Dava, insanlık davası
Vahdet için, insanın öncelikle önündeki engelleri kaldırması gerekir. Bu, bir tür yüksek atlama koşusu gibidir. Her seferinde yükselen engel, mutlaka aşılmalıdır.
Aşık Veysel Baba, “Birlik Destânı’nın sonunda şöyle der: “Veysel bakma sağa sola / Sen Allah’tan birlik dile / İkilikten gelir belâ / Dâvâ, insanlık dâvâsı…”
Bizim asıl meselemiz, “insan”, özellikle de “Hazret-i İnsan” olabilmektir. Gerisi boştur. Bunun için vahdete ulaşmak gerekir. Varlığın bir olduğunu algılamayı başaran kişi, artık, “beşer”den “insan”a yükselebilmiştir. Beşer, karışık olan, şaşabilen demektir. İnsan ise, Allah’ın en yetkin tecellisi, belirtisi, açılmasıdır.
Vahdet için, insanın öncelikle önündeki engelleri kaldırması gerekir. Bu, bir tür yüksek atlama koşusu gibidir. Her seferinde yükselen engel, mutlaka aşılmalıdır.
Engellerin en büyüğü, “kul hakkı”dır. Cenab-ı Hak, “bana kul hakkı ile gelemezsiniz” buyurmuştur. İnsan için helal lokma bir engeldir, haram lokma ise, yedi kuşakta ancak temizlenir. Bu yüzden yediğimize içtiğimize dikkat etmeliyiz. Kazancımız helal olmalı. Helal kazandığımızda insanların, hayvanların, bitkilerin ve diğer var olanın hakkı olduğunu daima düşünmeli, onu paylaşmayı bilmeliyiz. Gönülden paylaşmak, yüksek bir insanlık niteliğidir.
Attığımız her adıma dikkat etmeliyiz. Toprağa abdestsiz basmamalı, temiz, tâhir olmalıyız. İnsanın insan olabilmesi için ağzı besmeleli olmalıdır. Alırken, verirken, başlarken, yola çıkarken, evden çıkarken, yolda yürürken, ikram ederken, başlarken besmele ile başlaması pek çok güzeldir.
İnsan olabilmenin bir yolu, kibir, kin, öfke, haset, kıskançlık, çekemezlik, bilhassa gıybetten uzak durmaktır. Yunus Emre, yüzyıllar öncesinden bize ne güzel öğüt verir : “Bunca kibr ü kin yüzünü çekmek neden!”
Değil mi? Kibir ve kin ağır bir yüktür, bunu neden sırtımıza yüklüyoruz? Mübarek Kuran’da, “nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır” buyurulmuştur. Büyük bilge-şairimiz Hz. Mısrî, “Hak’tan ayân bir nesne yok / Gözsüzlere pinhân imiş” buyurur. Demek ki, varlığın içine Hak, dışına halk diyeceğiz ve görünen, işitilen, dokunulan ne varsa Hak bileceğiz, Hak nazarıyla bakıp ona göre davranacağız. Bu durumda, varolana hürmet edeceğiz. Harakanî hazretlerinin o güzelim öğüdünü unutmayacağız: “Dergâhımıza gelene ekmeğini, suyunu verin; sakın dinini, inancını sormayın. Allah’ın can bağışlamaya değer bulduğu her varlık, bizim soframızda gıdalanmaya layıktır…”
Eliaçık, ikramkâr olacağız. Paylaşacağız. Eşitlikçi ve âdil olacağız. İnsan olmanın en işlevsel yollarından birisi, halkı Hak bilip, menfaatsiz ona hizmet etmektir. Allah, yarattıklarına hesapsız-minnetsiz hizmet edenleri çok sever ve onlara büyük ikramlarda bulunur.
Yine bir Bilge, halka hizmetin değerini şöyle anlatır: “Her sabah, âlim ilmini, âbid, ibadetini, zengin malını artırmak için uyanır. Ben ise, bir muhtaç kardeşime derman olma isteğiyle uyanırım.” Ne yüce bir ideal değil mi kardeşlerim? İşte bu yücelik bizi, insan olma yolunda daha süratli yürütür. Biz, yolcuyuz. Burada sonsuz kalmak için gelmedik. Burası bir istasyon gibi. Buradan gideceğiz ve sonsuz yolculuğumuz devam edecek. Gerçekten insan olabilmek için önümüzde upuzun bir yol var. Orada yeni yeni duvarlar ve engeller bulunuyor. Onları ancak iyilikle, güzellikle ve hayırla aşabiliriz. Ahmed Yüksel Özemre merhuma bir gün bir öğrencisi, kendisine öğüt vermesi için istirhamda bulununca şöyle demiştir: “Evladım, her sabah, okuluna veya işine gitmek üzere evden arınmış bir halde çık, sokakta gördüğün herkes için dua et. Bunu uzunca bir süre tekrarla. Göreceksin, bu iyiliğin, doğrudan senin ruhunu besleyecek, insanlığın için en değerli desteği sağlayacaktır.”
Sabırlı olacağız. Sabır, açılmaz görünen her kapıyı açmanın en etkili yoludur. Kanaat edeceğiz, yetinmeyi bileceğiz. Kanaat, çok değerli, tükenmez bir hazinedir ve bizim insanlık kalitelerimi yükseltir.
Üreteceğiz. Mübarek Kuran’da, “İnsan için emeğinden, çabasından fazlası yoktur” buyurulmaktadır. İnsan, maddî ve manevî değerler üretebilen yegâne varlıktır.
Hâsılı, insanlık, Yüce Yaratıcı’mızın emir ve yasaklarına uymakla başlayan, O’nu ve dolayısıyla bütün yarattıklarını sevmek ve saymakla devam eden, nihayet ‘varlığa sevinmemek, yokluğa yerinmemekle’ hayli yol alan çileli bir seyahatten ibarettir.
Büyük Ynus, “davası olanın mânâsı olmaz” der. Buradaki “dâvâ”, benmezcilik, kendi çıkarını düşünme ve kibirdir. Demek ki, mânâya yani hakikate ulaşabilmenin yolu, nefsin kötücül isteklerini terk etmekten, bu yüzden sabretmekten geçiyor.