Din ve ırk arasında Yahudilik

MUHAMMED YAZICI
Abone Ol

Yahudiler Bâbil Sürgünü’nden Nazi Soykırımı’na yaşadıkları diasporanın doğurduğu mağduriyet ile Kabala, Sabataycılık, Masonluk ve Siyonizm gibi mistik ve siyasi örgütlenmelerin uyandırdığı sömürgecilik arasına sıkışmışlardır.

Yahudilik ya da içeriden isimlendirmeyle İsrail’in İnancı (Emunat Yisrael) veya Musa’nın ve İsrail’in Dini (Dat Moşe ve Yisrael) önemlidir; çünkü Samî ve İbrahimi geleneğe bağlı monoteist dinlerin ilkidir. Kâdir-i mutlak tanrının (Yehova, Elohim) birliği ve benzersizliğinden kutsal kitap (Tanah, Talmud) inancına, yeme içme kurallarından (kaşrut/koşer), dua (tefila) meclislerine sonraki Orta Doğu kökenli dinlerde Yahudiliğin izlerini ya da bu gelenekle tevarüs edilen vahyî hakikatleri görürüz. Peygamberlerin kahır ekseriyetinin İsrailoğulları arasından çıkması, Tevrat’ın içerdiği hukukî detaylar, bir kahraman kurtarıcı kültü olarak Mesih (maşiyah) inancı ve Tanrı ile sık sık yenilenen ahitleşmeler, dinin sosyo-kültürel tecrübesi açısından da incelenmeye değerdir.

Diğer taraftan Yahudilik zordur; zira etnisite ile din arasındaki geçişkenlik ve İbranilerin çok tanrıcı Babillilerden, Hıristiyan Bizans’a ve Zerdüşt Sasanilere kadar kültürel etkileşimleri konunun netleşmesini güç kılıyor. Ayrıca Yahudiler Bâbil sürgününden Nazi soykırımına yaşadıkları diasporanın doğurduğu mağduriyet ile Kabala, Sabataycılık, Masonluk ve Siyonizm gibi mistik ve siyasi örgütlenmelerin uyandırdığı sömürgecilik arasına sıkışmışlardır. Bu zıt iki imaj onlar hakkında soğukkanlı yorum yapılmasını zorlaştırmaktadır.

Tesmiye ve köken

Yahudileri ifade sadedinde gelenekte üç isim kullanılır: İbranî (İvrî), İsrail (Yisrael) ve Yahudi. İlki yaygın kabule göre Hz. İbrahim’in atası Eber’e, ikincisi torunu Hz. Yakub’a, üçüncüsü Yakub’un oğullarından Yehuda’ya dayandırılır. Bununla birlikte İbranîlerin milattan önce 14. yüzyılda Kenan (Filistin) yerlileri tarafından “Ürdün Nehri’nin öte tarafında oturanlar” anlamında İbrim (Eber) veya “Fırat’ın doğusundan gelenler” için kullanılan İbri/Hibri isim köküne dayandığını öne sürenler olduğu gibi, Yahudi kelimesinin “tövbe etmek” manasındaki hâde-yehûdü fiilinden türediğini söyleyenler de vardır.

Kelimeyi Hz. Yakub’un oğlu Yahuda’ya atıfla ele alırsak, tarihi süreç içinde önce onun soy ve kabilesine, ardından Hz. Davud’un hükümdarlığına, ikiye bölünen hanedanın güney kesimine ve Bâbil sürgününden (MÖ 587) ardından, Yahuda ve Bünyamin kabilelerinden sonra tüm İsrail milletini ifade etmek üzere kullanılır. Bir diğer yoruma göre Hz. Yakub’dan Bâbil sürgününe kadar İbranîler İsrail olarak anılmış, o hadiseden sonra Samirilerden kendilerini ayırmak için Yahudi adını almışlardır. Yahudi anneden doğan veya usulüne uygun olarak Yahudi dinini benimseyen anlamında hukukî çerçeveyi hariç tuttuğumuzda, günümüzde Yahudi ifadesi hem İsrailoğulları soyundan gelmek hem Hz. Musa’nın şeriatına tabi olmak gibi etnik ve dinî idiyeti ifade eder. Yahudiler azınlıkta oldukları İslam ülkelerinde Musevî ismini tercih etmişlerdir.

Tek tanrı inancından monoteizme geçiş

İbrani halkın ya da İsrailoğulları’nın dinler tarihindeki rolleri, tek tanrı düşüncesini kabul etmeleri değildir. Mesela Babilliler yüce bir tanrı olarak Ay’ı biliyor, Samî halklarının ilahlar topluluğu (panteon) tanrı El’in etrafında şekilleniyordu. Kenan, Suriye, Fenikiye gibi doğu Sami bölgelerinde Baal (Rabb), El (kudret) ve Meleb (malik) çeşitli ibadet merkezlerinde önemli rol oynamışlardır. Geleneksel Hind, Çin ya da İran dinlerinde dahi en tepede mutlak bir yaratıcı fikri bulunmaktadır. Buna rağmen Yahudilerin ulaştığı tek tanrı düşüncesi, onun hiçbir şeye benzememesi, bir gaye için yarattığı kâinattan tamamen ayrı ve görülmez olması, hiçbir şeyin düzenine ve ihtiyacına tabi olmaması, mazlumların ve doğruların tarafını tutması ve tarihe doğrudan müdahale etmesi gibi vasıflarla diğer monoteist kabullerden ayrılır.

Peki, bu geçiş nasıl sağlanmıştır? İsrailoğulları’nın tanrı Yehova ile akitleşerek seçilmiş bir millet olmalarına giden tarih süreç nedir?

Yahudi kaynaklarına dayalı genel anlatımda Yahudilerin tarihî kökeni milattan önce 18. asır civarında Kenan topraklarına yerleşmek üzere Kalde’den göç eden Sümerli bir kabileye dayanır. Hz. İbrahim’in (Avram/Abram/ Abraham) nesli olan İbraniler bir zaman sonra onun oğlu Hz. İshak ve torunu Hz. Yakub’un soyu üzerinden Mısır’a yerleşen on iki kabileyi meydana getirmiş, orada köle durumuna düştüklerinde Hz. Musa tarafından kurtarılarak siyasi birliğe kavuşmuş, Kenan bölgesinin fethiyle birlikte yerleşik bir toplum haline gelmişlerdir. Bu süreçten itibaren milattan önce 936 yılında Kral Süleyman’ın ölümünden 586’da Kudüs’te mabedin yıkılışına dek uzanan kuzey ve güney toprakları arasındaki bölünmeye (İsrail ve Yahuda krallıkları) şahit oluyoruz.

Yahudi kutsal metni Ahd-i Atik (Tanah) patriyarklar ya da İbrani dini olarak ele alınan bu devri (MÖ 1800-1300) kurucu atalar üzerinden öyküleştirmektedir. Diğer adıyla Eski Antlaşma’nın ilk kitabı Tekvin ’de Tanrı’nın ilk olarak İbrahim’e ve soyuna Kenanlıların yurdu olan kutsal toprakları vadetmiş, o da kabilesiyle birlikte buraya göç etmiştir. Kıssa Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde de anlatıldığı üzere daha sonra baş gösteren kıtlık dolayısıyla Hz. Yakub’un Hz. Yusuf’un himayesinde Mısır’a yerleşmesi, zamanla İsrailoğulları’nın Firavunlar yönetiminde köleleştirilmesi, milattan önce 13. yüzyılda Hz. Musa önderliğinde Mısır esaretinde kurtulup önce Sina Çölü’ne, sonra kendilerine vadedilmiş topraklara dönmeleri şeklinde devam eder.

Tanrıyla ilk ahitleşme

Yahudileri imtiyazlı bir millet kılan ve çeşitli devirlerde peygamberler vasıtasıyla yenilenen tanrısal anlaşmaların ilki kutsal kitapta şöyle yer alır:

“Avram doksan dokuz yaşındayken Rab ona görünerek, “Ben her şeye gücü yeten Tanrı’yım” dedi; “Benim yolumda yürü, kusursuz ol. Seninle yaptığım antlaşmayı sürdürecek, soyunu alabildiğine çoğaltacağım.” Avram yüzüstü yere kapandı. Tanrı, “Seninle yaptığım antlaşma şudur” dedi; “Birçok ulusun babası olacaksın. Artık adın Avram değil, İbrahim olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım. Seni çok verimli kılacağım. Soyundan uluslar doğacak, krallar çıkacak. Antlaşmamı seninle ve soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrı’sı olacağım. Bir yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim. Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak.”

Tarihin belli döneminde vahiy üzerinden belirginleşen bu ilahi lütuf ve fazilet aslında ilk insandan tevarüs edilerek Yahudi milletine gelmektedir. Tevrat’a göre bütün insanlar tek bir atadan; Âdem’den gelmişlerdir (Bney Adam) ve bu yönüyle kardeştirler. Onun ardından Nuh’a idiyetle hepsi Nuhî’dir (Beni Noah) ve oğlu Sam ile ırksal ayrım başlamıştır. Yahudiler Nuh’un faziletinin oğlu Sam’a, onunkinin İbrahim’in büyük babası Eber’e, ondan İbrahim’e geçtiğini kabul ederler. Eber’in faziletini taşıması için kendisine İvri (İbrani), konuştuğu dile İvrit (İbranice) denir. Aynı fazilet oğlu Hz. İshak’a geçerek onun soyunun mübarek kılınacağı bildirilmiş, Hz. İbrahim diğer oğlu İsmail’i ve annesini, İshak’ın annesi Sara’nın isteği üzerine Paran bölgesine yerleştirmiştir. Arapların soyu Hz. İsmail ile bu süreçte birleşmektedir. Yahudilerin atası Hz. İshak, Araplarınki Hz. İsmail sayılır.

Eleştirel hatırlatma

Konunun burasında parantez açarak farklı bir bakış açısına yer verelim. Gerek Hz. İbrahim ile gerek İsrailoğulları’nın aşkın tanrı fikrine geçişleriyle ilgili buraya kadar anlatılanlar dinler tarihindeki yaygın anlatıyı yansıtmaktadır. Buna karşın İsrail dininin tarihi gelişimini kutsal kitap üzerinden ve Mısır, Bâbil, Asur vesikalarına dayanarak ele alan Annemarie Schimmel şunları kaydeder:

“Kenan’a (MÖ 2000’den beri) gelen, herhalde Arabistan ve Irak’tan hicret eden İsrailliler ise bedevi bir kültüre mensup, iptidai milletlerin hepsi gibi o zaman pek derin bir Tanrı anlamına henüz varamamış bir kabile idi. Muhtelif maddelerde peyda olan tabiatüstü kuvvete inanmışlardır.”

“Musa’nın Mısır’dan çıkardığı aşiretin dini, büsbütün başka bir görünüşten ileri gelmiştir. Eski zamanlarda (kat’î bir tarih bilmiyoruz) belki tesadüfen Mısır’a gelmiş olan bu aşiret, Musa’nın riyasetinde belki 14. asırda akrabalarının memleketlerine, Kenan’a göçmeye başlamıştır. Bu Mısırlı İsraillilerin aslının, Yakup’un oğlu Yusuf’a bağlanması kâhinlerin güzel bir uydurmasıdır. Tevrat’ın tarih tasavvuru, adi [sıradan] tarihin hadiselerini değil, İsrail’in ilahi bir plana göre geçirdiği safhaları belirtmeye çalışmaktadır. Musa’ya Tur Dağı’nda ismini vahyeden Yahve, belki esas itibarıyla Tur Dağı’na mensup olan bir fırtına ilahıdır. Ateş ve gök gürültülerinin içinde tecelli eder; belki de o civarda yaşayan Midyan kabilesinin bir aşiret ilahıdır. Fakat derhal bu mahdut yer ve küçük aşiretten ayrılıp kendisine bağlı bir ruhani cemaatin ilahı şeklinde görünmektedir. Başka Sami ilahlarının faaliyet ve kuvvetlerinin tabiatın doğuş ve ölümünde belirmelerine rağmen, bu ilah kendini tarihte gösterir: Birdenbire bir millet, her sene yeniden meydana gelen tabiat tezahüratının sonsuz deveranına bakmaktan vazgeçip tarihin kıymetini, yani tarihte Allah’ın idaresini görmeye başlamıştır. Bize pek tabii görünen bu hal, aşağı yukarı 3500 sene evvel yaşayan insanların zihniyetlerinde büyük bir değişikliğe sebep olmuştur.”

Aynı müellife, Tevrat’ta Hz. İbrahim ile bilgileri (Tekvin, 12-25) “Hakiki tarih olmaktan uzak kalıp belki eski zamanlarda Filistin’de yaşamış ve Irak’tan gelen Sami aşiretlerinin bir numunesi olan bir muhterem insanın hayatı hakkında lejandlar [simgesel anlatım, efsane]” olarak değerlendirir; “Bu gibi lejandlarda bir milletin ruhanî tarihi teksif edilmektedir.”

Devam edecek…