Batının intihal sabıkası
İslam Medeniyeti de Grek Medeniyetinden fazlasıyla beslenmiştir. İslam Medeniyeti belki de yetiştirdiği büyük alimlerden olan Farabi'yi, Muallim-i Sâni olarak anmıştır çünkü ilkinin Aristo olduğunu hiç inkar etmemiştir.
Bazı terimler ve kavramlar vardır ki gölgesi kendinden binlerce kat fazla alan tutmaktadır. Bana göre arkeoloji de bu terimlerden biri. Bir metot olarak arkeoloji zihnimizde belli başlı aletlerle belirli yöntemler gözetilerek yapılan titiz kazılar anlamıyla canlanmaktadır. Bu doğru olmakla beraber çok küçük bir alanı kapsayan bir tanımlamadır. Batı'nın kullanma biçimi ile, arkeolojiyi sadece toprağın altını kazarak elde edilen bulgularla geçmişi yorumlama olarak tanımlarsak eksik bir değerlendirme yapmış oluruz. Arkeoloji, felsefe, psikoloji, sosyoloji, edebiyat ve çeşitli düşünce alanlarını da arkasına alıp Batı medeniyetini var etmiş bir bilim dalıdır. Batı medeniyeti tüm varlığını arkeolojik kazılar sonucu bulduğu sözde verileri işine geldiği üzere yorumlayarak dünyaya dayatmasına borçludur. Arkeolojik kazı veya edebiyat tarihçiliği olup olmaması fark etmiyor. Batı, ihtiyacı olan herhangi bir veriyi herhangi bir disiplinde üreterek, kendi düşünce tarihini yazdı ve yazmaya da devam ediyor.
Bakıldığında tarihte insanın zulmeden bir varlık olduğunu ispatlayan olaylarla karşılaşmamız güç değildir. Asırlar boyunca, kütüphaneler yakılmış, mimarî eserler tarumar edilmiş, şehirler yağmalanmış, medeniyetler yerle bir edilmiştir. Bu yıkımlar hem Batı medeniyetlerinde hem de Doğu medeniyetlerinde karşımıza çıkıyor. Doğu medeniyetlerinin yaptığı kıyımlar düşmanını ontolojik olarak da yok etmeye odaklıdır. Batı medeniyetinin yıkım motivasyonu ise biraz daha farklıdır. Batı yıktığı eseri, kendinin olmadığı için yıkmayı alışkanlık hâline getirmiştir. Kuteybe b. Müslim marifetiyle Emeviler'in Orta Asya'da yaptığı kıyım ve yıkımı Biruni "Kadim kültüre, insanlığın birikimine karşı işlenmiş büyük bir suç" olarak dile getirir. Çin, Hint, Uygur, İran topraklarından doğmuş olan bilim ve felsefe, Emeviler eliyle yok edilmek istenmiştir. Bu kötü tecrübe, ardından Bağdat merkezli büyük bir aydınlanmaya dönüşmüştür.
Ancak bu aydınlanma, yakın tarihte Avrupa merkezli yaşanan aydınlanma gibi köklerini karartarak değil, köklerinden beslenerek gerçekleşmiştir. Orta Asya aydınlanmasında Antik Yunan düşüncesiyle kadim Asya bilimini birleştiren Müslüman bilim adamları, büyük bir insanlık medeniyeti kurmuştur. Bu medeniyet âdeta bugünküne benzer bir tıkanıklık yaşayan ve büyük bir travma içerisinde bulunan dünyaya yeni bir umut olmuştur. Bu sebepten, Avrupa'da Rönesans dediğimiz gelişme, Asya Rönesansı'nın beş asır sonraki versiyonu olmaktan öte bir şey değildir. Daha da geriye gidersek Asya aydınlanmasının da Grek aydınlanmasının bir devamı olduğunu görürüz. Ancak Batı'nın yaptığı felsefî kazılarda ne hikmetse buna dair bir kalıntıya pek rastlanmaz. Onların yaptığı çalışmalara baktığımızda, Batı'da yaşanan tecrübeler dışındaki tüm birikimin karartıldığını görebiliyoruz. Bu bakımdan onların aydınlanma dediği, ötekinin karartılmasından başka bir şey değildir.
Medeniyetlerin bir öncekini zenginleştirerek bir anlamda kendinden önce geliştirilmiş olana değer katarak oluşturduğu bu gelişmeleri bugün Batı ülkeleri ilkel bir kavmiyetçilikle kendine mal etmekten hiç çekinmiyorlar. Bunu o kadar ustaca yapıyorlar ki devletler tarihinden bilim ve düşünce tarihine, oradan dinler tarihine kadar hepsinde büyük yalanlar uydurmakta beis görmüyorlar. Öyle ki ilk insanın Hz. Âdem olduğuna inanan Müslüman bir öğrenci, okulda İlk Çağ tarihi için söylenenleri duyduğunda kendine önceden anlatılanla bunların çeliştiğini aklının ucundan dahi geçirmiyor. Batı medeniyeti, her alanda yapmış olduğu arkeolojik kazıları taraflı ve dogmatik bir tarzla yorumlayarak kendini insanlık tarihinin merkezine konumlandırmaya çalışmaktadır. Batılılar, bütün bilim ve düşünce alanındaki gelişmeleri kendi topluluklarının çıktıları gibi yansıtarak dünyanın tam göbeğine koca bir Batı putu diktiler ve diğerlerini de onun önünde esas duruşla hizaya getirmeye çabalıyorlar.
Avrupalı düşünce insanları yaptıkları arkeolojik (düşünce tarihi) çalışmalarda kendisinden belki dört beş asır önde olan Doğu/İslam düşüncesini yok sayma gayretindedir. Afrika'nın madenini alıp kendi topraklarında semirdikleri gibi, Doğu'nun parlak bilim adamlarının telif eserlerini ve düşünürlerinin fikirlerini de kendilerine mâl ederek suni bir entelektüel atmosfer oluşturdular. Suni diyorum çünkü neredeyse tamamı, dokuzuncu ve onuncu asırlarda İslam coğrafyalarında ortaya atılmış ve tartışılmış meselelerin ötesinde değildir. Modernite ile birlikte ortaya atılmış ve türlü dayatmalarla tüm dünyaya yeniymiş gibi sunulmuş olan seküler dünya düşüncesi dahi, mutezilenin İslam dünyasına sunduğu görüşler kadar keskin ve radikal değildir. Veyahut rasyonalizm diye yeniden adlandırılarak sunulan düşünce, Doğu'da birkaç yüzyıl tartışılıp üzeri örtülmüş bir fikir olmaktan öte değildir.
Batı medeniyeti, insanlığa bin yıl kadar bir gericilik yaşatmıştır. Bizlere bugün sundukları, kadim kültürlerin ortaya attıklarından fazlası değildir. Batı medeniyeti, sadece isim değiştirip güzel bir makyajla tüm insanlığın birikimini kendine aitmiş gibi sunacak kadar çalmaya meyilli bir medeniyettir. Yukardaki bu kısa değerlendirmeyi "Bizde her şey var, Batılılar bizden almış." gibi insanı tembelliğe iten bir eziklikle yapmıyorum. Sadece yapılan entelektüel hırsızlığın bilinmesini arzu ediyorum ve bize Batı medeniyeti tarafından sunulan tüm yeniliklerin küflenmiş ve çürümüş olduğunu da yeniden ilan etmek istiyorum. Elbette ki toplumlar birbirinden etkilenecek ve birbirinin birikimini kullanacak. Zira İslam Medeniyeti de Grek Medeniyetinden fazlasıyla beslenmiştir. Lakin bunu Batı'nın yaptığı gibi kaynaklarını karartarak değil onları da yücelterek yapmıştır. Zira İslam Medeniyeti belki de yetiştirdiği en büyük alim olan Farabi'yi Muallim-i Sâni olarak anmıştır çünkü ilkinin Aristo olduğunu hiç inkar etmemiştir.
Batı'nın bizim ideallerimiz için artık çağ dışı kalmış olan bin yıllık meseleleriyle boğuşmamamız gerektiğini düşünüyorum. Horasanlı tıp bilgini Ali b. Rabben Et Taberî'nin çalışmalarında bazı aklî hastalıkların hekimleriyle konuşarak, iyileşebileceğini belirtmesini yeniden adlandırarak "psikoterapi" adıyla, bin yıllık mürebbiye/lala geleneğinin "pedagoji" adıyla yutturulmasınadır itirazım. Efsaneler uydurma dönemi geçeli çok oldu, yaptıkları bu kazılardan devşirdikleri efsanelerle kurdukları bu geri kalmış düzeni ileriye taşımanın hâlâ mümkün olduğu inancı içerisindeyim. İşe, "Ver şu kazmayı hele bir de biz kazalım." diyerek başlayabiliriz. Bakalım hangi testinin sapı çıkıyor bizim toprağın altından.