Dergiler ormanından yedi güzel ağaç

AHMET KOT
Abone Ol

Bir zamanlar birkaç söz ustasının bir araya geldiğinde hemen bir dergi çıkardığı günlerden, bugün artık ya fanzin düzeyine evrilmiş birkaç yapraklık heves dergileri ya da kallavi yayın gruplarının çıkardığı okkalı dergiler dönemine geldik.

Yüzyıllar ötesinden edilen “İlginç zamanlarda yaşayasın” bedduası bugünleri yaşayan bizler için söylenmiş olmalı. Sözün hakikat peşinde olduğu, anlamın yerli yerine oturduğu, hikmetin muhatabını bulduğu o kadim zamanlardan öylesi ilginç zamanlara geldik ki insanı insan yapan kelimeler aleminde at izi it izi karışmış halde; bir kaos karmaşadır gidiyor. Binlerce yıl ötenin toprak tabletlerinden Mısır papirüslerine, Bergama parşömenlerinden Uygur kağıdına akıp gelen bu hikmet zincirinin havada varla yok arası uçuşan instagram kepazelikleri arasında yitip gittiğine şahit olduğumuz günlerdeyiz. İnsana kelimelerin verildiği günden bugüne varoluşun ontolojik yükünü taşıyan söz âleminin dünyamızdan kayıp gidişini hayretle izliyoruz.

Dünyayı son yüzyılın ikinci yarısında idrak edenler, yani elli sonrası kuşağı, elimizden kayıp giden hikmet kırıntılarının son tanıkları oldu. Bu elli sonrası kuşağı, kadim sözün taşıdığı muhtevanın eriyişiyle iç içe yürüyen bir araçsal dönüşümün adım adım izleyicisi ve hatta bir parçası oldu. Beş bin yıllık madeni harf kalıplarını tek tek dizdikten sonra üzerine mürekkep sürülerek kâğıda aktarma yöntemiyle gerçekleştirilen baskı tekniğinden bugüne, günümüzün tek bir ekranda tüm baskı işinin halledildiği günlere gelmek çok değil, sadece yarım yüzyılda gerçekleşiverdi.

Basılı kâğıdın geçirdiği bu dönüşüme bir ağıt yakmak niyetinde değiliz. Bir zamanlar birkaç söz ustasının bir araya geldiğinde hemen bir dergi çıkardığı günlerden, bugün artık ya fanzin düzeyine evrilmiş birkaç yapraklık heves dergileri ya da kallavi yayın gruplarının çıkardığı okkalı dergiler dönemine geldik. Olup biten olup bitmiş oluyor. Geleceği de yalnız O biliyor. Ellili altmışlı yılların efsane dergilerinde kısa bir gezinti için başladık söze. Oradan yürüyelim ve bir ömür yanından geçtiğim, kuruluşunda ya da mutfağında bulunduğum, birçoğunun kapak ve iç tasarımlarını yaptığım, yazılarımı şiirlerimi yayınladığım ya da tashihlerini yaptığım, abone topladığım ya da zarflarına pul yapıştırdığım ve de en önemlisi, yazıhanesinde dostlar edindiğim dergilere birer selam verelim.

Bu dergiler niçin çıktı, kaç sayı çıktı, kimler yazdı, bugüne kimler kaldı, nasıl kapandı? Bütün bunları akademik araştırmalara bırakalım. Birçoğu artık aramızda bulunmayan güzel insanların çıkardığı, gül alınıp gül satılan dergiler ormanından Yedi Güzel Ağaç’la hatıralarımızı canlandıralım. Bir ömre neler kattıklarının, gölgelerinde bulunmanın neyi nasıl dönüştürdüğünün birer şahidi olalım.

Büyük Doğu

Ellili yılların son zamanları… Henüz güzel insanların güzel atlara binip gitmediği yıllarda bir genç yolcu, babasının her ay eve getirdiği Büyük Doğu ile tanışıyor. Resimlerine bakıyor. Üstadın henüz o yakıcı cümlelerini algılayamasa da resim altlarından harfleri sökmeye çalışıyor. Okuma yazma yolculuğunun ilk adımlarını atıyor. Harflerden kelimelere geçmeye çalışıyor. Babasının eski zamanların misafir odalarındaki küçük cam raflı “büfe”yi kütüphaneye dönüştürdüğü raflardan bir kitabın sırtındaki harfleri zihnine yerleştiriyor: O ki O Yüzden Varız. İlk okuduğu kelimeler, bir kitabın sırtı. Yıllar sonra anlayacak ki, bu kitap Necip Fazıl’ın Çöle İnen Nur’unun ilk baskısı. Sonra bu çocuğun gençlik yıllarının ortalarında Büyük Doğu’nun mutfağında işler yapacağını, Üstad’ın kendi sesinden kendi seçtiği şiirlerini plak halinde yayınlayacağını kim bilebilirdi?

Diriliş

Diriliş ağacının kökleri, tabii Sezai Karakoç üzerinden, basılmış ama hiç yayıma girmemiş Yeni Ay ve Cemal Süreya ile kurdukları Şiir Sanatı’na uzanır. Bir dalı da ortaokul öğrenciliği dönemimizde okulumuzun kütüphanesine.. Okul kütüphanemiz Diriliş’e abone, aynı zamanda Hisar’a, Hareket’e, Yeni Dergi’ye, Türk Dili’ne… İşte böyle bir okul kütüphanesi. Türk edebiyatının ufuk açan şiirlerinden örnekler okuyoruz. Şiire ilk adım, Diriliş’in açtığı kapıdan atılıyor. Açılan bu kapıdan başlayan yolun Diriliş yazıhanesinde üstadın yazılarını dergiye hazırlamaya, Diriliş’in şairi ve çevirmeni olmaya kadar uzanacağını, hatta daktilo edilmiş metni elden ele dolaşan Monna Rosa’yı teksir baskıyla 500 adet çoğaltıp dağıtarak belki de Türk yayıncılığının ilk korsan baskısını yapmış olma gurur ve şuuruna kadar varacağını kim bilebilirdi?

Deneme – Gelişme

En ilginci de bu belki… Eskişehir’de üç-beş lise öğrencisi, şehirdeki Atasoy ağabeylerinin de kışkırtıcı desteğiyle 14 sayıya ulaşan bir edebiyat dergisi çıkarıyorlar. Daha ilginç tarafı da şehirdeki matbaalarda henüz harflerin tek tek elle dizildiği baskı teknolojisi mevcut ve bu dergi beş bin yıllık baskı teknolojisinin son örneklerinden biri olarak yayınlanıyor. Başyazı’lar Salah Buhara müstearıyla Atasoy Müftüoğlu’ndan. Deneme’nin ilk sayısındaki başyazı, Müftüoğlu’nun da ilk yazısıdır. Hepimiz takma isimlerle yazıyoruz, okul idaresi tarafından cezalandırılma korkusuyla. Haydar Ergülen dahil hepimiz ilk yazı ve şiir denemelerini Deneme’de yayınlıyoruz. Rahmetli Çapan abinin Kürtlük damarının kabardığı bir anda şiddetli önerisiyle kırmızı renkle başlayan ve her sayıda değişin bir renk seçtiğimiz kapağı ben hazırlıyorum ve Deneme logosu da benim yeryüzü tarihindeki ilk logom. En gurur verici olay da, kim olduğunu bilmediğimiz bir okuyucu kitlesinin içinden, bir gün, Nurettin Topçu’nun çevresindeki Mustafa Kutlu, Ezel Erverdi, Ebubekir Erdem gibi isimlerin bizimle tanışmak ve desteklemek üzere İstanbul’dan kalkıp Eskişehir’e gelmeleri ve Yediler Parkı’ndaki sohbetimiz..

Ekip liseyi bitiriyor ve Ankara’da Gelişme dergisinin çıkarıyor. Deneme çıraklıksa, Gelişme kalfalık dönemi. Birçok ismi konuk etti sayfalarında bu iki ağaç. Cahit Zarifoğlu, Mustafa Kutlu, Erdem Bayazıt, Nabi Avcı, Ebubekir Eroğlu, Ahmet Kot, Kamil Eşfak Berki, Mehmet Ragıp Karcı, Arif Ay, Mustafa Özçelik… ve birçok müstear imza. Birkaçını zikredip geçelim, kimler olduğunun ifşasını edebiyat tarihçilerine bırakalım: Veysel Vedat, Salah Buhara, Mehmet S. Kan, Umur Erkan, Celayir Tunç,

Edebiyat

Efsane devrimci Nuri Pakdil’in Akay Yokuşu’ndaki Edebiyat yazıhanesinin müdavimi oluyoruz Ankara’da. Şiir, eleştiri, çeviri yayınlıyoruz Edebiyat’ta. Nuri ağabey gelenlere “Roman okuyor musun?” diye soruyor ve “Okumam,” diyene “Bizim roman okumayanla işimiz olmaz arkadaş,” cevabının “Vaay, ne rijit adam,” diye hayranlıkla alkışlıyoruz. Cahit Zarifoğlu, Erdem ve Ahmet Bayazıt kardeşler, Rasim ve Alaattin Özdenören kardeşler, Mehmet Akif İnan, İsmail Kıllıoğlu, Bahri Zengin, Hasan Seyithanoğlu ve birçok edebiyat dostu, hepsi oradalar. Osman Nalbant bir derviş ihtimamıyla hizmet ediyor, çay getiriyor. Baha ‘muhit’liğini hissettiren ilk mekân, gölgesinde geçirdiğim saatleri en çok özlediğim ağaç, Edebiyat dergisidir.

Mavera

Sonra gür bir dal verdi bu ağaç ve Mavera doğdu. Erdem, Cahit, Rasim, Akif ağabeyler toplandık. Nasıl bir dergi olsun, adı ne olsun, saatlerce konuşuldu. Adı önce sözler olarak düşünüldü ama böyle bir yayınevi olduğunu hatırlattığımda vazgeçildi. Mavera’da karar kılındı. Kapak tasarımı doğal olarak benim üzerimde. Yıllar içinde büyük bir çınar haline geldi. Birçok yazar ve şair yetiştirdi. Tam on dört yılda 163 sayı yayınlandı. Zaman zaman yazdığım, çizdiğim, alkışladığım bir dergi oldu. Kimler yazdı? Sayamayacağım kadar çok.

Yönelişler

Daha sonra seksen kuşağı olarak edebiyat hayatında yer bulacak olan kuşağın ilk filizlenmeleridir Yönelişler. Ebubekir Eroğlu – Adnan Tekşen ikilisinin yeşerttiği bu ağaç 53 sayıda ömrünü tamamladı ama birçok izler bıraktı, yeni kapılar açtı. Daha sonra ismi edebiyatımızda sıkça anılacak önemli şairler Yönelişler’e konuk oldu. Ahmet Kot, Borges’ten Bir Efsanenin Biçimleri’ni çevirdi. Ahmet Yücel, Adnan Özer, Ebubekir Eroğlu, Hüseyin Atlansoy, İhsan Deniz, Kamil Eşfak Berki, Mehmet Ocaktan, Şakir Kurtulmuş derginin ana eksen şairleri oldular.

Benim için bir acı tarafı şudur: Kapak tasarımı işi yine bendeydi. Yönelişler ismindeki i harfinin noktasını tepeye değil de yan tarafa yerleştirdiğim için itiraz eden Ebubekir Eroğlu’na belki de gereksiz ama haklı bir sanatçı inadıyla direndim. Değiştirirse dostluğumuzu çiğnemiş olacağını, uzun yıllara dayanan arkadaşlığımızın biteceğini söyledim. Dergi yayınlandığında nokta üstte idi. Ben de sözümü tuttum.

Bu kubbenin sözler ormanında nice güzel dergiler çıktı. Gökteki yıldızlar kadar çoktular. Hepsi birer ulu çınardı ve her okurun da hayatında “yedi güzel ağaç” oldu mutlaka. Altında buluştular, okudular yazdılar, devrana durdular.

Ben gölgesinde eylendiğim kendi ağaçlarımı yazdım.

Herkes de yazsın isterim.