Futbol sen benim...

ERDAL HOŞ
Abone Ol

O güne kadar bir kere bile beni ziyarete gelmemiş babam. Bir kere bile “bilmem kaçıncı sınıflardan Erdal Hoş ziyaretçiniz vardır” diye anons edilmemiş okulda. Ama nasıl duyduysa maçımızın olduğunu, atlamış gelmiş… Maç bitti, benim tek golümle 1-0 kazandık. Dursun’u tebrik ediyor babam. “Çok büyük futbolcu olacaksın” diyor ona.

1983…

“Ya af kurma” diyor annem; “ na pezis top nayenis kanser” (Top oynayacaksın kanser olacaksın.) Olur mu öyle şey yahu? Top oynarken düştüğü için adam kanser olur mu? “Ben de öyle dedim” diyor babam. Ama doktorlar emin; düştüğün için olmamıştır, zaten vardır oradan nüksetmiştir dediler. En kötü bacağı keserler, korkmayın ölmüyorum… Ah be baba, kanser ol ama bacağın kesilmesin n’olur. Ben daha 10 yaşındayım, hele bir sana çalım atacak yaşa geleyim sonra…

1985…

Parasız Yatılı sınavlarını kazandım. Arifiye Öğretmen Lisesi’ne gitmek için köyden babamla şehre geldik. Günlerden pazar… Babam arkadaşları ile kısık sesle hükümeti eleştiriyorlar; Ülkücülerin hapishanede çektiklerini falan... Sonra başka arkadaşları geliyor babamın, başka köylerden öğretmen arkadaşları. Hoca diyorlar, hadi maça gidiyoruz. Sakaryaspor- Beşiktaş maçı, sana da bilet aldık. Babam bana bakıyor, gözleri ile izin istiyor. Kayıt için bile gitmemişim daha okula 12 yaşındayım… “Giderim ben” diyorum, sen bana Arifiye arabalarının nerden kalktığını söyle ben giderim baba… Ah be baba bugün yanımda olmayacaksan ne zaman olacaksın. Millet yedi sülalesi ile gelmiş okula bense sen hayattayken yetim gibi…

1987…

Evci izni yok, sadece 20 km uzaklıktaki “evime neden her hafta sonu gidemiyorum arkadaş” diyebilecek zamanlar değil daha. Bakmayın ortaokulda okuduğuma yani, aslında hepimiz Kenan Evren’in askerleriyiz hala. Evci izni olsa da o hafta gitmezdim hoş. Okul takımındayım ve şehrin en güçlü lisesinin takımı bizimle maç yapmaya geliyor. Maç başlıyor, ufacık boyumla rakibin sağ bekini yatırıp kaldırıyorum. “Orman yandı açıkta kaldı 3 numara…” diye bağırıyor tribünler. Derken biraz sol çizgiye yaklaşınca bir ses duyuyorum. “Çenen değil ayakların oynasın, şımarma topunu oyna…”

Babam… O güne kadar bir kere bile beni ziyarete gelmemiş babam. Bir kere bile “bilmem kaçıncı sınıflardan Erdal Hoş ziyaretçiniz vardır” diye anons edilmemiş okulda. Ama nasıl duyduysa maçımızın olduğunu, atlamış gelmiş… Maç bitti, benim tek golümle 1-0 kazandık. Dursun’u tebrik ediyor babam. “Çok büyük futbolcu olacaksın” diyor ona. Dursun sınıf arkadaşım, takımın yıldızı olma yolundaki en büyük rakibim. “Paran var mı?” diyor “var” diyorum (tabi ki yok), çıkarıp 20 lira bana 20 lira Dursun’a veriyor ve gidiyor. Ertesi hafta evci iznine gidince annem “babanı ağlatmışsın” diyor, “çok iyi oynamışsın, çok gurur duymuş senle”… Ah be baba, ne olurdu sanki o gün sahanın kenarında sarılsan bana “aslan oğlum” desen…

1988…

Bir kere daha ayağını kesmek istiyor doktorlar babamın.

Tam o sırada Ziya Özel diye bir adam çıkıyor; zakkumcu Ziya… Kestirmiyor babam ayağını, yıllar önce içimden söylediğim cümleyi duymuş gibi; kanser ol ama ayağını kestirme baba, hiç değilse sana çalım atabileceğim yaşa kadar…

1989…

Ziya Özel’i de başka sahtekârları da buluyoruz ama nafile… Artık sadece ayağında değil kanser ciğerlerinde de… Son akşam, morfin iğnesini yapıyorum, birazdan ağrıları dinecek. Bir sigara istiyor veriyorum ve baş başa sohbet ediyoruz. Anladım baba, korkma Solcu olmam, futbolcu da diyorum… Ertesi sabah nefes darlığından hastaneye kaldırıyoruz babamı. Kan lazım, 0 RH Negatif… Zor bulunuyor meret. Sabri Amca var mahalleden onunki uyuyor. Sabri amca “kan veremem” diyor. Oruçlu Sabri amca, orucu bozulur diye korkuyor. Yıllar sonra Üniversitede biri bana ateizmi anlatırken o günü anlatıp “uğraşma oğlum ben o gün ateist olmadıysam daha da olmam” diyorum.

İkindi vakti göçüyor babam…
  • Yıllar sonra bana biri futbolun saçmalığını anlatırken bütün bunları anlatıp “uğraşma oğlum” diyorum. Ben bütün bunlardan sonra nefret etmediysem daha da nefret etmem; futbol sen benim...