Edebiyat ve yalan

CAN ACER
Abone Ol

Edebi eserde aradığımız bütünlüğü yalanda da ararız. Yalan bize bir güzellik duygusu veriyorsa eğer bu duygunun kaynaklarından biri, yalanda bulduğumuz bütünlüktür.

1. Bir çocuk hiçbir menfaatine hizmet etmeyen bir yalan söyler ve biraz sonra "yalan söyledim, yalan söyledim" diye yalanını ebeveynine gülerek itiraf eder. Bu kahkaha ile karşıdakini kandırabilme yetisini kutluyordur. Gerçeğin yerini alabilecek bir gerçek üretebilen zekâsının ve karşısındakinin bu zekânın gerisinde kaldığının farkındadır. Yaratma hazzı da aynı kibri taşır. Hepimiz yazarın zihnindeki koca evren karşısında küçücüğüzdür. Yazar bu bilinçle eserini kurar ve kitabını yayımlayarak yalanını itiraf eder.

2. Edebi eser yazarın kendi üzerine ya da kendinden yola çıkarak diğerine konuşmasını içerir. Kendi hakkında konuşan gerçekliği kendinden başlatmasından dolayı işin en başında yanılgı içerisindedir. Kendilik somut gerçeği mutlak manada yakalamasını imkânsız kılacak bir çarpıtma hâlidir. Yazarın gerçeği anlattığını iddia etmesi, eserinden sonraki ikinci yalanıdır.

3. Edebi eserde aradığımız bütünlüğü yalanda da ararız. Yalan bize bir güzellik duygusu veriyorsa eğer bu duygunun kaynaklarından biri, yalanda bulduğumuz bütünlüktür.

4. Yazarın eserini üretirken yaşadığı sarsıntılar mı daha gerçektir, okuma esnasında okurun sarsıntıları mı? Yazar nerede gerçeğin nerede yalanın sınırlarında olduğunu bilir eserini üretirken. Onun sarsıntısı eserin bütününden değil, yalnız kendisinin tamamıyla bilebileceği, eserinin gerçeğe temas eden kısmındandır. Okur ise okuma eyleminin tabiatı gereği elinde tuttuğu yalanı bütünüyle gerçek olarak kabul eder. Bütün bir gerçek parçalı bir gerçekten daha sarsıcı olacaktır.

5. Şakaya maruz kalmak bize neden rahatsızlık verir? Şakayla bir yalanın içine çekiliriz. Fakat yine yalanın içine çekildiğimiz edebi eser karşısında benzer bir rahatsızlığı duymuyoruz. Aradaki ayrım edebi eser karşısında bir seyirci iken şakada yalan içinde fail oluşumuzdur. Eser karşısında yalandan zarar görmeyeceğimiz ama ona şahit olmaktan da mahrum kalmayacağımız bir mesafedeyizdir. Şakanın içinde olmayı değil şakayı seyrederek eğlenmeyi tercih ederiz. Edebi eserle aramızdaki mesafeyi şakada da yeğleriz.

6. "Valla ne söylesem yalan olur." ifadesi doğruyu da yalanı da söylemek istememenin ifadesidir. Buradan sonrası sessizliktir. Edebiyat ise sanatçıya hakikati de yalanı da söylemeden konuşma, bir şeyler anlatma fırsatı sunar. Kurmaca yazarı ne söylese hakikattir, ne söylese yalandır.

7. Rengârenk giyinmiş, abartılı biçimde saçını yapmış, bol makyajlı bir kadında sahici olmayan bir taraf buluruz. Yalanın tabiatında olan aşırılığın estetiğidir bu. Eseri estetik kılma gayretinin sezilmesi yazarı okuyucu gözünde o kadının durumuna düşürür.

8. Sanat bir tasarım olmasıyla, içinde barındırdığı oyunbazlıkla, öznellikle yalandan uzak değildir. Bir eser yalana en çok estetize edilmiş bir politikaya dönüştüğünde yaklaşır. Propagandaya niyetlendiği yerdir burası. Propaganda amacı güden sanat tarihte faşizm, Nazizm, komünizm görünümündeyken kolay fark ediliyordu. Bugün sözgelimi feminist propaganda sahteliğini daha becerikli bir şekilde gizleyebiliyor.

9. Yalan söylemek neden haz verir? Augustinus sırf yalan söylemenin hazzı için söylenen yalandan bahseder. Bir zor durumdan kurtulmak ya da birine zarar vermek için değil, amacı kendi olan bir yalan. Bu tarz yalan ile edebi eser arasında bir benzerlik var. İkisinin de amacı yeni bir gerçeklik inşa etme irademizi seyretmenin verdiği hazza ulaşmaktır. Edebi eserin benzediği bir yalan biçimi de başkalarını memnun etmek için söylenen yalanlardır. Yazar okuyucuda kendi büyüklüğünü seyretmek ister. Büyüklük yalanına (çünkü kendi büyüklüğünü seyretme arzusu doğduğunda büyüklük oradan uzaklaşmaya başlamış demektir) inanacağı tek yer ise bu büyüklüğü fark eden okuyucunun yüzündeki memnuniyettir. Yazar kendi büyüklüğünden emin olmak için okuyucuyu memnun etmek zorundadır.

10. Edebiyat mı daha gerçektir, sanal dünya mı sorusuna cevap ararken bir kurgu karakteri ile bir sosyal medya kullanıcısını kıyaslayabiliriz. Sosyal medya kullanıcısı gündelik hayatın maskelerinden sıyrılır ve sanal ortamın denetimsizliğinde kişiliğini açığa vuracak özgür alanı bulur. Benzer bir durum yazar için de geçerlidir. Kurgu yazara söylediklerinden gerçek hayattaki gibi doğrudan sorumlu olmayacağı bir alan sunar. Gündelik hayatta bazı tabu konuları ağzına alamazken eserinde rahatlıkla bu konuları işleyebilir. Sosyal medyadaki profil de kurgu karakter de dışa vuran iç gerçekliğin işareti olabilir. Sosyal medya kullanıcısı aslında profilinde kendini kurguluyordur. Edebi karakter gibi daha yoğun bir var oluşa adaydır. Yazarın okuyucu arzusu ve kullanıcının takipçi arzusu bu yoğun var oluşu fark ettirme niyeti taşır. Bacon "Açık havada çıplak gün ışığıdır hakikat; dünyanın maskelerini ve maskaralıklarını ve muzafferlerini, mum ışığında olduğunun yarısı kadar bile haşmet ve zarafet yüklü göstermez." diyor. Karakteri üzerinden yazar, profili üzerinden kullanıcı hakikatle yalan arasındaki rüyalı karanlıkta gölgelerinin büyüdüğü haşmetli görüntüyü arzular.

11. Gerçeği ve doğruyu yakalamanın edebiyatta içtenlikle mümkün olduğunu düşünürüz. İç'in gerçekle arasında bir deri vardır, beden gibi dış dünyadan o deriyle ayrılır. Gerçeği bu derinin arkasında arayamayız. İç'ten olan bir yalandır, ama aldatmaz. İçten gelebilecek en doğru şey, doğrunun içten başlamadığıdır.

12. Aniden söylenen yalandaki çevikliğe hayranızdır, doğaçlama şiir söyleyebilen ozana hayran olduğumuz gibi.

13. Gündelik hayatın rutininde yalan da gerçek de şiddetini yitiriyor. Yalan ile karşılaştığımızda bunu Tanrı'nın verdiği biçimi (hakikati) bozma teşebbüsü olarak görüp dehşete kapılmıyoruz. Bu rutinin dışına çıktığımız aşırılıklar (yoksulluk, ölüm, aşk, savaş) olmayınca gerçeği fark edemiyoruz. Gerçeğin de yalanın da koftiden olduğu bir hayat yaşıyoruz.

14.Yalana itiraz etmek mi daha onurludur gerçeğe itiraz etmek mi? İkisi de kıymetlidir elbette. Ama ben yalanı küçümseyip gerçeğe itiraz etmeyi arzu ederdim. İnsanı saran, boğan, sarmalayan gerçeğe.

15. Televizyonda bir hoca fon müziğiyle, aptalca tonlamalarıyla, şatafatlı bir dekorun önünde bir dini anlatıyı sahneliyor. Büyük hakikati kendisi kadar ucuzlatma gayretinde. Dinleyiciler arasında ağlayan yaşlı, orta yaşlı insanlar var. O gözyaşları gerçek mi? Buradaki aptallığı, tezgâhı, yalanı fark edemeyen seviyede biri büyük bir hakikat uğruna gözyaşı döküyor olabilir mi? Yeşilçam filmlerine, hidayet romanlarına, yetimliği, öksüzlüğü suiistimal eden televizyon dizilerine gözyaşı döken insanların duygularını nasıl değerlendireceğiz? Gözyaşından daha gerçek ne var? Gözyaşı döktükleri şeylerden daha sahte ne var?

16. Hepimiz yaratıcının bizi bıraktığı çukurdaysak bu çukurda gerçekten söylenebilecek ancak iki yalan vardır: Buranın bir çukur olmadığı ve buraya bizi bir yaratıcının bırakmadığı. Edebiyat buranın bir çukur olduğunu anlattıkça daha gerçek olmuyor mu?