Görmek ve sezmek arasında: Modigliani
Modigliani tarafından resmedilen neredeyse tüm figürlerin başı eğiktir, zarif ve hüzünlü bir duruşları vardır. Direkt olarak seyircisinin yüzünü, gözlerini hedefler sanki, bizi muhatap alır. Tüm o hoşluğun, gizemli havanın, renklerin ve desenlerin ortasında, bakışımız pek çok detayı geçip de resimdeki esas unsura kayınca duraksar, afallarız: Gözler!
- "Ruhumu göstereceğim sana. Yalnızca Tanrı'nın görebileceğini sandığın şeyi sen de göreceksin."
- -Oscar Wilde-
Düşlerin kapısından kaçmak için gün içinde kendilerine sık sık vakit ayıran genç kızlar, yalnızca arkadaşlarında yatıya kaldıkları zaman gelen bitmek bilmez gecelerde akan sohbetlerde, yanlarında uzanan uykulu dostlarının kulaklarına mutlaka bir şeyler fısıldarlar. Bir gün, yine tüm diğerleri gibi bir ikindi vaktinde, güneş pencerelere vurur, perdelerin uçlarındaki desenler duvarda belirir usulca; günbatımı yalnızca birkaç saniye sürecektir. Derken yaşlarına, koşullarına ve imgelemlerine özgü o tasalı, ama hevesli çehrelerle hayal kurarken ikisi, gün söner, gecenin de gecesi gelir. Nihayet içlerinden biri, sohbeti kim bilir, belki de şöyle sonlandırır: "Sezilmeyi istiyorum sadece." Çünkü genç kızlar uyanıkken de düş görürler. Dışarıdaki işleri bittiğinde, mutfak önlüğüyle birlikte atarlar giyindikleri ciddiyeti de. En gizli arzularından pek nadiren söz ederler, günlük yazmaları ise neredeyse imkansızdır. Yalnız kalabildikleri tek vakitlerde -yani tuvaletlerde- aynadaki kendileriyle sohbet eder, parmak uçlarında dans ederler herkes uyurken. Balkonlarda hayat bulur ve her zaman bıyık altından gülerler. Kendi kurgularında kahramanı oynarken başkalarının düşlerinde olmadık özellikler kuşanır, hiç duymadıkları yabancı kişilere dönüşüverirler habersiz.
İçlerinde canlanır, içlerinde sönerler; günler, aylar, yıllar geçerken biteviye yeniden başlar, hep kendi kendine biter o türkü. Bu böyledir. "Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez..." (Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf) Erişilemeyen bir düş, idealize edilmiş figürler olur kadınlar. Oysa güzelliği olduğu kadar kusuru da görünür kılan yalın bir doğallık yatar tüm düşlerin ardında. Ve gerçeklik, her şeyin üstündedir. Böylece kendilerini dış bir bakışla "izleyecek" değil, içeriden bakarak ruhlarına ulaşacak birini bekleyip durur; anlaşılmayı ve sezilmeyi isterlerken bulurlar kendilerini. Yüzlerini takınıp odalarından, yani kabuklarından dış dünya gerçekliğine adım atarlar her sabah. Her sabah, müzik yeniden başlar. Tekrar tekrar çalar durur arkadaki melodi. Fakat döngünün zedelendiği ya da nakaratın geldiği hiç görülmemiştir.
İtalya doğumlu ressam ve heykeltıraş Amedeo Modigliani, kendisi de henüz genç yaştayken on dokuz yaşındaki Jeanne Hebeturne ile ilk karşılaştığında ne düşünmüştür acaba? Farkına varmış mıdır Jeanne'in "genç kız hayalleri"nin? Jeanne Hebeturne'un bakışına yakalanışının nedeni, yine Modigliani'nin kendinde saklı olduğu için bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Tek bildiğimiz, Modigliani'nin Jeanne'in o biricik, zarif yüzünü sayısız kez resmettiği. Öyle ki Modigliani'nin adını duyunca akla ilk gelen, melankolik bir kadının imgesidir; kendininkinden ziyade Jeanne'in resimleridir. Nü çalışmalarıyla da bilinen ressamın eşini bir kez olsun giysisiz çizmemiş olması aralarındaki bağın, Modigliani'nin ona bakışının farklı bir boyutunu vurgular. Bir resmi defalarca çizmek, bir yazının üzerinden sayısız kez geçmek, bir heykeli haftalarca yontmak olsun: üstüne gidilen ve üzerine titizlenilen, sanatçının içinden akıtma - içindekini akıtma çabasının sancılanma sürecidir.
Jeanne Hebeturne'ün portreleri de dahil, Modigliani tarafından resmedilen neredeyse tüm figürlerin başı eğiktir, zarif ve hüzünlü bir duruşları vardır. Direkt olarak seyircisinin yüzünü, gözlerini hedefler sanki, bizi muhatap alır. Tüm o hoşluğun, gizemli havanın, renklerin ve desenlerin ortasında, bakışımız pek çok detayı geçip de resimdeki esas unsura kayınca duraksar, afallarız: Gözler! Bir yüzün, resmin yahut insanın odağında her zaman gözleri yer alır. Modigliani'nin çizdiği portrelere konu olan insanların birçoğunun gözleri yoktur; göz denir mi içi boş çukurlara? Yüzün ortasında iki adet karaltı, bulanıklık ya da boşluk görülür. Kimisininkini buğulu, kimisininkini ise silik resmeder Modigliani. Aşikar olanı aşmayı arzular, ruhunu görmeden, kişiyi sezmeden resmedemez gözlerini. Gözleri olmayan yüz, özneliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalarak bulanıklaşır. "Yaptığı resmin de kendisine bakmasını bekliyor, ifadesini arıyor - iç hayatına dair küçücük bir işareti." diyor John Berger Sanatla Direniş adlı eserinde ressamların nesneyle olan manevi ilişkisinden söz ederken.
İster bir insan olsun, ister mavi bir dikdörtgen. Bir his parıltısı, içinde durmadan alevlenen o şeye dair bir gösterge... "Biz yüzü, ancak bize bakıyorsa görürüz." diye de ekler Berger. Jeanne Hebeturne acaba kendini gizlemiş midir Modigliani'den? Dış bakışı, aslını esirgemiştir belki. Ama başka'nın içini açmak ancak kişinin kendini ortaya koymasıyla mümkün değil mi? "Ben kuşların heykelini yapmıyorum, uçmanın heykelini yapıyorum." diyen Brancusi'nin yaratımla olan ilişkisi pekâlâ Modigliani için de geçerlidir. Yalnızca yüzlerin ve bedenlerin, tek bir ânın ve görüntünün değil, bir akışın, bütünlüğün resmini çizer, bir hayat çizgisinin üzerinde sallanır fırçası. Önce gözler buluşur, çünkü gözler yüzün nişanesidir. Bunu, önce maskesiyle denk geldiğimiz birinin sonrasında yüzünün tamamını gördüğümüzde algımızda kayda değer bir değişiklik oluşup oluşmadığına dikkat ederek kolaylıkla anlayabiliriz. Sima dediğimiz bütünlüğün, yani insanın ifadesini, dış cephesini oluşturan yüz organlarının birleşiminin temel belirleyicisi gözlerdir.
Kişiyi dışarıya, başka'ya açan, başkasıyla olan etkileşiminden kendi varlığını tanıyıp tanımlamasını sağlayan gözler, en hayati eşyalarımızdan biridir aynı zamanda. Önce kendimizle, sonra dışarısıyla bağlantı kurmada en belirleyici etkenlerdir. Yalnızca sahibinin içini, fikrini ve hâletiruhiyesini aşikâr etmekle kalmaz, muhatabının, yani bakışın yöneltildiği kişinin de kendi aksini görebildiği bir aynaya dönüşür. "Göz teması" ve "nazar", gündelik yaşantıda da kendine bir anlam zemini bulmuştur bu yüzden. Uzun süre boyunca konuşabilir, el ele tutuşabilir, kokuları birbirlerine değebilir, ancak birbirlerinin gözlerinin içine bakamaz insanlar. Zira bakış, mahremi sıyırıp sinsice gün yüzüne çıkarır, sahibine fark ettirmeden ele verir, çıplak bırakır kendini. Göz teması bir etkileşimi ve karşılıklı bir -akış-ı zorunlu kılar. İletişim sonlandırılmak istendiğinde, dargınlık ve utanç anlarında önce gözler kaçırılır. Ya hissetmeyi, algılamayı reddeder ya da gerçekten algılamayı ister gözlerini kapatan. Gözler sever, aldatır, günah işler.
Her tür duygudan arınmış bir bakış henüz dünyaya gelmemiştir. Donuk, heyecanlı, şefkatli, içten veya hüzünlü olmak üzere pek çok insani özellik atfedilir gözlere. Karakterin kabuğudur, içeridekini dolayımlar. Zihin çözmede yetersiz kalsa bile ruh, gözlerden okunur, gözler tanır gözleri. Amadeo Modigliani'nin Portrait of Jeanne Hebeturne adlı eserinde uzun boyunlu, dingin saçlı, hafif huzursuz bir şekilde oturan bir kadın görürüz. Ne var ki resim, inceledikçe ironikleşir. Boynunun uzunluğu hanımefendinin asaletine ve zekâsına işaret ederken, yan oturuşu, soğuk duruşu ile adeta kendini sakınır hâldedir. Sol eli sol göğsüne, kalbine doğru yönelir. Üzerindeki bluz okumayı kolaylaştırdığı söylenen yeşil rengini taşırken; eteği dışa dönüklüğün ve açıklığın temsiliyetini üstlenen turuncu rengindedir. Ressam, resmettiği figürle başbaşa kaldığında öznenin hayaleti, çehresiyle birliktedir artık. Renk seçimleri resmettiği kişiyi yalnızca bir resim figürü olarak değil, her şeyden önce bir ruh olarak kabul ettiğine ve içini görmek, içini açmak için harcadığı çabaya işaret eder. Resim tamamlanır, gözler bulanık kalır. Modigliani düşünü tamamlar, Jeanne ise bekleyişini...
"-Resimlerinde neden gözlerimi göremiyorum?"
-Ruhunu görmeye başladığımda, gözlerini de göreceksin."
- 1 Mick Davis, Modigliani, Fransa: 2004.