Birçok isim milliyetçi ve İslamcı diye fişlenip sanat dünyasından uzak tutuluyor

Haber Merkezi
ALİ OTURAKLI
Abone Ol
Birçok isim milliyetçi ve İslamcı diye fişlenip sanat dünyasından uzak tutuluyor

Bir Fetih Ülküsü Kızılelma, Payitaht Abdülhamid ve Rüya Makamı gibi yapımlarla tanıdığımız usta oyunca Ali Nuri Türkoğlu ile keyifli bir söyleşi yaptık…

Aidiyet, yabancılaşma ve “var olma” sorunu günümüzün en önemli konuları arasında yer alıyor. Bu anlamda merak ediyorum: Biz Türkler idiyetimizi nerede aramalıyız veya Türkiye’de dizi, sinema ve tiyatro alanlarında kültürel bir kimlik inşa edilebildik mi?

100 küsur yıl evvel her şeyimizi haraç mezat sattık, değiştirdik modern mobilyalar almak için. Nenelerimizin çeyiz sandıklarını eskici arabalarına verdik gitti. Kısacası bir kültür soykırımı yaşadık. Bizler sözlüklerimizi, kavramlarımızı kaybettik. Aidiyet bizlere çok uzak, kafalarımız çok karışık. Hâlbuki iki asır öncesine kadar ve -şimdi hâlâ Balkanlar’da- ya da yakın coğrafyalarımızda Türk olmak Müslüman, Müslüman olmak Türk demekti. Hele Batı’nın gözünde tümden böyleydi. Anadolu’ya mı aitiz Batı’nın bir parçası mıyız, Türk müyüz İslam ümmetinin bir parçası mıyız? Ortak noktada buluşacağımız bir sözlük olmayınca takım tutar gibi idiyetler tutuyoruz, bölük pörçük ve farklı farklı. Bir ortalama alacak olursak İslamiyet’te başat rol oynuyoruz amma velakin kültürel milliyetçiyiz de bir taraftan. Bütün bütün bir idiyet duygumuz olmadı için de tek bir ses, gür bir ses çıkaramıyoruz maalesef. Şahsi olarak ben “alperen” ruhuna, bakışına inanıyorum, böylesi bir Türklüğe idiyet hissediyorum. Yani idiyet hissetmemiz gereken yerin böylesi bir milliyetçilik olduğuna inanıyorum. Daha geniş, daha kapsayıcı ümmet kavramıyla iç içe geçmiş, ona yol açan ve önderlik eden bir Türklük… Bu başarılmış vaktiyle. Tarih sayfalarını çevirip, yeniden nazar etmemiz gerekiyor. Bu anlamda olumlu bir değişimin ve öze dönüşün gün geçtikçe güçlendiğini görüyorum. Cılız adımlarla da olsa bu muhakkak gerçekleşecek. Örnekler çoğaldıkça, ortaya çıkan eser ve ürünler toplumu mayaladıkça daha doğrusu mayasını uyandırdıkça bu daha da hızlı gerçekleşecektir.

Kısa ama temel bir meseleyi sormak istiyorum: Türkiye’de sanatçılar kültür endüstrisinin sansürüne maruz kalıyor mu sizce?

Elbette, hem de ta en başından beri. Türkiye’de sahnelerde azınlık diye tabir ettiğimiz millet-i sadıka mensupları ve zaman içinde onlarla evlilik yoluyla kan ve akrabalık bağı kuran Müslüman-Türk sanatçılar boy göstermişti. Ancak ağırlık olarak yine gayrimüslim vatandaşların oluşturduğu bir gösteri dünyası söz konusuydu. Müslümanlar ve hususen bu konuda hassasiyet gösteren muhafazakâr Türkler sakıncalı gördükleri sanatlarından (kadın temsili sorunu başta olmak üzere) bir oto-sansürle kendilerini uzak tutmuşlar. Böyle olunca da çok önce inşasına başlanan bu zeminde kendine fazla yer bulamamış Müslüman sanatkârlar. Yetişmemiş, yetiştirilmemişler. Bir de gayrimüslim sanatkârlar lobi gibi hareket edip aralarına girmek isteyenleri dışarıda tutmayı bir şekilde başarmışlar, böylece sanat piyasası oluşturmuşlar. Bu aşağı yukarı 150 yıllık bir hikâye. Cumhuriyet sonrası ilgi alaka biraz daha artmış ama “çoğunluğun” meşrebine uymak şartıyla. Bu da pek tabii bir durumdur. Çoğunluğa olumlu ya da olumsuz bir şekilde uyulur. Kendini kaybetmek pahasına da olsa. Nitekim böyle olmuş. Tabii o günlerde ciddi bir sansürle, yalnızlaştırmayla, yoksun bırakmayla karşı karşıya kalmış yüzlerce oyuncu olduğunu da biliyoruz. Bugünlerde de birçok isim mukaddesatçı, milliyetçi, ülkücü, İslamcı, dinci, Ak Partili gibi fişlenip, etiketlenip gösteri sanat dünyasından uzak tutuluyor. Sanatkârların fikirleri zikirleri kendilerine yakın olsun, mümkünse çok sesli bir ortam olmasın, sadece onların cümleleri çıksın istiyorlar ağızlardan. Yani gösteri dünyasında dibine kadar sansür dibine kadar lobi var…

Hem Türkiye hem de dünyadaki gelişmeler kültürel iktidar tartışmalarını bir kez daha gündeme getirdi. Peki, sizin pencerenizden kültürel iktidar tartışmaları, bu tartışmaların ele alınış tarzı ve cepheleşmeler nasıl görünüyor?

Birbirinden bağımsız kelimelerden anlamlı cümleler olmayacağı gibi, sanat da şu veya bu şekilde sermayeye bağımlıdır.

Kültür meselesi mantar gibi hızlıca büyüyüp yetişen bir şey değil. Uzun emekler, nesiller istiyor. 20 yılda, 25 yılda büyük sanatçıların çıkmasını, kültürel iktidarın gerçekleşmesini beklemek neresinden bakarsanız bakın hayalciliktir. Şunu hatırlatmakta fayda var: Sayın Cumhurbaşkanımız, zamanında İstanbul Belediye Başkanı olarak seçildiğinde ilk ve en önemli yaptığı işlerden biri Gösteri Sanatları Merkezi adıyla bilinen GSM’yi kurmaktı. Ben o vakitler dünya ve hayat görüşüme çok da yakın olmayan tiyatro ekipleriyle profesyonel bir oyuncu olarak turnelerdeydim. Yani bahsettiğim Gösteri Sanatların Merkezi ve benzeri bir çevrenin içinde olmadığım halde uzaktan uzağa burayı gözlemlemiş, gurur duymuş, takdir etmiştim. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bu anlamda çok büyük emeği vardır. Bu göz ardı ediliyor maalesef. Beyefendinin attığı adımlar daha sonra meyvelerini vermiş oradan birçok oyuncu yetişmiştir. Ha bu çok yeterli bir sayıda mıdır ayrı bir konu. Hani şu meşhur sözde olduğu gibi: Bir insanın entelektüel olması için en az 3 kuşak ailesinin okuması gerekir. Dolayısıyla yolun çok başındayız kimse çok acele bir değişim beklemesin. Ağır adımlarla ve sağlamca olmalı. Ben umutluyum gelecek nesillerden. Geçmişte olduğu gibi hem manevi yönünü geliştirmiş hem de sanata vakıf sanatçılar, genç adaylar yoldalar. Bu anlamda kısır tartışmalar yaşanıyor ancak olacak olan bellidir…

Dizi, sinema veya tiyatro gibi alanlarda genellikle “bağımsız” ifadesi çok kullanılır. “Bağımsız sinema…” gibi. Siz bu konu hakkında ne düşünürsünüz, “bağımsız” ya da “gayrı” bir ayrıma inanıyor musunuz?

Bir defa neyden bağımsız? Nereye kadar özgür? Birbirinden bağımsız kelimelerden anlamlı cümleler olmayacağı gibi, sanat da şu veya bu şekilde sermayeye bağımlıdır. Sinema için de tiyatro için de ve hatta televizyon için de bu geçerlidir. Örneğin televizyondan kanalın fikri ve ideolojisi sizi ona bir parça da olsa bağımlı yapar. Sinema da böyledir. Evvelemirde sermayesiz hiçbir şey olmayacağı için bağımsız sinemaya da inanmam.

Size göre bir çalışmayı, filmi, oyunu vs. yerli/milli yapan özellikler nelerdir? Günümüzdeki çalışmalara bu gözle baktığınızda ne görürsünüz?

Kodlar… Kodlarımıza hitap ediyor ve yine kodlarımızı içeriyorsa yerli ve milli diyebiliriz. Geriye doğru üç nesil o eserden kendinde bir şeyler bulabiliyorsa yerli ve millidir. Yok iki nesli bile buluşturamıyorsa ortada ne yerel ne evrensel hiçbir şey yok demektir. Dolayısıyla yerli ve milli diyemeyiz.