Geriye doğru ileri!
Batılı, bilgiye insanın kendisinin ulaştığına inanarak güven duyar. Bilgi doğuda tanrıya kafa tutmak hazinesinden çalmaktır. Doğuyu korkutur. Sırra ortak olmak sırra iştirak şeytansıdır. Bileni sevmeyiz. Hepimizde cüz’i irade vardır. Biri çok biliyorsa bizi aşmış olur. Bu işimize gelmez.
Anlam vermek rahatlatır. Tanım yapmak korkuyu azaltır. Okumak bu yüzden batılı için ferahlatıcı bir eylemdir. Uyku kaçırmaz.
Batılı, bilgiye insanın kendisinin ulaştığına inanarak güven duyar. Bilgi doğuda tanrıya kafa tutmak hazinesinden çalmaktır. Doğuyu korkutur. Sırra ortak olmak sırra iştirak şeytansıdır.
Bileni sevmeyiz. Hepimizde cüz’i irade vardır. Biri çok biliyorsa bizi aşmış olur. Bu işimize gelmez.
Bilgi herkese değil isteyene sunulur. Yolları çetrefillidir, zahmetlidir, uzaktır. Hint’tedir, Çin’dedir, internet ağıyla herkesin ayağına götürülmez. Yoksa tadı tuzu kaçar.
Bileni sevmeyiz. Hepimizde cüz’i irade vardır. Biri çok biliyorsa bizi aşmış olur. Bu işimize gelmez.
Bilginin uzaklığına yapılan yolculukta tonlarca şey öğrenilir. Eski coğrafyacılar örneğin. Bir yerden bir yere giderken, köyleri, kasabaları, bitki örtülerinin, insan tiplerinin, mimarinin, dil ve din geçişlerinin gözlemcisi olurdu. Yemeklerden tadardı. Kültürlerden yararlanırdı. Düğün, cenaze törenlerinin farklarını gözlemlerdi.
Şimdi öyle değil. Ülkenden uçakla havalanıp birkaç saatte hiçbir şey görmeden kutuplara gidiyorsun. İndiğinde halen kendi ülkenin bilgisine sahipsindir. Yüzeysel birkaç şey görüp dönüyor ve bir medeniyeti yargılıyorsun.
İki kıta arasından binlerce kilometre yol gitmiş ve bir türküye şahit olmamışsın. Yüksek hızın çizgilerinde bütün renkler yok olup gitmiş.
Doğada her şey yumuşak geçişlerle olur. Dağcılar bile biraz tırmanıp, biraz geri inerler ki vücut dengeleri bozulmasın. Hep tırmanan dağcı ölür. Dağcı dedim de:
Tibet’te Yedi Yıl filminde bir sahne çok dikkatimi çekti.
Batılılar Himalaya’ya tırmanmaya gitmiş. Yerli halk onlara soruyor:
-Zirveye niye çıkacaksınız?
Brad Pitt, patlak gözleriyle onlara: “Siz, hiç tırmanmadınız mı?” Diyor.
“ Niye çıkalım ki biz deli miyiz?” Diye cevap veriyorlar.
-Aklımızdan bile geçmedi, eğer içimizden biri bunu yapmaya yeltenseydi, ona ne iş ne de kız verirdik, aklından şüphe ederdik...
Başka bir şey daha anlatacağım:
Çin’e uçakla inen batılılar, onlara uçağın ne olduğunu anlatırken şöyle diyorlar:
-Mesela buna binince beş yıllık bir yolu bir gecede aşıyorsunuz.
Çinlinin cevap niteliğindeki sorusu oldukça ilginç:
-Peki, o zaman bize kalan beş yılda nasıl vakit geçireceğiz?
Hadi bir tane daha anlatıyorum:
İngilizler Hindistan’daki esirlere yüklerini taşıtırken sürekli kırbaçlayıp acele etmeleri için bağırıp çağırıyorlar. Ama doğunun sakin adımlarla huşu içinde yürüyen mübarekleri, istiflerini bozmuyorlar. Sonunda İngiliz, dayanamayıp neden onların acele etmediğini soruyor.
Boru gibi bir cevap geliyor İngiliz amcama:
-Eğer acele edersek ruhumuz arkada kalır!
- Batı, kafasını hıza takmıştır. Hızla tüketip, hızla buradan tüymek. Bilgiye hızla ulaşıp bu hızla dünya milletlerinin canını okumak.
Ama bizde hız günah, bilgi kutsaldır. Bilginin yükünü herkes çekemez. Bilgi fedakâr ve dayanıklı eşekler ister.
Bilgili insan batılılar gibi kendini beğenmiş, dik yürüyen adamlar değildir.
Bizde bilgi boyun büktürür. Hacı Bektaş, Mevlana ve niceleri... Tıpkı meyve veren ağacın dallarını yere değdirmesi gibi, boyunları kırıktır, ağızları suskundur.
Suskunluklarında bilmenin uykusuzluğu yatar.
Bilgi karşısında, insanları küçültmezler. Onları bilgi küçültür! Çok okumak yürek ister. Diyet ister. Bu yüzden dünyanın hiçbir tımarhanesinin bahçesinde olmayan heykel, bizim Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde vardır:
Rodin’in Düşünen Adam heykeli!
- Çok okursan, çok düşünürsen delirirsin.