Bir umuda açılan tünel bir de united nothing hep var!

KÜBRA KURUALİ YAŞAR
Abone Ol

Okura Not: Bu yazıda geçen tüm karakter ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi vardır. Yazı, Gazze ağır bombardıman altına girmeden birkaç gün önce Saraybosna’yı gezdiğim Rehber Şemsudin Halilovic ile 15 Ekim Pazar günü Umut Tüneli’nde yaptığım sohbetten derlenmiştir. Bir gün Özgür Filistin’de Gazze’nin umut tünellerinde birlikte yürüyeceğimiz bir hayal ürünü değil, her şeye rağmen yakın bir gelecekte muradına ereceğimiz bir gerçektir.

- Nasıl hissediyorsun?

- Klostrofobik. Sanki nefesim kesilmeye başladı.

- Sadece 100 m yürüyeceksin, orijinali bunun sekiz katıydı. Ve yanında hiçbir şey yok.

- Ne olmalıydı?

- Mesela keçi satın alacak paran varsa şanslısın. Seçici değildir her şeyi yer ve süt verir.

- Ama çok inatçıdır ya yürümek istemezse…

- O zaman sırtında taşırsın. Zaten yürüse bile eline, koluna, sırtına da erzak almalısın. Bir daha ne zaman çıkıp bir şeyler satın almaya fırsatın olacağını asla bilemezsin. En akıllıcası mahalleden 4-5 kişi gidip birçok şeyi aynı anda almak ve sonra onları paylaşmak.

- O kadar param yoksa?

- Takas yaparsın. Annelerimizin yüzük, küpe, kolye gibi değerli eşyalarının hiçbiri kalmadı. Hepsi bir takasta un, şeker ya da yağ için gitti. Bugün Türkiye’de bir kilo şeker kaç Euro?

- Ortalama 1,5 Euro.

- O zaman kâğıda sarılmış 100 gr şekere 115 Euro, küçük bir şişe yağa 130 Euro veriyorduk. Babam askerdi, hükümet parası olmadığı için maaş yerine iki karton sigara verirdi ve bazı ihtiyaçlarımızı sigara takasıyla alırdık.

- Neden sigara?

- Tek sağlan olan ve üretim yapan yer sigara fabrikasıydı. Tütün kâğıdı bitince eski gazete ve kitaplar kullanılmaya başlandı.

- Dünyadan gelen yardımlar?

- (Acı bir tebessümle…) Yardımlara ulaşmak hiç kolay değildi. Burası çok yağmur alan ve yer altı kaynakları bakımından zengin bir yer. Onun için yılın büyük bir bölümünde belimize kadar su içinde yürürdük. Yarı ıslak tünelden çıktığımızda, mesela mevsim kışsa -20’ye düşen sıcaklıkta, ıslak ıslak dağları aşar ve Mostar yoluna doğru ilerlerdik. Yardım konvoyları oradan içeri giremezdi! En büyük tehlike içerisi kalabalık olduğunda tünelin giriş ve çıkışında beklemekti. Tepelerden tüneli gözetleyen Sırp askerleri bizi anında keskin nişancılarına hedef gösterirdi. Şehre sis çöktüyse bir miktar şanslı olurduk. Fakat sise rağmen şehre bomba yağdırmayı hiç bırakmadılar. BM sadece geldik demek için buradaydı! Başka hiçbir işe yaramadı. Bu nedenle onlara United Nations yerine United Nothing derdik.

(Savaş yıllarından fotoğraflara bakıyoruz.)

- Her şeye rağmen fotoğraflardaki insanların yüzü gülüyor. Bu nasıl olabiliyor?

- Her şeye rağmen hayata devam edebildiğimiz için bugün buradayız. Sarayevo’da 320 bin kişi kuşatmada kaldık. 4 yıl boyunca bodrumlarda yaşadık. 24 tane nükleer sığınağın her biri yaşam alanına dönüştü. Okullar, sınıflar, aklına gelebilecek her şey bodrumlardaydı. 9-10 yaşlarındaydım. Hava güzelse arkadaşlarımla dışarı çıkmak isterdim. Ailelerimiz izin vermezdi. Çünkü keskin nişancılar en çok çocukları hedef alıyordu. Aslında şehri ikiye bölüp hepimizi öldürmek istiyorlardı. Şehri istedikleri gibi vurabilecekleri tepelere yerleşmişlerdi. Bir zamanlar spor için kullanılan olimpiyat alanlarının hepsi şu anda mezarlık! Çünkü şehrin dışındaki mezarlıklara ölülerimizi gömmeye giderken bile kalabalığın ortasına bomba atıyorlardı. Fırınların önlerindeki ekmek kuyruklarına, pazar yerlerine… Savaşın ilk yılı olan 1992’de şehirdeki un, şeker, yağ ve aklına gelebilecek tüm malzemeler bitti. Küçük çocuklar açlıktan ağlıyordu. Çöp karıştırıyorduk yemek bulmak için… Aradan neredeyse 30 yıl geçti aç kaldığım o günleri asla unutamıyorum. Sularda sıkıntı vardı içemiyorduk. Tünel 1993 yılında kazılmaya başlandı. Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşları bu tüneli kazmaya karar vermeseydi, “dünyanın gözü önünde” 300 bin kişi yani tüm şehir açlıktan ölecektik. Anlattıklarım şu anda sana nereyi hatırlatıyor?

- Gazze’yi!

- O zamanlar bugünkü Gazze gibi bir Sarayevo vardı. Onun için bugün Gazze’yi en iyi biz anlarız! 1427 gün boyunca kuşatmada kaldık, Sırplar sahip oldukları tüm mühimmatı üzerimize yağdırdı: roket, füze, ağır silahlar... Kuşatma 10 yıl da sürse ellerindeki mühimmat bizi vurmalarına yeterdi. Bir yıl içinde şehirde sağlam pencere, kapı, çatı kalmadı. Sadece Sarayevo’da 55 bine yakın kişi yaralandı, 12 binin üzerinde can kaybı oldu. Bunların en az 1600’ü çocuktu.

- (Uzun bir süre konuşamadım.) Sırplar tünelden haberdar mıydı?

- Tünelin ilk kazıldığı andan itibaren yukarıdan bizi seyrediyorlardı. Burası BM bölgesi olduğu için kuşatma hattının dışında sayılıyordu. O nedenle tünele zarar veremediler. Tünel iki taraftan başlayarak kazma küreklerle 4 ay 4 günde kazıldı ve ortada buluşuldu. Tünel kazılma işlemi, tamamlanana kadar sivillerden saklı tutuldu. Nedeni ise başarılı olamazsak insanların hayata dair hiçbir umudunun kalmayacağıydı.

(Savaş yıllarında çekilmiş birçoğunu Sırpların kaydettiği videoları izliyoruz.)

- Ateş eden adam Yazar Eduard Limonov, Sen Petersburg’da yaşıyordu. 20 bin dolar verip o makineyi üzerimizde denerken ne kadar da mutlu! Sarajevo Safari diye bir film var mutlaka izlemelisin. Özellikle alevlenen mermi kullandılar ve özellikle tarihi binaları hedef aldılar. Bosna tarihini silmek istiyorlardı. Her gün dışarı çıktığımızda şehirde bir yerin yok olduğunu görüyorduk.

- Savaş muhabirlerinin genellikle otellerinden çıkmadan haber yaptığını, röportaj vermek için bile ağır ateş altında Aliya’nın onların yanına gittiğini okumuştum.

- Genel olarak durum böyleydi. Dışarı çıktıkları nadir anlar şehre bir devlet başkanının gelip gezdiği günlerdi. Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand gelmişti. Şehrin ortasında muhabirleri etrafına toplamış konuşuyordu: “Kim burada savaş olduğunu söylüyor? Hani hiçbir yerde silah sesleri duyulmuyor?” Hâlbuki Sırplara aşağıda Fransa Cumhurbaşkanı var bir mermi bile atmayın diye emredilmiş. Adam uçağa bindi, uçak kalktı, cehenneme döndürdüler Sarayevo’yu. Fransa’ya döndüğünde savaşla ilgili soru soran muhabire ise “Orada barbarlar birbirini öldürüyor. Hangi taraf kazanırsa onlarla masaya oturup anlaşma yapacağız” diyor. BBC muhabiri şehirden çıkarken şehre girmek üzere olan CNN muhabiri soruyor: “İçerisi nasıl bir yer?” Şu cevabı alıyor: “Bizler 20. yüzyılda yaşıyoruz, bunlar henüz 16. yüzyılda!”

Sırplar da savaş boyunca yalan haber yaptılar, hâlen de devam ediyorlar. Askerlerimizin içinde Sırplar da vardı, onları esir ettiğimiz yalanını yazmışlardı. Geçen yıllarda ise Srebrenitsa’dan sürgün edilen Boşnakların fotoğrafının altına “Sürgün Edilen Sırplar” yazdılar. Fotoğraftaki kadınlardan biri açıklama yaptı: “Bu fotoğraftaki benim ve siz bizi sürgün ettiniz!” Buna rağmen haberi internetten kaldırmadılar.

- Bu imzalı belge Dayton Anlaşması mı?

- Evet, Barış Anlaşması’nın garantör ülkelerine bak: AB Başkanlığı, Fransa, Almanya, Rusya, İngiltere ve ABD. Aynı ülkeler Ukrayna’ya da “Size hiçbir şey olamayacak biz sizi koruyacağız!” diye söz veriyorlardı.

- Çok ilginç, katliamı sadece Srebrenitsa olarak biliyoruz fakat burada çok fazla şehir var.

-Ve olayı sadece Srebrenitsa ile kapatmaya çalışıyorlar. Hâlbuki Triedor, Foça, Trebinje, Nevesinje gibi şehirlerde de planlı bir şekilde bir senede 3’er 5’er bin erkek katledildi. Hırvatlar da katliam yaptı ama onların yaptıklarından da bahsedilmiyor. Cazin, Bihac yakınlarında ve Grahova, Livno, Çitlik, Mostar tarafında… Buraya gelen hiçbir turist Hırvatların Boşnaklarla savaşına anlam veremiyor. Herkesin bildiği hikâye 95’de Hırvatların bizle beraber Sırplara saldırdığıdır. Hırvatistan’a o zaman “Bosna’ya yardım et seni NATO ülkesi yapacağız.” dediler o nedenle bize destek verdi ve NATO ülkesi oldu. Önümüzdeki yıllarda Bosna’da yeniden bir savaş çıkmayacağından asla emin olamıyoruz.

- Ve öyle olursa dünya buna yine seyirci kalacak!

- Maalesef ondan eminiz! Bize ilk olarak silahlar Pakistan’dan, erzaklar Malezya’dan geldi. Buckingham Palace’ın önünde bir İngiliz benzin döküp “Sarayevo’daki savaşı durdurun!” diye kendini yaktı. Resmi olarak bizi ilk kardeş şehir ilan eden ise Barcelona! Barcelona halkı ilk kez yardım toplayıp gönderdiğinde birilerinin umurunda olduğumuz için çok sevindik. O ana kadar kimsenin bizden haberi yok diye düşünmüştük.

- Bizim hep umurumuzdaydınız. 7-8 yaşlarındaydım. Evde sizinle ilgili haberler izlendiğinde babama sürekli sorular sorduğumdan, bir gün eve Bosna Savaşı’nı anlatan bir çizgi film VHS kasetiyle gelmişti. Onu hep birlikte izledik. Çok üzülmüştüm. Sofraya oturduğumuzda sizin için dua etmeden yemek yemez, yatağa yattığımızda sizin için dua etmeden uyumazdık. Bir gün Bosna’ya gelip kendi akranım bir Boşnak ile onun rehberliğinde bu şehri gezeceğimi, onun savaşta neler yaşadığını ilk ağızdan dinleyeceğimi hayal bile edemezdim. Sizler bizim için değerlisiniz, iyi ki varsınız, ben bir kardeşimi bulmuş gibiyim.

- Teşekkür ederim. Sizler de bizim için değerlisiniz. Babam rütbeli bir askerdi, Sırplar onu 4 yıl kadar esir aldı. Savaş bittikten sonra da hayatı tehlikedeydi. Bir süre onun can güvenliği için İstanbul’da yaşadık. Sizlerin çok desteğini gördük. Şimdi Gazze’deki kardeşlerimle o günleri tekrar yaşıyorum. Yardım göndermek ve dua etmekten başka elimizden hiçbir şey gelmiyor. Sizin bizim için neler hissettiğinizi şu an çok daha iyi anlıyorum. Ama biliyorsun orada da tüneller var ve her tünel bir umuttur!

- Öyleyse elbet bir gün Gazze’nin umut tünellerinde de birlikte yürüyeceğiz.

- İnşallah! O günleri de göreceğiz. Buna inanmazlarsa onlar direnemez, buna inanmazsak bizler yaşayamayız!