terk ettikleri o “müthiş an”ın fotoğrafına tekrar bakıyorum. Joseph Conrad’ın Karanlığın Kalbi romanını düşünüyorum ve Coppala’nın efsanevi filmi Apocalypse Now’u (ne filmdi ama!) hatırlıyorum sonra. Vietnam’a bir bilet lütfen! Ve geri kalan her şey için biraz daha metanet.
Gül ve jilet arasında; Rhthym 0
Performansın doğası ve insan. Dünyanın en uzun 6 saati. Marina Abramoviç’in 1974 yılında bir galerinin ortasında hareketsiz şekilde “ayakta durarak” gerçekleştirdiği ‘’Rhythm 0’’ adlı o kan dondurucu gösterinin anlattığı bazı şeyler… İnsanın sınırları hakkında bildiğimizi düşündüğümüz birçok şey -aslında- her seferinde yeni bir sınanmaya muhtaçtır. İnsan içindeki o vahşi gölgeyle birlikte yaşar çünkü. Ruhunun güneşini teslim alan bir gölgeyle. Marina Abramoviç’in gül ve jilet gibi 72 farklı obje ve ‘’Sanatçıya istediğinizi yapabilirsiniz, bütün sorumluluk kendisine aittir.’’ notuyla karşılarına çıktığı insanlara fiziksel acıya razı olduğunu beyan etmişti, bu beyanın aynı zamanda savunmasızlığının da altını çizen bir tarafı vardı mutlaka.
Marina Abramoviç’in 6 saat boyunca, kalabalığın gülden jilete doğru uzanan bir tercih sıralamasıyla bedenine uyguladığı acı verici eylemlere dayanarak, kurgulanmamış bir gerçeğin tam orasında çırılçıplak kalmasının iki hâli; yalın ve korkunç. Önce çiçek uzatarak durumun ne olduğunu anlamaya çalışan insanların, ilerleyen saatlerde savunmasız olduğuna ikna oldukları bu bedenin boyun kısmını jiletle çizmeye kadar giden eylemlerinin odak noktası; karşılarında hareketsiz duran bir insana uygulanan şiddetin ‘’gerçekten tepki vermediğine emin olduktan sonra’’ neredeyse doyumsuz bir vahşete dönüşmesidir aslında.
- Güvenli mesafeden acı vermeyi istemek, yalnızca acı verebildiği için acı vermeyi tecrübe etmek ya da. Abramoviç’in “bir nevi cehennemdi” dediği 6 saatlik performansının insan ruhunun karanlık dehlizleri üzerinden görmek anlamlı. Tabi bu vahşet gösterisinin ilgiye değer o iki kırılma halini hatırlamak şartıyla.
Cansız gibi duran bedenin ilk hareket etmeye başladığı anda herkesin kaçışmaya başlaması mesela, oysa savunmasız ve yaralı bir kadındır karşılarındaki sadece. Yarattıkları şeyden korkmuşlardı belli ki. Verdikleri acılarla yüzleşmekten çekinmişlerdi ya da insan olmaktan ürpermişlerdi. Abramoviç şöyle söylüyor; “Hepsi kaçtı. Artık kendim olmama (performansın sona ermesine) katlanamıyorlardı. Çünkü 6 saat boyunca ben onlar için orda duran bir kukla (nesne) idim ve hareketlendiğim anda herkes kaçmaya başladı. ‘Gösteri bitti,’ dendikten sonra kendim olmaya ve hareket etmeye başladım, onların karşısına birey olarak çıkmamla yüzleşemediler.”
O performansın tam ortasında şu anın/duygunun/cümlenin resmiyle kalmayı sürdürmek yine de; “Gösterinin son dakikalarına doğru bir kadının Abramoviç’e sarılarak ağlamasıyla çevresindeki vahşi kalabalık biraz dağılmıştı.”