Epizodik hafıza, patatesli yumurta
Patates ve yumurta hem tek tek, hem de ikili olarak bizi mutlu eden, doyuran üstelik cebimizi yormayan iki güzel nimet. Şükrünü bilmek gerek.
Kızarmış ekmeğin kokusunu duyduğunda üzerine tereyağı sürecek ve çayını yudumlayacaktı. Bir süredir yedikleri bundan ibaretti zira.
Tıpkı çayın içine koyulan 6-7 kesme şekerden sonra dibinde tortu kalması gibi sanki tüm yedikleri beyninde ve midesinde bir tortu oluşturmaya başlamıştı. Sınır neydi ve kim koymuştu, buraya nasıl gelmişti?
Muhtemelen her şey sodyum asetatı koklayarak anlamaya başladığı günlere dayanıyordu. Tadına bakmakya da çekinmiyordu numunelerin. Nasıl olsa zehirli olmadıklarını öğrenmişti. Çok sonraları daha da geriye gittiğini gördü, her şeyi kokuyla hatırlayan ya da tanımlayan bir sürecin içine girmesi belli ki kendini anlamlandırmasıyla aynı zamana denk geliyordu. (Neyse ki Proust’un 3000 sayfalık Kayıp Zamanın İzinde eseri gibi bir eser yazmaya kalkmadı, haddini biliyordu.)
Neredeyse insan sayısı adedince şükretme çeşidi olduğunu öğrenmek ve bunun iç sesin ayyuka çıktığı zamanlara denk gelmesi.
Tüm bunlara vakıf olmak içinse çok uzun bir süre geçmesi gerekiyordu. Hep öyle olmuyor muydu zaten? Durduğumuz noktadan geri bakabilme şansımız olduğunda her adımın bizi buraya taşıdığını fark ederek. Halbuki o attığımız adımlar bizim hesabımızda başka yerler içindi.
Sonra bulunduğun yerde hiçbir zaman terk etmemiş olan ve gittikçe yükselen iç sesin, acaba dışarıdan da duyuluyor mu dediğin, yanlışla/doğrunun cedellinin ayyuka çıktığı zamanlar. Bir çıkış noktası bulmanın eşiği ve sonrası.
Neredeyse insan sayısı adedince şükretme çeşidi olduğunu öğrenmek ve bunun iç sesin ayyuka çıktığı zamanlara denk gelmesi.
O vakit şiir yazmayalım dedi ya da minik öyküler, belki de deneme olabilirdi. Artık hangisine gücü yeterse ama elindeki malzeme harflerden, kelimelerden değil domates, biber, soğandan oluşuyordu. Olsundu, yemek yaparak şiir, öykü, deneme olmaz mıydı. Olurdu elbet, kimin neye gücü yetiyorsa öyle yazardı, öyle yapardı, öyle bilirdi Rabbini. İkra denmişti bize, biz de okuyorduk kainatı meşrebimizce…
Patates ve yumurta hem tek tek, hem de ikili olarak bizi mutlu eden, doyuran üstelik cebimizi yormayan iki güzel nimet. Şükrünü bilmek gerek. Öyle hamdolsun Allah’ım ne güzel yaratmışsın diyerek değil elbet en güzel hale getirmek gerek. Kelimeleri güzelce yanyana dizen ona hürmetini layıkıyla yerine getiren, kalemin şükrünü eda eden bir şair gibi. Şimdi bu şiir için mebzul (sözlüğe bakıverin bi zahmet) miktarda patates ve yumurtaya ihtiyacımız var.
- Patateslerin kabuklarını soyun küp küp doğrayın, tavaya koyduğunuz sıvıyağ kızınca patatesleri koyun ve arada karıştırarak pişirin. Tavanın kapağı kapalı olsun ki daha çabuk pişsin.
(1 patates için iki kaşık sıvıyağ) Patates pişince 2-3 dal ince doğranmış pırasa ya da taze soğanı, kırmızı toz biberi, karabiberi ve 1 kaşık salçayı ilave edin, karıştırın 3 dk sonra yumurtalar için yuva açın ve bu yuvalara yumurtaları kırın, altını kısın kapağını kapayın ve yumurtalar istediğiniz kıvama gelene dek pişirin. Yumurtalar pişerken de kapak kapalı olsun ama sık sık kontrol edelim, çabuk pişer, sarıları hafif pişsin ki ekmeği banmanın bir güzellği olsun.
Yumurtaya bandırılan kızarmış ekmek, bir yudum kehribar renkli çay, bir çatal patates, şükür, şiir, epizodik hafızaya bir çentik, hamdolsun…