“Cehennem Köpekleri”
Kendilerine‘Şurat’diyorlardı, yaninefsini (cennetkarşılığında)Allah’a satanlar.İbadetten nasırbağlamış dizleri,alınlarındakisecde izlerigörenleri hayretedüşürüyorduama tariheisimleri‘cehennemköpekleri’ olarakgeçti.
Ebu Hamza el Muhtar, 747 yılında Talib’ul Hak lakabıyla tanınan Harici lider Abdullah bin Yahya’nın 1000 kişilik ordusuyla Mekke’ye girdi.
Minbere çıktı. Hulefai-i Raşidin’den Allah razı olsun dedi. Ömer bin Abdilaziz dışında Emevi halifelerini ve Şia’yı yerdi, onlara lanet okudu. Gözyaşları içinde; ‘Ey Hicazlılar; Sizler nasıl beni arkadaşlarımdan dolayı kınayıp onların gençler olduğunu iddia ediyorsunuz! Vallahi bunlar daha gençliklerinde olgunlaşmış kişilerdir. Gözleri kötülüğü görmeye kapalıdır, ayakları batıla yürümeye ağırdır, kendilerini ibadete vermiş uykusuzluktan zayıf düşmüşlerdir… Kur’an okumaktan belleri bükülmüştür… Üzerlerine okların ve mızrakların yöneldiğini, kılıçların çekildiğini ve düşmanın ölüm yıldırımlarıyla gürleyip çıktığını görünce Allah’ın tehdidini düşünerek düşmanın tehdidini küçük gören kimselerdir…’ dedi ve inleyerek minberden indi.
Harici denince bazılarımızın kafasında cahil ve kaba bir tip canlanıyor. Evet, cahil adamlardı. Cehaletleri kitabı tevilde acelecilikleri tefakkuh ve tedebbürden nasipsizlikleriydi, kitabı bilmemeleri değil.
Ebu Hamza’nın lirik hitabesi ordusunu yüceltme maksadının aksine Allah Resulu’nun (sav) yıllar önceden verdiği haberi tasdik etmişti. Zira Nebi; ‘yaşları genç ve akılları zayıf bir kavim ortaya çıkacaktır. Onlar mahlûkata verilen sözlerin en hayırlısını konuşurlar ama okudukları Kur’an onların gırtlaklarından öteye geçmez’ diye buyurmuştu.
Kendilerine ‘Şurat’ diyorlardı, yani nefsini (cennet karşılığında) Allah’a satanlar. İbadetten nasır bağlamış dizleri, alınlarındaki secde izleri görenleri hayrete düşürüyordu ama tarihe isimleri ‘cehennem köpekleri’ olarak geçti.
Harici denince bazılarımızın kafasında cahil ve kaba bir tip canlanıyor. Evet, cahil adamlardı. Cehaletleri kitabı tevilde acelecilikleri tefakkuh ve tedebbürden nasipsizlikleriydi, kitabı bilmemeleri değil. Bilakis önderlerinin çoğu kurraydı. Evet, kaba adamlardı. Kabalıkları insan tekine karşı hürmetsizlikleriydi. Yoksa konuşmayı ve söz sanatlarını bilmemeleri değil. Bilakis davetçilerinin belagati, hitabet ve şiirleri edebiyat sahasında yüksek bir yeri işgal eder. Hatta denilebilir ki birkaç âlim ve Hz. Ali dışında münazarada onları mağlup edebilen kimsenin arza gölgesi düşmedi.
Onlar kiralık adamlar değildi. Davalarına bağlılıkta zerre miskal şüphe barınmaz. İyi ve güzel işler yaptıklarına inanıyorlardı. Fakat bu samimiyet değil bağnazlık, sadakat değil saplantıydı. Cemaatten ayrıldılar, ümmetin çıkarlarını yok saydılar, ham hayallere kapıldılar. Bağnazlıkları ve saplantıları, oyuna gelmelerinin kapısını araladı, ihanete varacak denli ahmakça eylemlere girişip Müslümanların zayıf düşmesine vesile oldu. Nihayetinde zorbaların kuklalarına dönüştüler. Hz. Ali onlarla karşılaştığında Kehf suresindeki şu ayetleri okur; ‘Size işler bakımından en çok ziyana uğrayanları haber vereyim mi? İyi işler yaptıklarını zannettikleri halde dünya hayatında çabaları boşa gidenler.’
İlk ortaya çıkışları hakkında farklı görüşler var. Hz. Osman’ın evinin kuşatılması veya Hakem Olayı gibi. İçlerinden bazıları Hz. Ebubekir dönemindeki Ridde Savaşlarını milat olarak kabul ederler. Sebep hangi hadise olursa olsun tarih bize onların İlim meclislerinden değil kandan doğduklarını anlatır. Halefleri de ne zaman Müslümanlar arasında ayrılık çıksa baş vermiş, hızla yayılmış, İslam topraklarını zayıflatmış zehirli birer çalıdır.
Kimi araştırmacılar, Havaric birkaç küçük grup dışında taraftarı kalmamış siyasi ve itikadi bir mezheptir der.
Tartışmaya açıktır zira hepsinin Hz. Ali’yi, Hz. Osman’ı vs. tekfirde ittifak ettiğine dair bir ezbere dayanır ki Ebu Hamza’nın hutbesi bunu boşa çıkarır. Diğer yandan bu ezber esas meselenin tekfircilik, tedhişçilik, bağnazlık, bidatçilik ve asabiyye olduğunu es geçer.
- Gerçekten de İslam beldelerini küfür diyarı olarak nitelendiren, kutsalları çiğneyen, ehli kıblenin canlarını mallarını helal bilen, çocukları katletmeyi mübah gören azgın toplulukların damarlarında hariciliğin zelil kanı dolaşır.
Haricilere cehennem köpekleri denmiştir. Günümüzde DEAŞ aynı şekilde anılıyor, kudurganlıklarıyla bu lakabı hak ettiler. Kerbela’nın intikamı için yola çıktık diyen, halka varil bombaları ve kimyasal silahlarla saldıran, masumlara işkence kadınlara tecavüz eden Esed Rejimi ve Şii teröristlerin de canavarlıklarıyla aynı sıfata sahip olmadıklarını kim söyleyebilir. Ortaklıkları sadece kıyıcılıktan ibaret değil, siyasetleri de aynı çizgi üzerinde ilerliyor. İlk hedef olarak muhalifleri görüyorlar. Esed rejimi, barut yakmadan DEAŞ’e stratejik havaalanlarını ve cephanelikleri bırakıyor, petrol ticaretiyle onları finanse ediyor. İşte Suriye’de mezalimi haykıran herkese DEAŞçı etiketini asanlar bu işbirliğini İran halısının altına süpürmeye çalışmaktadır.
Dün Ezarika, Haşhaşiyyun, Hululiyye bugün DEAŞ, Haşdi Şabi, FETÖ vesaire. Fitne, her devirde farklı isimlerle aynı karakterle göründü. Fitne, kendisinden olmayanlara haktan çevrilmiş, şirk bataklığına düşmüş, uydurulmuş bir dinin müminleri diyenlerin bünyelerindeki kavmiyetçilik ve tekfircilik virüsüyle bulaşan ateşli bir hastalıktır.
Tedavisi; Allah’ın ipine sarılmak, Resulu’nun sünnetini ihya etmek, kılıca kılıçla kaleme kalemle mukabele etmek, ilim ve hikmet ehline hürmet etmek, ham yobazlık ve kaba softalıktan sıyrılmak ve kardeşliği inşa etmektir. Öyleyse biz yeise kapılmadan üstümüze düşenleri yapalım, Allah’ın vaadi haktır; belki yarın belki yarında da yakın nasıl büyük bir devrilişle tepetaklak olacaklarını göreceğiz.