Fuat Sezgin ve bir deneme olarak Buhari'nin Kaynakları
Fuat Sezgin, akademik hayatının ilk evrelerinin meyvelerinden biri olan Buhârî’nin Kaynakları kitabında Buhârî’nin derlediği hadislerde bilinenin aksine sözlü kaynaklara değil, İslâm’ın erken dönemine, hatta 7. yüzyıla kadar geri giden yazılı kaynaklara dayandığı tezini ortaya attı.
Bilim tarihi çalışmalarıyla tanınan merhum Fuat Sezgin, meşhur hadis külliyatlarındaki hadislerin temelinin aslında şifahi değil yazılı kaynaklara dayandığı kanaatiyle de öne çıkar. Sezgin, ilk önemli analizini oldukça erken tarihlerde hadis üzerine yapmış ve oryantalistlerin çalışmalarının revize edilmesine yönelik eğilime öncülük etmiştir. Bu yönüyle İslâmi rivayet kültürünün farklılığını ve önemini ilk kavrayanlardan biriydi. Bunun hem filoloji hem hadis hem de İslâmi ilimler tarihine somut bir temel kazandırmak için gerekli olduğunu düşünüyordu.
Fuat Sezgin bir önsöz ile dört kısımdan oluşan Buhârî’nin Kaynakları (1956) kitabına zemin hazırlayan “Buhârî’nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar” başlıklı tezini 1954’te İslâm Araştırmaları Enstitüsü’nde Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladı. Bu metin, Batı’da ve İslâm âlemindeki birçok yanlış yaklaşımı ortaya koydu ve moda tabirle hadis sahasındaki ezberleri bozdu. Sezgin, kitabının önsözünde kendisini böyle bir araştırma yapmaya sevk eden süreci, çalışmaya başladığı yıllarda akademik sahadaki ve kamuoyundaki hadis rivayetine ilişkin mevcut bazı anlayışları aktardıktan sonra eserinin bölümlerine dair birtakım bilgiler verir.
Fuat Sezgin’in hadislerle ilgili ilk yaklaşımları İstanbul’da Hellmut Ritter’in danışmanlığında hazırladığı mahiyeti tamamıyla filolojik olan doktora tezine kadar uzanır. Sezgin, Arap filologlarından Ebu Ubeyde’nin Mecazu’l-Kur’an eserini incelemeye başladığında Buhârî’nin Sahih’ini de ele almak durumunda kalır. Böylece hadislerin kaynağı hakkında yaygın eğilimlerden farklılaşan bakış açısı daha da belirginlik kazanır. Buhârî’nin kaynaklarını tetkik ederken kendinden önceki âlimlerin yazılı filolojik açıklamalarından alıntılar yaptığına şahit olur. Odağında filolojinin bulunduğu incelemesini tamamladıktan sonra hadis rivayet zincirlerinin yazılı kaynaklara dayanıp dayanmadığı sorusunun peşinden gider.
İslâmi rivayetin özellikleri
Fuat Sezgin, oryantalistlerin kanaatlerinin çok yaygın olduğu bir dönemde hadis rivayetlerindeki nakillerin sadece şifahi aktarımdan ibaret görülemeyeceğini savundu. Ona göre, oryantalistlerin hadislerin Peygamberimizden duyulup ondan bir başkasına şifahen intikal ettiğini gündeme getirmeleri, böylesi bir nakil sisteminin sözün doğruluk ihtimalini zayıflatmasıyla bağlantılıdır. Sözgelimi oryantalistlerin en büyük hadis bilgini Ignaz Goldziher, Geschichte des Arabischen Schrifttumus adlı eserinin hadis literatürüyle ilgili bölümünde Buhârî ve Müslim’in pek değerli olmadığını iddia eder. Zira onun nezdinde Buhârî’deki tüm hadisler, yaşadığı devirde varlık kazanan mezheplerin düşüncelerinden ve “uydurmalarından” ibarettir. Başka bir deyişle, bunun Peygamberle bir alakası yoktur. Bunlar dönemin kanaatlerini yansıtır, Buhârî ise sadece bu fikirleri derlemekle yetinmiştir. Ayrıca bunlara rivayet zinciri ekleyerek de elde ettiği malzemeyi doğrulamaya çalışmıştır. Goldziher’in hadis rivayeti konusunda düştüğü hataları açıklayıp kasıtlı yönlendirmelerini püskürten Sezgin ise araştırmaları neticesinde bunun tamamen yanlış olduğu sonucuna ulaşır.
Fuat Sezgin, İslâmi rivayetin özellikleri hakkında tam bir tasavvura sahip olarak daima şuna inandı: Hadis rivayetlerinin arkasında esaslı yazılı kaynaklar bulunur. Unutmamak gerekir ki, eskiden kitaplar günümüzdeki gibi doğrudan doğruya dipnotta kaynak olarak gösterilmezdi, sadece şahıs ismi yazılırdı. Bu ise rivayet zincirine göre sıralanırdı.
Sezgin, klasik dönemdeki atıf sisteminden hareketle hadislerin otantikliklerine delil olması için sunulan rivayet zincirlerinde yer alan “Filan falana, o da filana, o da bana söyledi ki” şeklindeki ifadelerin birer dipnot olduğunu, bunun arka planında yazılı kaynakların bulunduğunu ileri sürdü. Bu çerçevede Batılıların hadis nakillerindeki kaynak ciddiyetini bir türlü kavrayamadıklarında ısrar etti. Sezgin, kaynak göstererek ilim yapma geleneğinin tarihte belki de ilk defa İslâm medeniyetinde teşekkül ettiğini söylerken özellikle hadis ilmini anar. Onun hadis rivayetlerindeki hassasiyete dikkat çekmesi bilim ve teknik konulu çalışmalarında da görülür. Mesela Carl Brockelmann’ın meşhur Arap Edebiyatı Tarihi’ne zeyl yazmak niyetiyle başlayan ve ilk cildi 1967’de yayımlanan; “GAS” diye bilinen Geschichte des Arabischen Schrifttums adlı kitabının ilk cildinde. Onun buradaki hadis telakkisi birçok insanı şaşırtır. Ayrıntılara girmeden anlatacak olursak teorisi şöyleydi: Daha evvel oryantalistler, hatta son yüzyıllarda Müslümanlar da bütün hadis kitaplarının muhtevasının şifahen insanlara ulaştığını zannederlerdi. O ise buna doçentlik teziyle yaptığı eleştiriyi Almanca hazırladığı kitabının hemen başlarında bütün ilim dünyasına sunar. Eserinin ilk cildinde Kur’an ilimlerinin; hadis, kelam ve fıkhın da ele alınması Sezgin’in yürüttüğü araştırmaların disiplinler arası boyutunu kavramak açısından önem arz eder. Muhatapları ise Sezgin’in ortaya attığı teorinin doğru olup olmadığının zamanla anlaşılacağını belirten ihtiyatlı bir dil kullanmayı tercih ettiler. Sezgin, İslâm’da Bilim ve Teknik adıyla Türkçeye tercüme edilen beş ciltlik kataloğunun birinci cildinde bu meseleye yeniden döner.
Sezgin, kaynak zikrederek ilim yapma geleneğinin tarihte belki de ilk defa İslâm medeniyetinde teşekkül ettiğinin altını her zaman çizme gereği duyar. Ona göre bu geleneğin yerleşmesindeki en önemli amil, hadis rivayetlerindeki hassasiyettir.
Buhâri'nin kaynaklarından Müslim'in kaynaklarına
Fuat Sezgin’in, Buhârî’nin Kaynakları kitabı, oryantalistlerin hadis alanındaki çalışmalarına karşı yapılan önemli bir itirazdır. Zira o kitabında, bilinen yaygın kanaate itiraz ederek İslâm’ın ilk dönemlerindeki hadis nakillerinin sözlü değil, yazılı kaynaklara dayandığını delilleriyle ortaya koymaktadır. Yaygın kanaat Buhârî’nin o gün için İslâm âleminin değişik ilim merkezlerini dolaşarak şifahen hadisleri toplayıp kayıt altına aldığı şeklindeydi. Sezgin, Buhârî’nin gezerek hadis topladığı şeklindeki kanaatleri boşa çıkarıp hadislerin yazılı vesikalara dayandığını gösterdi. Böylelikle İslâmi rivayetin gözden kaçırılan ve araştırmalarda yanıltıcı neticelere götüren hususiyetine dikkat çekmiş oldu. Ona göre bütün İslâmi ilimlerdeki rivayet sisteminde özellikle yazılı kaynaklara başvurulurken atıf cümleleri olarak; ‘okudum’, ‘gördüm’, ‘yazmıştır’ gibi kelimeler yerine; ‘dedi’, ‘rivayet etti’, ‘haber verdi’ gibi kelimeler kullanılmaktadır. Sezgin, Avrupalıların bu noktaları hâlâ kavrayamamış olmalarına hayıflanır. Fakat şurası göz ardı edilemez: Kendisi oryantalistlere dair eleştirilerini ve onların yaptıkları vahim hataları ortaya koyup çürütse de insaf ve adaleti elden bırakmaz. Zira Müslümanların bile anlayamadığı usulü başkalarının anlamamasına da çok gücenmemek gerektiğini çeşitli vesilelerle hatırlatır.
Müslümanların bilimler tarihindeki hazinelerini keşfetmeye çalışan Fuat Sezgin, Batılılardaki intihalle İslâm kültüründeki rivayet zincirini kıyaslarken hem Avrupalıları hem de Müslümanları eleştirir. Sezgin, kaynak zikrederek ilim yapma geleneğinin tarihte belki de ilk defa İslâm medeniyetinde teşekkül ettiğinin altını her zaman çizme gereği duyar. Ona göre bu geleneğin yerleşmesindeki en önemli amil, hadis rivayetlerindeki hassasiyettir. Hocası Hellmut Ritter’in de içinde bulunduğu pek çok oryantalistin bu noktayı bihakkın anlamadığı tarizinde bulunmuştu. Sezgin Müslümanlar da dâhil olmak üzere günümüz insanlarının İslâm medeniyeti tasavvurlarındaki problemlere işaret eder. Bunun altında ise küçümseme ve ciddi manada anlama sıkıntısı yatmaktadır.
Tefsir ve hadis sahasındaki rivayet geleneği son derece ilmî usullerdir. Bu gelenekten kaynaklanan rivayet yöntemi tarih ilminde de uygulanmış ve yüksek seviyede ilmî tarih yazımı geliştirilmiştir. Şifahi görünen bilginin ardındaki yazılı kaynaklar sayesinde, İslâm’da diğer kültür dünyalarında olmayan yeni bir tarih mefhumunun çıkıp geliştiğini belirten Sezgin, bu hususlara ait en iyi örneklerin Taberî tefsirinde müşahede edilebileceğini hatırlatır. Kendisi buradan hareketle şu neticeye varır: İslâm âlemi kaynakların tamamıyla verilmesi esasını ortaya koyan bir kültür dünyasıdır. Kaynaklara işaret etmek Yunanlılarda da, Avrupa’da da hiç yer almamış değil elbet, fakat kıymeti pek anlaşılmamış, itina gösterilmemiş bir meseledir. Ne var ki bu henüz çoğu bilim tarihçisinin, tarih yazımıyla meşgul olanların şuur sahasına çıkmış bir hadise olmaktan uzaktır.
Fuat Sezgin, akademik hayatının ilk evrelerinin meyvelerinden biri olan Buhârî’nin Kaynakları kitabında, Buhârî’nin derlediği hadislerde bilinenin aksine sözlü kaynaklara değil, İslâm’ın erken dönemine, hatta 7. yüzyıla kadar geri giden yazılı kaynaklara dayandığı tezini ortaya attı. Buna göre hadis külliyatları ve özellikle Buhârî’nin Sahih’i daha Peygamberimiz hayatta iken kaydedilmeye başlanan yazılı kaynaklara dayanmaktadır. Sezgin araştırmasıyla yüzlerce rivayet silsilesinin sayfalarca dökümünü yaparak tezini ispatlar. Şuna da işaret edelim ki, Sezgin Buhârî’nin kaynaklarını araştırmayı gaye edinen tetkikinin şamil olduğu meselelere nihai şeklini vermekten ziyade, meselelerin vaz ve hâl şekillerini arayan bir deneme olarak kabul edilmesi gerektiğinin farkındadır.
Türkiye’de öteden beri önemsenen Buhârî’yi farklı bir açıdan ele alan Buhârî’nin Kaynakları araştırmasının akabinde aynı mevzuda hadis kaynağı olarak İslâm kültüründe önemli bir yere sahip olan Müslim için de benzeri bir çalışmanın yapılması gündeme gelir. Zeki ve öngörülü olan Sezgin, kısa süre sonra Arapçasını beğendiği M. Orhan Okay’ı İslâm Tetkikleri Enstitüsü’ne asistan olarak almayı düşünür. Çünkü meseleleri aydınlatmaya katkı sunması umulan çalışma için her şeyden önce filolojik literatürden ilgiyle istifade edilmesi gerekmektedir. Böylelikle sonraki yıllarda daha çok edebiyat araştırmalarıyla tanınacak olan Okay’ın İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olacağı aylarda çok farklı bir alanda asistanlığı söz konusu olur. Ne var ki kurumlar arasındaki çatışmadan dolayı Sezgin’in isteği gerçekleşmez. Okay, Mehmet Kaplan’dan Hatıralar Mektuplar (2003) kitabında söz konusu olayı şöyle anlatır:
“Edebiyat Fakültesi’nde Zeki Velidi Togan’ın kurduğu ve ilk müdürlüğünü yaptığı bir İslâm Tetkikleri Enstitüsü açılmıştı. Zeki Velidi ile pek ilişkilerim olmadı. Ama Enstitü’nün müdür muavini Fuat Sezgin’le birkaç yıldır tanışıyorduk. Arapçamı beğeniyor ve beni oraya asistan olarak almak istiyordu. Kendisi hadis alanında ‘Buhârî’nin Kaynakları’ konusunda bir doktora yapmıştı. Beni de aynı metotla ‘Müslim’in Kaynakları’ üzerinde çalıştırmayı düşünüyordu. Böylece, mezun olur olmaz gazetede asistanlık ilanı çıktı. O yıllarda asistan olmak geçim bakımından öğretmenlikten daha zor olduğundan imtihana benden başka giren olmadı. Kazandım da. Fakat, dört yıl evvel öğretmen olma ümidiyle girdiğim Yüksek Öğretmen Okulu, benden mecburi hizmet istiyordu. Bugün çok kolay halledilebilen mecburi hizmetin üniversiteye devri meselesi, o zaman, arada birçok hocamın yakından tanıdığı Kasım Küfrevi gibi gayret edenler olduğu hâlde mümkün olmadı.”
- Fuat Sezgin’in Orhan Okay’a 1950’li yıllarda “Müslim’in Kaynakları” başlıklı bir tez yazdırma girişimi sonuçsuz kalmıştır. Buna karşın kendisinin deneme mahiyetindeki çalışması hem oryantalist tezlerle hesaplaşmış hem de Buhârî’nin kaynaklarını etraflıca ele alıp esaslı bir şekilde ortaya koymuştur. Özetle Sezgin, İslâmi rivayetin nevi şahsına münhasır mahiyetini göz ardı etmemek gerektiğinin altını ısrarla çizerek önemli bir entelektüel müdahalede bulunmuştur. Zaten kitabın temel tezi hadis rivayetinde ravilerin kullandığı “haddesena”, “ahberana” gibi ifadelerin anlatılagelenin aksine şifahi rivayetlere değil bilakis yazılı kaynaklara atıftır.
Sezgin’in, oryantalistleri eleştiriden muaf tutan tabuyu yıkmaya girişen eleştirel tezi hakkında az yazan ancak çok okuyan hadisçi M. Tayyip Okiç’in kanaati ne olmuştur bilinmez ama, kitap 1957-1958 ders yılında Ankara İmam Hatip Okulu ikinci devre mezunlarına ilim namına fayda görüldüğü için “Cenabıhak’tan muvaffakiyetler temennisi ile” okul idaresi tarafından hediye edilmiştir. Aslına bakılırsa dönemin eğitim ortamına da ışık tutuyor bu temenni.
Anlıyoruz ki, Fuat Sezgin’in kitabını öğrencilere hediye eden okul idaresi, onun Ankara’da iken söylediklerinden, yaptıklarından ve yazdıklarından etkilenmiştir. İlimler arasında mekik dokuyup envai çeşit bilgiyi birleştiren Buhârî’nin Kaynakları, sınırlılıkları bir yana açtığı bahislerle hadis ilmine sağlam katkısı ve kalıcı mirası ile gelecekte de ilham kaynağı olmaya devam edecektir.