Cezayirli her çocuk gibi: Rachid Mekhloufi

RIDVAN TULUM
Abone Ol

Mekhloufi isteseydi, Fransız futbol tarihinin en şanlı oyuncularından biri olabilirdi. Fakat bütün bu kazanımlar ona memleket özlemini, toprağa bağlılığı, yüz yılı aşkın bir süredir 800.000 Fransız sömürgecinin Cezayirli Müslümanlara ettiği zulmü unutturamazdı.

Mekhloufi isteseydi, Fransız futbol tarihinin en şanlı oyuncularından biri olabilirdi.

“Coğrafya kaderdir” diyen Ibn Haldun’u yalanlayacak bir hayat hikâyesine sahip Mekhloufi. Memleket özleminin her şeyi değiştirmeye yetecek bir güce dönüşmesinin büyük bir anlatıcısı o. “İnsan, gitmekten yapılmıştır” diyen şairi de yalanlıyor belki, insan bir gün geri dönmek için gider, diyerek. Her neyi yaşıyor, her neyi istiyorsak bir gün başladığımız yere döneriz, dönmesek bile o yer için bir şeyler yapmaya çabalarız. İnsanız en nihayetinde ve elbette başladığımız yerde kendimizi ararız. Kendimizi ararken de çevremizi, yaşadıklarımızı, hayal kırıklıklarını, ezilmeyi, hor görülmeyi, işgal altında kalmanın ne demek olduğunu asla unutmayız. Mekhloufi isteseydi, Fransız futbol tarihinin en şanlı oyuncularından biri olabilirdi. Dönemin en büyük takımlarından biri, 50’li yılların muhteşem takımı Saint-Étienne’nin formasını yıllarca terletebilir, ödüller alabilir ve kupalar kazanmaya devam edebilirdi. Fakat bütün bu kazanımlar ona memleket özlemini, toprağın ne söylediğini, yüz yılı aşkın bir süredir 800.000 Fransız sömürgecinin Cezayirli Müslümanlara ettiği zulmü unutturamazdı.

10'ların şahı
Cins

Sekiz yaşındaydı, Cafe de France’ın olduğu yerde polisle Cezayir’in özgür olmasını isteyenlerin arasında çıkan çatışmaya şahit olduğunda. Bir çocuğun gözlerinden, aklından ve yüreğinin bir köşesinden asla çıkmayacak bir film seyrediyordu sanki Mekhloufi, bir çocuğun hiçbir zaman görmemesi gereken şeylere şahit oluyordu. 50.000 kişi can vermişti. Burada başladı onun hikâyesi, Cezayir’e umut olma ateşi belki de ilk burada kıvılcım aldı. Sonrası mı, sonrası… Ülkesinin Bağımsızlık Savaşı’ndan kaçarak Fransa’ya yerleşti. Daha iyi bir geleceğe sahip olma arzusu ona Sêtif’te yaşanan zulmü unutturmaya yetmiyordu. 18 yaşındayken Saint-Étienne ile anlaştı. Gelecek vadeden büyük bir oyuncu olma potansiyeli vardı. Cezayir asıllıların Fransa’ya göç ettiği, düşmanına teslim olmaya niyet ettiği yıllarda bu genç adamda onlardan biri olmak üzereydi. Ama dedik ya, 8 yaşındayken gördüklerini asla unutamıyordu. 57 yılında Fransa Ligi’ni kazanan takımın önemli oyuncularından biri olarak Fransa milli takımını temsil etme şansına erişmişti.

Bu takım beraber Arjantin Askeri Dünya Kupası’nı elde etti.

Bu takım beraber Arjantin Askeri Dünya Kupası’nı elde etti. Yine de bu kupa pek de prestij sahibi bir organizasyon sayılmazdı. Buradaki başarısından dolayı 58’de İsveç’te düzenlenecek Dünya Kupası için asıl milli takımdan davet aldı. O dünya kupasında, dünya kupaları tarihinde Brezilyalı Ronaldo’ya kadar kırılmayacak gol rekorunu – bir Dünya Kupası’nda 13 gol – kıran Just Fontaine ile takım arkadaşlığı etmiş olsa da yarı finale kadar gelen Fransa, Pele’li Brezilya’ya yarı finalde 5-3 yenilerek kupaya veda etti.

  • Mekhloufi’nin istediği bunlar değildi, şan şöhret, kupa, madalyalar, güzel kadınlar, medyanın onu takip etmesi… Hiçbiri değildi. Onun istediği bir başkası olmamaktı. Bir başkası olmamanın yolu da Cezayir için mücadele etmekten geçiyordu.

Bir gün kafasına koydu ve bütün çalımıyla, hıncıyla, öfkesiyle, sekiz yaşındaki Mekhloufi’yi de yanına alarak, 13 Nisan 1958’de kimseye haber vermeden ortadan kayboldu. Bu ortadan kaybolmalar devam etti başka futbolcuların da katılımıyla. Bir çığ gibi büyümedi belki ama niyetlerini belli etmişlerdi, İbrahim peygamberin ateşine su taşıyan karıncanın niyetiydi belki de bu.

Bu toplu kaçısın planlı bir hareket olduğu, gizli bir plana dayandığı daha sonradan anlaşıldı.

Fransa Ligi’nde o dönem 38 Cezayir asıllı futbolcu vardı ve büyük çoğunluğu neredeyse istikballerini yakarak Mekhloufi ile gitmişti. 11 kişiydiler. Mekhloufi ile birlikte en çok göze çarpan Monaco’nun oyuncusu Mustapha Zitouni idi. Geride kalanların ise maaşlarının büyük bir bölümünü direniş hareketine bağışladıkları söylense de bu konuyla ilgili kesin bir bilgiye ulaşmak neredeyse imkânsız. Bu toplu kaçısın planlı bir hareket olduğu, gizli bir plana dayandığı daha sonradan anlaşıldı. Cezayirli direnişçiler, Fransız’da futbolcularına varana kadar herkesin direnmesini istiyorlardı. Bu yüzden Fransa’nın kayıp futbolcularını bir araya getirerek, Ulusal Kurtuluş Cephesi adı altında bir milli takım kurdular. Zamanında Fransa’da top koşturan Mohammed Boumezrag oyuncularla tek tek görüşmek için sürgünde bulunduğu Tunus’tan Fransa’ya kaçak yollarla girmişti. Bazı oyuncular Boumezrag’ın teklifini reddetmiş olsalar da birçoğu bu teklife kayıtsız kalamadı. Kayıtsız kalamayanlar elbette çocukluğunu hatırlayanlardı.

Hikâye burada başlıyor, kurşun sıkmadan direnmenin hikâyesi, düşmanı düşmana benzemeden yenmenin hikâyesi belki de.

13 Nisan’da bu ‘firari oyuncular’ kendilerini Tunus’a götürecek kişilerle buluşmak üzere Roma’ya doğru yola çıktılar. Hikâye burada başlıyor, kurşun sıkmadan direnmenin hikâyesi, düşmanı düşmana benzemeden yenmenin hikâyesi belki de. Tunus’ta antrenman yapmaya başlayan bu takım, Avrupa, Amerika, Asya ve Afrika’da futbol maçı turları düzenledi. 58-62 yılları arasında. Bağımsızlık Savaşı kazanılınca bu takım dağıldı. ‘Firarilerin Takımı’ dağıldı ve resmi yollarla bir milli takım kuruluyordu. Kurulmasına kurulmuştu ama FIFA bu takımı bir süre kabul etmedi. Bütün bu kabul görmemeler Mekhloufi’nin umurunda değildi artık, o top koşturmaya devam etmeyi istiyordu. Dünya Kupaları alsın FIFA’nın olsundu. Sekiz yaşındaki Cezayirli çocuk artık özgürdü. Çocukluğuna dönmüş bir adam olarak tekrardan sahalara adımını atacaktı o.

İşviçre’nin Servette takımına gidiyor ve gittiği sene şampiyonluk kupasını kaldırıyordu. Sonra eski aşkı Saint-Étienne’in ‘geri gel’ çağrısına kayıtsız kalamıyor ve İkinci ligdeki takımı birinci lige çıkarıyor, şutlar atıyor, şutları bir özgürlük şarkısına dönüşüyordu. 68’de takımdan ayrılana dek üç kez lig şampiyonluğu elde etti. Sonrası Bastia, sonrası üç kez teknik direktörlük yaptığı ülkesinin milli takımı…

Hayat, emek ve Zidane!
Cins

Onun başında olduğu Cezayir, 75’te Akdeniz Oyunları’nı, 78’de ise Afrika Oyunları’nı kazandı. O, her zaman geri dönme ihtimalini, vatan hasretini, memleket duygusunu ve emperyalist güçlere direnmeyi bir arada seslendiren bir orkestraya şeflik etti. Tehdit edildiği için ortadan kaybolduğunu söyleyenlere karşı ise tek bir cümle kurdu: “Sêtifli her çocuk aynısını yapardı.”