Fotoğraf, çevirmene ihtiyaç duymayan bir iletişim aracıdır

SERDAR BİLİR
Abone Ol

Görüntü ve fotoğraf, yazılı ve sözlü dillerin aksine çevirmene ihtiyaç duymadan temel düzeyde derdini ona bakan herkese aktarabilen bir iletişim aracıdır. Belki de bu anlamda dünyada tek iletişim aracıdır.

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesinde akademisyen olarak görevini sürdüren, ulusal ve uluslararası birçok sergi sahibi olan ve çok sayıda fotoğraf yarışmasında ödül kazanan Alahattin Kanlıoğlu ile fotoğrafı, fotoğrafın öznesi olan insanı ve fotoğraf sanatının bilinmeyenlerini konuştuk.

Esasında size fotoğrafın günümüze dek olan macerasını sormak istiyorum. Fakat bunu fotoğrafın metalaşması özelinde açıklayabilirseniz sevinirim. Fotoğrafın metalaşma süreci nasıl oldu dersiniz?

Byung Chul Han'ın fotoğraftaki yüzün artık bir "yüz" olmaktan çok "meta" olduğunu düşüncesi günümüz görüntü medeniyeti için benim de katıldığım bir görüştür. Fotoğraf bağlamında söyleyecek olursam eğer bu durum her zaman böyle değildi. Bu metalaşmanın elbette ki farklı sebeplerin de etki etmesiyle bir miladı var. 1839 yılında Fransız Bilimler Akademisi'nde bulunuşunun dünyaya ilanını başlangıç sayacak olursak fotoğraf yaklaşık 182 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bulunduğu günden günümüze sürekli şekilde gelişen ve yaygınlaşan bir görüntü üretme yöntemi olan fotoğraf gerçeklikten beslenir. Gerçekte olmayan ve yeterli ışık koşulları altında olmayan herhangi bir şeyin fotoğrafı da olamaz. Suzan Sontag'ın ifadesiyle fotoğrafın sonsuza kadar sürekli tekrar edeceği şey "bu vardı" demek olacaktır.

Fotoğraf, gerçeklikle bu bağı nedeniyle ikna etmede, inandırıcılıkta, dikkat çekmede (yazıya kıyasla) çok büyük avantajlara sahiptir. Bu inandırıcılığı, fotoğrafın ticari emeller için kullanılmasının da önünü açmıştır çünkü görüntü ve fotoğraf, yazılı ve sözlü dillerin aksine çevirmene ihtiyaç duymadan temel düzeyde derdini ona bakan herkese aktarabilen bir iletişim aracıdır. Belki de bu anlamda dünyada tek iletişim aracıdır. Başlangıcına kıyasla fotoğraf çekip paylaşmanın teknolojik gelişmelere koşut olarak çok kolay hâle gelmesi de üzerine eklenince fotoğraf günümüz görüntü medeniyetinin değişmez bir parçası olarak önemli işlevleri yerine getirme becerisine sahip bir görüntü üretme yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç, sanayi devrimi sonrasında artan arzın tanıtımıyla başlayıp her şeyin pazarlanabilir ve teşhir edilebilir olarak kabul edildiği günümüz görüntü medeniyeti toplumunda son hâline bürünmüştür diyebilirim.

Fotoğrafın inandırıcılıkta ve ikna etmede yazıya kıyasla büyük avantajları var dediniz. Bu metalaşmanın yanında propaganda ve manipülasyon için de fotoğrafı bir aygıt hâline getirebilir.

Özelikle endüstri devrimi ve kapitalizm sonrası seri üretimin artırmasıyla birlikte üretilen mal ve hizmetlerin pazarlanması gerekliliği ortaya çıktı. İşte bu noktada fotoğraf sahip olduğu avantajlar ile üreticilerin -yani bir anlamda egemen güçlerinyardımına koşmuştur. Potansiyel tüketicilere mal ve hizmetleri tanıtmada fotoğraf kullanılmış ve bunda başarılı da olmuştur. Haber aktarımı, bilgi verme ve belgeleme özelikleri de işin içine katıldığında tabii ki propaganda amaçlı olarak da kullanılmıştır. İnsanlara neyin moda olduğunu, neyi nereden alabileceklerini, nasıl kullanabileceklerini, özellikle reklam fotoğraflarında sunduğu ideal beden sunumları ile neye (kime) benzemeleri gerektiği hep fotoğraflar aracılığıyla, günden güne artan şekilde aktarılmıştır. Bugün de aktarılmaya devam etmektedir.

Görsellerin sosyal medya ortamlarında çok hızlı bir şekilde akmasıyla fotoğrafların gerçeklik ve hakikatle olan bağı bundan nasıl etkilendi?

Görüntü medeniyeti içinde doğan ve büyüyen insanlar bazen farkında bile olmadan kendi çektikleri ve iletişim sürecine soktukları fotoğrafları ve görüntüleri ile kendilerini âdeta seyirlik bir nesne hâline getirmişlerdir. Sürekli fotoğraf ve video çeken ve sosyal medyada paylaşan insanlar popüler olmak, benim ne kıskanılası hayatım var, demek adına fotoğraflar aracılığıyla kendilerine bir kimlik kurgulamaktadırlar. Çoğunlukla kurgulanan kimlik ile hakikatin örtüşmediği ve kişilerin kendileri tarafından yaratılan simülasyon dünyalarında var olduklarını söyleyebiliriz. Bu simülasyon dünyada var olurken, gerçek dünyaya ve dahası kendilerine yabancılaştıklarını da söylememiz mümkün. Sürekli hızlanan iletişim sürecinde hem fotoğrafını çeken ve paylaşan hem de bu fotoğraflara maruz kalan insanlar için fotoğraf ve görüntü paylaşmanın ve izlemenin gerçekte ne olduğu, neye hizmet ettiği, kendileri için ne anlam ifade ettiği gibi sorgulamalar yapılamaz hâle gelmiştir.

Bakmak, görmek, seyretmek, seyre dalmak. Bu dört kavram sizin için ne ifade ediyor?

İçinde bulunduğumuz dünyayı deneyimlerken (yaşarken) duyu organlarımızdan faydalanırız ve göz (görmek) burada ayrıcalıklıdır. Hem daha fazla kullanılır hem de göz ile elde edilen veriler daha ikna edici bulunur. Bir görüntüyü değerlendirme süreci algılama, saptama ve yorumlama süreçleri ile gerçekleşir. Algılama için sağlıklı bir göz organına ve görüntünün gözün görme sınırları içinde ışık ışınlarının yansıtmasına ihtiyaç vardır. Bu şartlar gerçekleştiğinde görüntü gözle görülür. Saptama süreci görülen görüntünün değerlendirilmesi, örneğin bir fotoğrafta karenin neresinde ne var, birbirlerine göre konumları renkleri vb. bilgiler beyne iletilir. Yorumlama için ise alınan bu verileri kıyaslayabilecek bir bilgi birikimine ihtiyaç vardır. Görüleni yorumlayabilmek için o görüntünün size bir şeyler hissettirmesi, bir şeyleri sorgulatması gereklidir.

Dolayısıyla bakmak ile görmek çok farklıdır. Herkes bakabilir. Ama bakılandaki anlamı sadece görebilen özelikle de gösterilenin ardındaki yan anlamları bulabilen sorgulayabilen beyinler yapabilir. Seyretmek bilinçli bir şekilde bakışları bir görsele (bir fotoğraf, bir ekran, bir manzara vb.) kanalize olmak demektir. Dikkatli bir şekilde seyredildiğinde görmek amaçlı bir eyleme dönebileceği gibi bazen de görselin sizi alıp kendi ruh ve duygu durumunuza bağlı bir hayal ortamına sürüklemesi, artık bakılan şeyin bulanıklaşması durumu da söz konusu olabilir. Eleştirel bir perspektiften günümüz görüntü bombardımanı ortamına dair bir yorum yapacak olursak sistemin yönetenleri, "kazananları" sorgulamadan seyreden, izleyen bu anlamda pasif izleyici konumunda bir insan tipini yeğlerler. Aktif olmasını bekledikleri belki de tek şey tüketme ve tüketerek tüketim kültürünü devamlı kılma davranışıdır.

Canlıların en temel dürtülerinden biri hayatta kalma dürtüsüdür. Bu noktada özellikle tehlikenin nereden geldiğini hissetmek görmek ve kaçabilmek önem taşır. Kanımca öküzün trene bakması, hareketin bakışları üzerine çeviren temelde hayatta kalma dürtüsünün tetiklediği bir davranıştır. Hareket eden ve gözlerle görülüp algılanan şey, beyin tarafından tehlikeli olarak nitelenmediği için kaçma veya başka bir davranış gerçekleşmez. Unutulmaması gereken şey bütün canlı türlerinin harekete karşı bir tetikte olma, tepki verme davranışına sahip olduğudur. Hatta her zaman gözlerle görülen bir hareket de olmayabilir. Görme duyusu gelişmemiş birçok hayvan antenleriyle vb. gelişmiş duyularıyla hareketi algılarlar.

Henri Cartier- Bresson'ın sözü vardır ‘pasaport fotoğrafçılarının camlarına yan yana yapıştırılmış o küçük vesikalık fotoğrafları, yapmacık portlere bin kez yeğlerim

Roland Barthes'ten iki alıntı vermek istiyorum. Bu iddialı iki cümle bize ne söylüyor. Kendi fotoğraflama tecrübelerinizi, kadraj anılarınızı da hesaba katarsak bize ne söylersiniz?

"Fotograf sessiz olmalıdır.(yaygaracı fotoğraflar vardır onları sevmem)"

Barthes neyi kastetti tabii ki tam olarak bilmemiz mümkün değil. Ama bu cümleyi yorumlayacak olursam yorumum şu şekilde olabilir; fotoğraf gereksiz detaylardan ayıklanmadığı, iyi çerçevelenip iyi düzenlenmediği takdirde her bir köşeden farklı ses çıkan bir yaygara ortamı yaratabilir. Mümkün olduğunca sadeleştirilmiş, doğru bakış noktasında ve doğru anda çekilmiş, iyi çerçevelenmiş ve bakan kişide duygu ve anlam sorgulamaları yaratan fotoğraf daha başarılı fotoğraftır. Mesajını bir fısıltı ile bile verebilir çünkü ortada gürültü yaratacak yaygara koparacak başka unsurlar yoktur. "Göze nasıl görünürse görüsün, ne türden olursa olsun, fotoğraf görünmez. Gördüğümüz şey aslında o değildir." Fotoğraf gerçeklikle ilişkisi nedeniyle genellikle gelişmekte olan tüm toplumlarda gerçek olarak algılanır ve yorumlanır.

Ancak bilmek gerekir ki fotoğraf gerçek değildir olsa olsa gerçeğin izidir. Akıp giden zaman ancak fotoğraf karesinde durdurulabilir. Fotoğraf çekildiği anda geçmişe ait bir kayıttır. Dolaysıyla fotoğrafta görülen şey geçmişe ait bir görsel kayıttan ibarettir. O an geçmiştir. Artık geçmişte kalan bir andır. Kaydedilmiş bir görüntünün çekim anı, öncesi, sonrası kadrajın dışında kalanlar, çekim değerleri kaydedilecek görüntünün niteliklerini değiştiren değişkenlerdir. Hatta ve hatta çekilmiş kaydedilmiş bir fotoğraf bakan her değişik insan aynı görsel kayıttan hareketle farklı farklı yorumlara ve çıkarımlara ulaşabilir.

Susan Sontag: İzlendiklerini bilmedikleri zaman insanların yüzlerinde var olan ancak izlendiklerini bildiklerinde asla görülemeyen bir şey vardır." Bu cümleden mülhem "kurgu fotoğraf" için ne söylemek istersiniz?

Kamera bir insana doğrultulduğunda ve fotoğrafı çekilecek kişi bunu gördüğünde hemen bir öz denetime, kontrole sokar kendini. Neden beni çekiyorlar? Nasıl çıkıyorum? Nerede kullanacaklar? Ya kötü çıkarsa gibi birçok soru ve çelişkiyi yaşayan insanın yüzü ister istemez farklı mimiklere neden olur. Yapmacıklık sıradanlık ve samimiyetsizlik olası sonuçlar olacaktır böyle bir durumda. Hâlbuki fotoğrafının çekildiğini bilmeyen bir insan o anda ne yapıyorsa ne düşünüyorsa ne hissediyorsa bu beden diline yansıyacak ve yapmacıklıktan uzak bir görüntü ortaya çıkacaktır. Fotoğraf ister kurgu olsun ister tamamen doğal şartlarda çekilmiş olsun yapaylıktan uzak olmalı. Bir kadının eline türlü eşyalar verip "bir de buraya bak", "şu kolunu şöyle kaldır"direktifler verilerek her tarafından yapaylık akan, fotoğrafın hikâyesini körün gözüne sokarcasına bir yapaylıkla bize sunan fotoğraflara karşı gerçekten hoşgörülü olamıyorum. Henri Cartier-Bresson'ın sözü vardır ‘pasaport fotoğrafçılarının camlarına yan yana yapıştırılmış o küçük vesikalık fotoğrafları, yapmacık portlere bin kez yeğlerim" der. işte fotoğraf bu söze atfen her ne şekilde çekilirse çekilsin bu yapmacıklıktan ve yapaylıktan arındırılmış olmalı. Tabii kurgusal olmayan bir fotoğraf da düşünülmeden, bir manaya sığdırılmadan kompozisyonsuz bir şekilde olmamalı. Amaç sadece şak şak şak çek fotoğrafı şeklinde olursa bu da aynı sert eleştiriden nasibini alır.

Fotograf da diğer sanatlar gibi sanatçının kendini bir ifade biçimi mi? Yoksa onu başka numaraları da var mı? Bizim bilmediğimiz ya da çoğunluğun göz ardı ettiği?

Fotoğraf iki temel amaç için kullanılabilecek bir görsel dildir. İlki işlevsel fotoğrafı tanımlar. Bu noktada fotoğraftan beklenen işlevler vardır ve bu işlevleri yerine getirebilmesi için üretim anında bazı noktalara dikkat etmek gerekir. Basın fotoğrafı, reklam fotoğrafı işlevsel fotoğrafa örnek olarak verilebilir. İşlevsel fotoğrafta fotoğrafçının özgürlük alanı sınırlıdır. İkinci amaç ise sanatsal amaçla fotoğraf görsel dilinin kullanılması durumudur. Burada fotoğraf görsel diline hâkim, hakim olduğu dili yorumlayabilen ve yaptıklarında özgür olan bir fotoğraf sanatçısından söz edilebilir. Sanatsal amaçla fotoğraf görsel dilini kullanan bir fotoğraf sanatçısı için fotoğraf, içinde yaşadığı dünyayı anlama ve algılama biçimini dışa yansıttığı bir alandır. Fotoğraf maalesef herkesin en kolay "sanatçı" olabileceği bir alan hâline geldi. Bunu da sağlayan yine bu işin sektör hâline gelmesini sebep olmuş olan tüketim ve harcama endüstrisidir. Kodak firmasının meşhur sloganı vardır: Siz sadece düğmeye basın. Bu mantalite, fotoğrafa ve fotoğrafçılığa kötülük yapan bir mantalitedir. Bugün de yine aynı tutum devam ediyor. Firmalar, markalar kendi setlerine sahip olan kişilerin bir fotoğraf sanatçısı olacağını iddia etmekten hiç imtina etmiyorlar. Veyahut bu alanda açılan kurslar, eğitimler...

Fotografta can alıcı olan nedir? Biz bir fotoğrafı neden beğeniriz? Burada bir estetik özerklik söz konusu olsa gerek. Peki bu estetik alımlamayı insan ne zaman kazanır, nasıl oluşur estetik alımlama?( Benim beğendiğim fotoğrafı bir başkasının beğenmemesini sağlayan o öznel bakışın içinde ne var?)

Bir fotoğrafı değerli kılan unsurları daha iyi açıklayabilmek için Karar Anı kuramının yaratıcısı Henry Cartier Bresson'un fotoğraf tanımını burada belirtmek isterim. Ona göre fotoğraf, gözün, kalbin ve yüreğin bir düzlemde çakışmasıdır. Bu tanımı biraz açacak olursak; yaklaşık 182 yıllık geçmişine rağmen dünya üzerinde görülmemiş çekilmemiş fotoğraflanmamış bir kültür, bir hayvan bir yer neredeyse kalmamış durumdadır. Fotoğrafın dikkat çekmesini istiyorsan daha önce çekilmemiş bir durum, bir olay bir yer işimize yarar kabul, ancak teorik olarak mümkün olsa da pratikte bu neredeyse imkânsıza denk gelmektedir. Ne yapılmalıdır? Gözlerimizle gördüğümüz dünyayı gözlerimizle görmediğimiz şekilde fotoğraflamak, farklı görme biçimleri üretmek gerekmektedir. Fotoğraf görsel dili bu imkânları sunmaktadır. Hareket izi, perspektifi değiştirme, bakış yüksekliğiyle oynamak vb. birçok yolla görme biçimleri değiştirildiğinde dikkat çeken bir fotoğraf elde edilecektir.

Kalbin ve beynin bir düzlemde çalışması ile ne denmek istenmiştir diye düşündüğümde kendi çıkarımım şöyle oluyor; bir fotoğraf hem çekeniyle hem de izleyicisiyle iki yönlüdür. Dolayısıyla çekerken fotoğrafçısına, izlerken izleyicisine bir şeyler söylemeyen, hissettirmeyen, düşündürtmeyen fotoğraf da eksik bir görsel kayıt olacaktır. Farklı görme biçimleri sunan, fotoğrafçısına ve izleyicisine bir şeyler hissettiren duygulanım yaratan, sorgulanan fotoğraflar ona bakan insanların fotoğrafı geçmesine izin vermeyecektir. Böyle fotoğraflar için durdurma gücüne sahip etkili ve başarılı fotoğraflar diyebiliriz. Son olarak beğeninin içinde yaşanılan dönemle, coğrafya ile, ekonomi ile, estetik koşullar ile değişim gösterebildiğini ve herkesin kültürel birikiminin ve kişisel geçmişinin farklı olması nedeniyle aynı fotoğrafa farklı yorumların ve beğenilerin ve eleştirilerin gelmesinin çok doğal olduğunu unutmamak gerekir.

Fotografları göstermek/paylaşmak kaçınılmaz bir şey mi? Neden herkes fotoğraf paylaşıyor? Bir de fotoğraf mutlu olunca mı çekilir? Yani kısacası, neden fotoğraf çekiyoruz?

Fotoğraf paylaşmaya, sosyal medyaya uzak olan insan, günümüz koşullarında buna rağmen sosyal olabilir. Yapılan paylaşımlar aslında simülasyon yaratmakta ve kendimize dair bir kimliği sanal ortamda yaratmamızı sağlamaktadır. Günümüz koşullarında siz bu simülasyondan kaçmaya çalışsanız da o sizi kovalayacaktır.

Fotoğraf daha çok mutlu anlardan üretilen ve hatırlatma işleviyle önemsenen bir görsel kayıttır. İnsanlığa dair yanlışları hataları, olmaması gerekenleri fotoğraflama motivasyonu bir basın fotoğrafçısında olması gereken şeydir. Ben de dahil çok kişi böyle bir motivasyona sahip değildir. Bizler için fotoğraf güzel anları belgeleyen, estetik değerleriyle haz yaratan bakan kişinin orada olmayı isteyecekleri şekilde çekilmektedir. Özetle birçok fotoğrafçı için fotoğraf daha çok mutlu olduğumuz anlarda çekilen, mutlu anları belgeleyen bakan kişinin orada olmayı isteyecekleri kayıtlar üreten bir görsel kayıttır. Ruh durumunun kötü olduğu anlarda fotoğraf genellikle çekilmez. Hatta fotoğrafı sadece hatıra amaçlı üreten kişiler için çoğunlukla hava koşulları uygun değilse, yağmur varsa, kar varsa, fırtına varsa fotoğraf çekilmez.