Bir dağ gibi yürüyende
Babası birkaç gün önce ölmüş gibi yürüyordu adam sokakta. Dik mi, babası gibi mi yoksa boynu bükük mü yürüyeceğine henüz karar verememişti.
Huzursuz elleriyle sık sık ceplerini yokluyor ve ardından, uzamış kirli sakalının gölgelediği yüzünü sıvazlıyordu. Sigara içme isteğini ertelediğini kendine ve çevresine sessizce tekrarladığı bir baş hareketi yaptı, rüzgarla tarazlanmış saçları nemli alnına çarpa çarpa bir süre daha devam etti yoluna. Solgun sokak lambalarının günün hangi saatinde olunduğu konusunda kafa karıştırmaktan başka işe yaramadığı o ikindi sonrasında, fotoğraf sanatçılarını keyiften mayıştıracak bir eski binanın varlığıyla ortaya çıkmış yol ayrımında sanatsal kaygılar gütmeden durdu adam.
Evet, ne yöne gideceği hususunda öylesine kararsızdı ki babasının birkaç gün önce öldüğü artık su götürmez bir gerçekti. Yarım saattir bastırdığı isteğe daha fazla direnemeyeceğini anlayan eli cebine gitti, önce tabakasından bir dal ve ardından kibriti çıkarıp kendi ilkel estetiğini yakalamış hareketlerle yaktı bir çırpıda. İlk nefesin dumanı ne yöne savrulsa belki de o yöne yürümeyi tercih edecekti, öylesine muhtaçtı şu an yol gösterecek bir işarete. ‘Bir bendin yıkılışından sonra su düşünür müydü acep ne yana akacağını’ diye mırıldandı. Bendi yıkılmıştı işte, bunca yıldır sırtını yasladığı dağ, gölgesini de alıp göçmüştü bu diyardan. ustasını, koca babasını ‘hiç dağlar yürür mü baba… Nasıl ölürsün sen, nere gidersin’ diyerek uğurlamıştı ötelere.
Belli bir disiplinin izlerini taşıyan ölçülü hareketleri az çok babası hakkında bir fikir verebilirdi halden anlayanlara. Öyle ki bakışlarına yerleşmiş mahzun ifadenin ardında bile kendini hissettiren yoğunluktaki meraklı ve saygılı parıltılar nasıl bir adamdan miras devraldığının en açık deliliydi bakanlar için. Elleri bir işçiye ait olmadığını belli edercesine pürüzsüz görünse de hayırlı evlatlar yetiştirmek için ateşi bile avuçlayabileceğini düşündürüyordu görenlere. Her ne kadar içinde bulunduğu o anda gideceği yöne karar verememişse de, yola çıktıktan sonra sapmadan devam edeceğinin ispatı olan gövdesi, ancak mütevekkil bir babadan öğrenilecek şekilde dikiliyordu işte kararmaya durmuş yol ağzında. Yanından geçip gidenler için babasının öldüğü, ama oğlunda bir şeylerin dirilmesine vesile olduğu gün gibi açıktı artık.
Farkında olmadan yere eğilen başını sigarasının son dumanını savurmak için göğe kaldırdı önce. Ardından silkinip kendine geldi ve gözlerini ovuşturup dimdik durdu, geriye doğru hafif esnedi.
‘Bismillah…’ deyip iki yoldan birine saptı, babası gibi yürümeyi kaderine iliştiren yaratıcısına şükredip girdiği yola her adımında biraz daha anlam kazandırarak ilerledi. Ve bir hikaye bittiği yerden tam da böyle başladı...