Duygularını yitiren ekonomik insan

BETÜL TAŞÇI
Abone Ol

Kapitalizmin öncelikle şehir insanına sunduğu tüketim temelli yaşam tarzının gönüllü askeri olan bu ekonomik insan modeli; gözleri kör, kulakları sağır, vicdanını çarçur etmiş, hislerini susturmuş ve köleden farkı kalmamış bir insan modelidir. Sahi, kölelik bu devirde ne arar, herkesin aklı, fikri, var; her birey özgür (!), öyle değil mi?

Ekonomi kelimesi, Aristo'nun "ev idâresi" anlamında kullandığı "oikonomia" dan gelmektedir. Bu kelime idâreyi, dengeyi, itidali, aşırıya kaçmamayı da içerisinde ihtiva eder. Bir şey ekonomikse aşırı değildir, idârelidir. Daha da önemlisi ekonomik olan "tercihe değer" olandır. İşte homoekonomikus da bu tercihe değer olanı tercih edebilen bireye, geçtiğimiz yüzyılın en büyük vaadi olarak sunulan bir etikettir. İnsanın ve insanla birlikte tüm toplumun mutlu, huzurlu ve konforlu bir hayat sürmesinin yegâne yolu "homoekonomikus bireyin sahip olması gerekenlere sahip olmak" şartından geçmektedir. Sanayi devriminden itibaren büyük çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu Orta ve Batı Avrupa kentlerinde yaşayan insanlar, geçmişe nazaran çok daha hızlı ve kolay yoldan bilgiye ulaşabiliyorlardı. Daha evvelden bir otorite belirtisi olan bilgiye; matbaanın yaygınlaşmasıyla gazete, bildiri, broşür, mecmua gibi bir çok yazılı kaynak vasıtasıyla insanlar daha kolay ulaşabilir olmuşlardı. Bireylerin homoekonomikus olma şartlarını taşıyabilmesinin yegane prensibi ise bilgi olarak görülüyordu. Rasyonel ve doğru bilgiyle donatılmış her modern insan rasyonel karar alabilirdi.

Nitekim iktisatçıların bu tezi zamanla topluma aşılandı ve kapitalist dünyada bir homoekonomikus modeli uygulamaya alındı. Homoekonomikusu, en basit hâliyle "yalnızca kendi faydasını gözeten ve sağlayacağı faydayı da maksimum hâle getirmeye çalışan; motivasyounu ekonomik kazançlardan sağlayan insan" şeklinde tanımlayabiliriz. Onun için maddi bir kazanç söz konusu olduğunda her şey kolaylıkla terk edilebilir. Öyleyse "insan için yegâne kriter, maddi kazanç elde etmek için sarf ettiği çabaların getirisinin ne olduğudur" dersek ters bir şey söylemiş olmayız. Çünkü alınan her kararda rasyonel ve ekonomik olma durumunun gözetildiği yerde hedef sadece maddi kazançtır. Sadece çıkarların gözetildiği bir sistemde duyguya ne kadar yer olabilir ki? Homoekonomikus çıkarları doğrultusunda hareket eden insandır. Onun kurduğu bütün ünsiyetler ve arkadaşlıklar pragmatik bir çerçevede olur ve bu arkadaşlıkların derinleşmesi mümkün değildir. Tıpkı bilgiyi rasyonel bir şekilde değerlendirdiği gibi, sosyal ilişkilerinde de rasyoneldir.

Bu yüzden aldığı tüm kararlar da aslında ben merkezli ve tek taraflı kararlardır. Böylesi bir tip cemiyete de ciddi bir yük oluşturmaktadır zira homoekonomikusun toplum için yapacağı hiçbir şey yoktur. İnsanı ötekiyle bağlayan en güçlü etken duygulardır. İnsanlar, kendilerinde duygu olduğu müddetçe birbirlerine inanır, güvenir, sever ya da sevmez. İşte bu sebeplerdendir ki duygusunu yitirmemiş (yani homoekonomikus olmayan) insan ancak ötekiyle derin ilşkiler kurabilir. Ancak görülüyor ki yüzyıllardır işleyen kanlı, acımasız ve duygusuz bir mekanizma var. Bu bağlamda Derviş Zaim'in Tabutta Rövaşata adlı filminden bir örnek verecek olursak; bir yanda barınacak yeri, yiyecek ekmeği olmayan Mahsun diğer yanda ise Rumeli Hisarı'nın önünde fotoğraf çektiren Japon turistler vardır. Turistler, o semtin bilindik siması olan Mahsun'dan daha değerlidir sistem için. Çünkü onlar Hisar'a para ödeyerek girerler. Turistlerin oraya para vererek girmesi onları bir anda Mahsun'a karşı tercih edilir hâle getirir.

Tamamen rasyonel düşünüldüğünde sistem haklıdır çünkü Mahsun'un o tabloda hiçbir getirisi yoktur. Japon turistlerin aksine Mahsun bir yüktür âdeta. Yine aynı filmde en etkileyici çıkışlardan biri olan "Arkadaşlar iyidir" sözü vardır. Mahsun'un duyguları hâlâ ölmemiştir ve onun için ünsiyetler anlık değildir, daha derin, daha içtendir. Kendisini ekonomik getiri ve anlık haz uğruna kandıran kadın için "arkadaşlar iyidir" hiçbir şey ifade etmemektedir. Mahsun asla homoekonikus olmayacak bir ruha sahiptir. Kendisi tüm romantikliğine rağmen, rasyonel karar alarak duygusuzlaşan ve zalimleşen homoekonomikus tipine karşılık, "asıl rasyonel olan budur" diyerek tavus kuşunu kaçırıp karnını doyurmanın peşinde koşarak her şeye ve herkese restini çekmeye devam edecektir. Kapitalizmin öncelikle şehir insanına sunduğu tüketim temelli yaşam tarzının gönüllü askeri olan bu ekonomik insan modeli; gözleri kör, kulakları sağır, vicdanını çarçur etmiş, hislerini susturmuş ve köleden farkı kalmamış bir insan modelidir. Sahi, kölelik bu devirde ne arar, herkesin aklı, fikri, var; her birey özgür (!), öyle değil mi?