Bir devrimin anatomisi: Suriye

AHMET FARUK ASA
Abone Ol

Geçtiğimiz mart ayında, Suriye devriminin üzerinden 13 yıl geçti. Etkilerinin hala yoğun hissedildiği ve geleceğe dair soru işaretlerinin olduğu devrimin mahiyeti hâlâ yeteri kadar anlaşılmamaktadır. Devrime sebep olan tarihsel bağlam, devrim sürecinde yaşananlar ve nihai tablo bir bütün olarak ele alındığında Suriye devrimi güçlü şekilde bölgesel denklemleri izah etmekte. Bununla beraber, kendi halkını öldürmek için dışarıdan destek alan bir rejimin iktidarı henüz devam ederken, Suriye’de barışın yeniden inşasının imkânları yakın gelecekte ne ölçüde mümkün olduğu herkesin yakından merak ettiği bir soru olmaya devam ediyor. Oysa Suriye’de çok yakın diyebileceğimiz tarihlerde yaşanan insanlık tarihinin en acı katliamlardan bazılarının muhatabı olan bir toplumun yaşadıkları, bizlere en tutarlı cevabı verecektir. Bu sebeple önce devrim neden başladı oradan başlamalıyız.

Suriye’de halk ayaklanmasını başlatan en temel sebeplerden biri güvenlikti. Hafız Esad döneminden bu yana devletin akıbetinin yalnızca Esed ailesinin mezhepçi iktidar çıkarlarına bağlı olduğu bir rejim inşası, Suriye’de devrimin onlarca yıl öncesinde toplumsal dinamikleri derinden sarstı. İstihbaratın insanların her anına müdahil olduğu Suriye’de halk bu durumdan bitap düşmüştü. Suriye, Fransız mandasının boyunduruğu altından 1946 yılında kurtulsa da gerçek anlamda bir devlet olma hüviyetine kavuşamadı. Bakanlıklar, sivil toplum, iktisadi yapılanma, sanayileşme, siyasi partiler, rejime doğrudan bağlanmış bir Suriye’de, halkın esas talebi şebbiha düzeninin reforme edilmesinden yanaydı.

Baskıcı, totaliter bir rejim olarak Esed rejimi, 2011 yılından önce de insan haklarına saygı içeren faaliyetleri rafa kaldırmıştı. İçtimai her alanda görmenin mümkün olduğu bu baskının mevcut olduğu önemli bir alanda askeriyeydi. Dine küfür etmenin serbest, Esed ailesini eleştirmenin yasak olduğu bu yapı, tıpkı Suriye’deki Baas idaresi altındaki kurumlar gibi etnik üstünlüğe dayanmaktaydı. Ülkenin resmi koruma ordusu aynı zamanda halkına karşı silah yönelten bir baskı aygıtıydı.

Peki, bu arka plan ışığında Suriye’de devrim sürecinde neler yaşandı?

Esed rejimi, süreci ilk gününden bu yana etnik, mezhepçi bir alana taşımak için gayret gösterdi. Toplumsal dokuda bir aradalığın olduğu Suriye, rejimin iç/dış askeri ve siyasi müdahaleleri neticesinde mezhep temelli sarsıntılar yaşadı. Koltuğunu kaybetmek istemeyen rejim, dış güçlere Suriye sahasını operasyonel bir deneme alanı olarak takdim etti. Dış etkenler ise, tıpkı Fransa’nın manda döneminde gerçekleştirdiği uygulamalar gibi Suriye’de etnik taksimler ile istikrarsızlığı ve rejimin bakiyesinin devamlılığını sağladı. Elbette bu taksim diplomasi ve müzakere neticesinde olmadı. Kimyasal silahların kullanıldığı, açlıktan ölümlerin yaşandığı, tecavüzlerin gerçekleştiği, toplu katliam ve infazlar Suriye halkına karşı kullanıldı. 500 bin insanın hayatını kaybettiği; 250 binden fazla insanın, akıbeti meçhul şekilde tutuklandığı; 24 milyonluk Suriye’nin yarısından fazlasının göç etmek zorunda kaldığı acı bir bilanço kaldı geride. Başta Rusya, İran ve ABD’nin Suriye’den beklentisi neydi peki? Mevcut Suriye tablosuna baktığımızdaysa, cevap çok net gözükmekte. Bu taksimden çıkarılması gereken bir diğer önemli sonuç ise, çözümün ne kadar çok boyutlu olduğudur. Suriye’nin yeniden inşası kamuoyundaki genel tartışmalar itibariyle Suriye halkı ve Esed rejimi arasındaki meseleler üzerinden ele alınsa da, Suriye’de temel bir barışın yolu burada mukim aktörlerden geçmektedir.

Suriye’deki mevcut duruma gelecek olursak, Suriye’de dahili ve harici problemlerin oldukça iç içe olduğunu bilmekte fayda var. Birden fazla ülkenin ordusu şu anda Suriye’nin mevcut sınırları içinde hareket edebiliyor. Birkaç yıldır devam eden çatışmasızlık hali ise, halkın yaşadığı insani krizleri giderici bir rol oynamıyor. Elektriğin oldukça kısıtlı olduğu Suriye’de, alt yapı kullanılamaz durumda. Bankalar iflas etmiş, benzin ise ulaşılamaz güç bir kaynak olmaya devam ediyor. Oldukça zengin kaynaklara sahip Suriye’nin kaynaklarının örgütlere, devletlere diyet olarak sunulması ve halka katliam olarak yansıtılması, gün sonunda Esed rejiminin örgütleştiği bir Suriye tablosu ortaya çıkarıyor. Örgütleşmek diyorum zira Esed’in hakim olduğu yerlerde hayat çoktan savaş ağaları ve milislerin kontrolünde devam ediyor. Asayişin çeteler ile sağlandığı bu manzaradan kurtulmak için Esed rejiminin herhangi bir iktisadi ya da siyasi kalkınma planı ise söz konusu değil. Tüm bunlar yaşanırken rejimin propaganda mekanizması ise çok daha farklı bir Suriye varmış algısına devam etmekten geri durmuyor, tıpkı devrim sürecinde olduğu gibi…

2011 Mart ayında barışçıl gösteriler ile halk reform talebinde bulunurken, rejim mezhepsel ajandasına uygun bir anlatı ile yaşananlara karşı yalanlara sarıldı. Bunun için entelektüel, sanatçı din adamları ve medyacıları yanına çekmek isteyen rejim, buna aracı ya da alet olmak istemeyen her ismin üzerini kanla çizmek istedi. Bu isimlerin önemli bir kısmı Suriye devriminin sesi olabilmek amacıyla başta Türkiye olmak üzere dünyanın farklı bölgelerine göç etmek zorunda kaldı.

Esed rejiminin yanına çekmeye çalıştığı kitle sadece Suriye’deki aydınlardan oluşmuyordu. Suriye’nin en önemli parçalarından biri olmuş Filistinliler de Esed rejiminin hedefindeydi. Muhalifleri bahane eden rejim, Filistinlileri de öldürmeye başladı. Filistinlilerin en yoğun yaşadığı yer olan Yermük kampı açlıktan ölümlerin ardından Filistinlilerin yeniden göç etmek zorunda kaldığı anlara sahne oldu. Suriye’nin başına gelen akıbeti elbette İsrail’den bağımsız değerlendirmemek gerekir. Zira özgür ve kendi iradesini yönetime yansıtan bir Suriye’nin varlığından en olumsuz etkilenecek ülke İsrail’di.

Peki, geçen 13 yılın ardından savaş Suriyelilerin hayatlarını nasıl etkiledi bunun üzerinde biraz durmak gerekmektedir. Değişimler genel itibariyle askeri ve siyasi açıdan değerlendirmeye tabi tutulmuş olsa da, milyonlarca insanın hayatını doğrudan etkileyen bir krizde gözlerin önce insanların iç dünyasına ve o toplumun psikolojisine çevrilmesi, sürecin tahribatına dair daha gerçekçi sonuçlar verebilir. 13 yıllık zaman zarfında Suriye’de bu süreçten etkilenmeyen neredeyse tek bir aile kalmadı. Aileler, akrabalar dünyanın farklı yerlerine göç etmek zorunda kaldı. Bir aradalığın güçlü olduğu Suriye’de geniş aileler bu şekilde parçalandı. Her aile şehit verdiği gibi, tutuklu olan yakınlarının başlarına gelenler, yaşanan işkenceler ve çok daha fazlası da bu ailelerin temel gündeminde yer aldı. İlmi sahada ise büyük bir gerileme meydana geldi. Oysa, özgür bir Suriye’nin taşları ancak eğitimli nesiller ile döşenebilir.

O halde yakın gelecekte bir barış ihtimali tüm bu şartlar altında ne ölçüde mümkün olmakta?

Esed rejiminin Suriye halkına yaptıkları hâlâ zihinlerde bu kadar canlıyken, mevcut isimlerin görev süresi boyunca Suriye için net bir barış ihtimali zor gözükmektedir. Esed rejimi, güvenliğin tesisine yönelik herhangi bir olumlu adım atmamakta. Her sene çıkarılan göstermelik aflar ile propaganda yapılsa da rejim muhaliflerin çok basit taleplerini dahi yerine getirmeyerek çözüme karşı tutumunu belli etmektedir. Rejim, için aradan geçen 13 yıl barış için yeterli bir süre değil, hâlâ intikam duygusu Esed’in siyasi ajandasında kendine yer bulmaktadır.

Rusya, İran ve ABD’nin içinde oldukları durum ise Suriye’nin geleceğindeki çözüm ihtimallerini güçlendiriyor. İran iç sorunlar ile karşı karşıya kalması neticesinde ülkesinde ekonomik ve siyasi krizler yaşıyor. Rusya ise Ukrayna bataklığına saplanmış durumda. Ukrayna cephesi ile beraber büyük bir güç savaşının içinde olan Rusya için esas öncelik Ukrayna krizi olmuş durumda. ABD ise 7 Ekim süreci ile birlikte Ortadoğu’da beklemediği bir tablo ile karşı karşıya kaldı. Rejimin devamlılığı konusunda dış güçler nasıl konsensus içinde yer aldılarsa, yarın olası denge değişikliklerinde rejimin zayıflaması konusunda da uzlaşı içinde yer alabilirler.

Barış ve Suriye’nin geleceği üzerinde dururken elbette devrimin bitmediği de belirtmek gerekir. Zira Rusya’nın bombardımanları ve İran’ın dünyanın dört bir tarafından getirdiği milislerin saldırılarına rağmen Suriye halkının sesi yine de bastırılamadı. Oysa dünya tarihinde hiçbir diktatör iktidarın halkın karşısında ilelebet hakim güç olmadığı gibi; Esed rejiminin de bir ömrü kaldı. Bununla beraber, devrim süreci Suriye halkına çok şey öğretti. Rejimin baskıcı idaresi altında kollektif hareketlenme ya da sivil yapılanma içinde yer alamayan Suriye halkı bugün diasporada güçlü bir bilinç inşa ediyor.