Edebi empati ve Filistinli yazarların performatif okuması üzerine

BEYZA ŞEN
Abone Ol

Edebiyat camiası, insan deneyiminin karmaşıklığını farklı geçmişlerden gelen karakterlerin gözünden aktarırken empatiyi değerli bir amaç olarak benimsemektedir. Dünyanın dört bir yanındaki okurlar, derin bir anlayış için empati vaadini uzun zamandır övüyor ve farklı kaynaklardan okumanın da kesin bir ahlaki iyilik olduğu anlaşılıyor.

Yine de, Amerikalılar Gazze’de devam eden soykırıma tanık oldukça, ben daha da belirginleşen ve rahatsız edici bir paradoksun ortaya çıktığını görüyorum. Edebiyat yoluyla geliştirdiğimiz empati neden genellikle edimsel bir jest olarak kalıyor, neden kurgu dünyasıyla sınırlı kalıyor ve gerçek dünyada kök salamıyor?

New York, Brooklyn’de , bir çocuk olarak, Filistinli göçmenler tarafından büyütüldüm; yerinden edilme, baskı ve ötekileştirmenin içinde doğdum -kimliğimin dokusu haline gelen anlatı içine-. Genç bir Filistinli-Amerikalı kadın olarak 11 Eylül sonrası Amerikası’nda büyümek son derece yalnızlaştırıcıydı. Kökümün tartışmalarla dolu olduğunu erkenden öğrendim ve “Filistin”den bahsetmenin bile, Filistin’in var olmadığı iddiasından- dolayısıyla benim de yok olduğum iddiasındanterörist olarak damgalanmaya kadar uzanan güçlü tepkilere yol açtığını gördüm.

Büyükannemden ve büyükbabamdan aktarılan hikâyelerle, Filistinlilerin 1948’de anavatanlarından travmatik ve acımasız bir şekilde sürülmeleri olan Nakba sırasında yaşanan mülksüzleştirme ve acı hikayeleriyle her şeyi anlamlandırmaya çalıştım. Filistin tarihinin ağırlığı ve Nakba travması uzak bir tarihe kadar gitmiyor; evlerimize ve toplumumuza sızarak hepimize güçsüzlük hissi yarattı ve ilişkilerimizin dokusunu yıprattı: erkekler kadınlara karşı, ebeveynler çocuklara karşı, gelenekler özgürlüğe karşı. Baskının ağırlığı iki misliydi: İsrail ve Batı dünyası tarafından Filistinlilere dayatılan dış baskı ve kendi topluluğumuz içindeki iç baskı, daha az görünür ama aynı derecede etkili olan, travmanın ailelerimizde izler bıraktığı bir baskı. Filistinlilerin birbirlerine karşı mücadelesi, her biri yerinden edilmenin mirasıyla boğuşuyor ve sürgünde bile, belki de özellikle hayatta kalma mücadelesi bu.

İşte reşit olma sürecinin ortasında kitaplar benim sığınağımdı. Filistinli bir kadın olarak kendimi görünmez hissettiğim o yalnız zamanlarda bana yoldaşlık ettiler. Filistin deneyimini anlatan çok az edebi eser olmasına rağmen, eserlerde hissettiğim güçsüzlüğü ve yalnızlığı yansıtan renkli yazarlara ilgi duydum. Bu sayfalarda, yalnızlığımın ve kopukluğumun köklerini ortaya çıkarabildim ve ilk kez baskı güçlerinin hayatım üzerinde nasıl etkileşime girdiğini fark ettim. Kitaplar kendi dünyamın ötesindeki bir dünyaya köprü oldu ve travma geçirmiş evimin sınırlarının ötesindeki yaşam anlayışımın kapsamını genişletti.

Toni Morrison, Maya Angelou ve Audre Lorde gibi siyahi yazarların eserlerinde özellikle teselli buldum. Cesur ve gözü kara anlatılarında betimledikleri duygular, mücadeleler ve deneyimler adeta beni özgürleşme politikasına bağladı. Geçmişleri benimkinden çok farklı olan bu kadınların hikayelerinde evrensel insan deneyiminin bir parçası olarak tanıyabileceğim çok şey bulmak bir bakıma beni şaşırttı. Onların kitaplarını okumak, beni genellikle “öteki” olarak gören bir dünyada daha az yalnız, daha az yabancı hissetmemi sağladı. Ortak mücadeleler hakkında fikir sahibi olmamı sağladı ve kendi mücadelemle bağlantılı olduğunu gördüğüm davaları benimsemem için bana ilham verdi.

Bu değerli yazarların sesleri bana Filistin-Amerikan deneyimine ışık tutacak bir işe girişme cesareti verdi. Edebiyat kitaplığında Filistinliler için bir alan yaratmak ve aksi takdirde anlatılmamış veya görmezden gelinmiş olabilecek hikayeleri paylaşmak istedim. Toni Morrison ve Maya Angelou’nun benim için yaptıklarını okuyucularım için de yapmayı amaçladım; sessiz bir topluma dair anlayışlarını uyandırmayı ve hikaye anlatımının gücüyle Filistinlilere karşı empati geliştirmelerini sağlamayı…

Birçok okur için romanlarım tam da bunu yaptı. Farklı geçmişlere sahip insanların, Filistin diaspora toplumundaki nesiller arası travmayı inceleyen kitaplarımı övdüğünü gördüm. Hikayelerimin onlarda nasıl yankı uyandırdığını, onları bilmedikleri bir dünyayla tanıştırdığını duymak beni derinden etkiledi. Filistinliler için ifade ettikleri empati, bu hikayeleri paylaştığım için bana teşekkür eden mesajlarda açıkça görülüyordu.

Ancak son haftalarda, Filistin davasına verdiğim sarsılmaz desteği öğrenince şoke olan ve öfkelenen okuyuculardan gelen bir mesaj bombardımanına tutuldum. Bazı okuyucular agresif bir şekilde kitaplarımı tanıtan kişilerin kınanmasını veya desteklerinin geri çekilmesini dahi talep etti; bazıları ise Filistinlileri savunduğum için beni terörist olarak bile nitelendirdi; hatta bir okuyucu çok sevdiğini iddia ettiği son romanım Evil Eye’ı çöpe attığı bir video bile paylaştı. Bu tepkiler önemli bir soruyu gündeme getiriyordu: Başlangıçta onları Filistin’le ilgili romanlarıma çeken neydi ve bizim hikayelerimizi okuyarak ne öğrendiler?

Romanlarım doğrudan İsrail işgalinin Filistin halkı üzerinde yarattığı kalıcı travmayı ele alıyor; bu travma nesiller boyunca devam ediyor ve işgal altında ve sürgünde yaşayanlara acı veriyor. Bunu kavrayamadılar mı? Bu sözde empati sahibi okurlar Filistin kültürünün zengin dokusuna ilgi duyuyor ama önyargılarını yeniden gözden geçirmek istemiyorlar mıydı? Yoksa romanlarıma sadece bir eğlence aracı olarak mı yaklaştılar, altta yatan anlatılarla gerçekten ilgilenemediler mi? Mücadelelerimizi tam olarak görmediler ve anlamadılar mı?

Pek çok okurun Filistin’e verdiğim desteği öğrendiklerinde yaşadıkları gerçek şaşkınlık, rahatsız edici bir gerçekliği ortaya koyuyor aslında: okur topluluğunda performatif empatinin yaygınlığını… Kurgusal karakterlerime duydukları empati ile bunu Filistin’de acı çeken gerçek hayattaki insanlara uygulama becerileri arasında açık bir eşitsizlik var.

Birçok okurun sadece empati kurduğuna, ötekileştirilmiş bir yazarın eserini okuduğu için kendini tebrik ettiğine ama yine de halkının insanlığını tanımayı reddettiğine tanık olmak beni hayal kırıklığına uğrattı. Gerçek empati tarafsız ve önyargılardan arınmıştır ve aksini iddia etmek yalnızca önyargıları sürdürür. Kişinin empati kuruyormuş gibi yaparken önyargılarını gizleyebildiği bu ikilik, toplumumuzun karmaşık doğasını yansıtmakta ve bize daha yapacak çok işimiz olduğunu hatırlatmaktadır.

Gazze’de devam etmekte olan kriz, bu konunun aciliyetini örneklemektedir. Filistinlilerin edebiyatta temsil edilmemesi, Filistinlilerin seslerinin susturulmasını sürdürmekte ve beyaz olmayanların, kadınların ve diğer marjinal grupların anlatılarının göz ardı edildiği uzun bir geçmişe katkıda bulunmaktadır. Edebiyat, siyasi uyanış için güçlü bir araç olabilir ve kitaplarımın pek çok okur da Filistin davasına ilişkin farkındalık yaratmış olmasından gurur duyuyorum. Ancak farkındalık tek başına yeterli değildir. İnsanlığımızı kurgu sayfalarında fark edebiliyorsanız, empatinizi kapaklar arasında bırakmayın. Kitaplarımızı kapattıktan sonra bunu eyleme dönüştürün. Üzerine düşmemizi bekleyen gerçek dünya krizleri var.

Yazar: Etaf Rum

Çeviri: Beyza Şen