Başlangıçta ne vardı?

MUHAMMED YAZICI
Abone Ol

İslam vahyinde söz eylemle iç içe. Hayat vahye yer açar, vahiy hayatı açıklar. Vahiy hayatın açtığı yerde konuşur. Vahyi yerinden etmek, sözü eylemden, yani anlamdan kopartmak demektir. Hristiyanlıkta önce söz, Yahudilikte önce eylem varken İslam'da ikisini de bağrında barındıran Kur'an vardır.

"Başlangıçta söz vardı."

Yuhanna incili bu ayetle başlar. Yeni Ahit'in bu beyanı Eski Ahit'in eylemsel Tanrı tasavvuruna eleştiri gibi bir alt metin taşır. Hz. Musa vahyi yazılı hâlde bir seferde almıştır. Aldığı vahiy belli başlı yasalardan ibaretti. Hz. Musa bu yasalarla kavmine döndü ve peygamberlik süresi boyunca en başta kendisine vahyedilen emirleri tatbik etmekle görevliydi. Kendisi de bir İsrailoğlu peygamberi olan Hz. İsa ise direkt vahyin kendisiydi.1 Kur'an da onu "Allah'ın kelimesi" diye vasıflar.2 Her sözü Tanrı buyruğu, her davranışı Allah'ın muradını yansıtan bir ayet gibiydi. İslam hemen her konuda olduğu gibi iki zıt kutupta bulunan Yahudiliğin ve Hristiyanlığın tam ortasında yer alır. Kur'an bu durumu "ümmetü'l- vustâ (vasat ümmet)" diye nitelendirir. Vasat sözünden mutedil olması kastedilir.

Vahyin tek seferde peygambere verilmesi müşriklerin de gündemini meşgul etmiş bir konudur. Zaman zaman çeşitli taleplerde bulunan müşriklerin Kur'an'ın da tek seferde indirilmesi şeklinde bir talepleri olduğunu Kur'an nakleder.3 Fakat Kur'an'ı önceki ilahî mesajlardan ayıran en önemli vasfı onun peyderpey indirilmiş olmasıdır. İslam'ın vahyi ne Hz. Musa'ya tek seferde verilen ilahî emirlerin levhalara yazılı ayetlerinden ibarettir ne de her sözü vahiy kabul edilen peygamberin kendisidir. İslam'ın vahyi, İslam peygamberine ihtiyaç hâsıl oldukça gönderilen ve 23 sene gibi uzun bir zamana yayılan bir olgudur. Burada bir bütün olarak vahyi olgu olarak isimlendirmek isabetli olacaktır. Olgu aynı türdeki olayların peş peşe gerçekleşmesine, olay ise tek tek meydana gelen değişimlere denir. Gerçekleşen her olayın ardından eğer ilahî irade münasip görürse bir ayetle meseleyi tenvir eder. Bu olayların ardından inen ayetler bir bütün hâlinde vahiy olgusunu oluşturur. Hristiyanlığın teolojisinde vahiy bir olaydır, İslam'da ise olgudur.

Burada asıl üzerinde durmak istediğimiz konu şudur; Kur'an'ın nüzul şeklinin kendinden önceki iki vahiy örneğinden farkını belirleyen en temel saik nedir? Bu soruya şunu da eklemek gerek: Önceki iki vahyin nüzul şeklinin farklı olmasındaki etken ne idi? Daha net ifade etmek gerekirse, neden Hz. Musa'ya tek seferde ve son derece sınırlı birkaç emirle peygamberlik görevi verilirken ondan sonra gönderilen peygamberin bizzat kendisi Allah'ın kelimesi/ sözü olmuştur?

Öncelikle şunu ifade etmek gerek; vahyin nüzul şeklinde şüphesiz vahye muhatap olan toplulukların durumu, vahyin hitap edeceği zaman ve mekân sınırları gibi etkenler belirleyici olmuştur. Hz. Musa hayatta kaldığı süre içerisinde ve belirli bir kavme peygamberlik yapmakla görevli olacağı için kendisine görev sırasında yol gösterecek düsturları verilmiştir. Bundan dolayı da Hz. Musa'ya verilen mucizeler4 kendisiyle kaimdir. Vefatından sonrasına hitap edecek bir mucize barındırmamaktadır. Hz. İsa ise İsrailoğullarına gönderilmiş bir peygamberdir. Yani kendilerine verilen emirleri pratikte yozlaştırarak tahrif etmiş bir topluluğu ıslah ile görevlendirilmiştir. Dolayısıyla Hz. İsa yazılı olan ve son derece soyut kalan ilkeleri en ince ayrıntısıyla yaşam pratiğine dökerek tefsir etmekle memurdur. Demek ki ana hatlarıyla ilkeleri belirli olan kitabın ayrıntıda ve gündelik hayata tatbikinde yeni bir örneklik ihtiyacı doğmuştur. Hz. İsa'nın Allah'ın kelamı olması eski ahitte vaz edilmiş dinî emir ve yasakların tefsiri mahiyetindedir.

Bir benzetme yapmak gerekirse, Hz. Musa'ya ayetler verilmiş, fakat zamanla verilen ayetler hermenötik tahrife maruz kalmış, sonra Allah (c.c.) bir peygamber göndererek o ayetlerin pratik hayattaki tefsirini murat etmiştir. Bu durumda Eski Ahit Kur'an ayetlerine, Hz. İsa ve İncil ise Kur'an'ı tefsir eden hadis ve siyer rivayetlerine tekabül eder. Vahyin bu iki nüzul şeklinin muhatapları üzerindeki etkisi ve ortaya çıkan tecrübe belki de son elçinin vahiy alış şeklini belirlemiştir. Çünkü Kur'an önceki kavimlerin kendilerine gösterilen mucizelere itibar etmediği için helak edildiklerini gerekçe göstererek müşriklerin mucize taleplerini reddetmiştir. Bu durum bize vahye muhatap olan önceki kavimlerin tutum ve tavırlarının vahyin son örneğinde etkili olduğunu gösteriyor.

Sonuç olarak, İslam'dan önceki iki vahiy örneğinin nüzul şekli İslam peygamberinde biraraya getirilmiştir. Hem Hz. Musa'ya hem de Hz. İsa'ya verilen kitapların indiriliş şekli ve görevlendirme biçimleri Hz. Peygamberimizde cem olmuştur. Peki, eski ahit ile yeni ahidin peygamberlere veriliş şekli bu ilahî mesajların muhataplara iletilmesinde ne gibi bir fark ortaya çıkardı?

SÖZ MÜ, EYLEM Mİ?

Vahyin topyekün baştan verilmiş olması eylemi ön plana çıkarmış, elçiyle vahyin özdeşleşmesi ise sözü merkeze almayı gerekli kılmıştır. Eski Ahit ile Yeni Ahit arasında en temel fark, söz ve eylem dikotomisini oluşturmuştur. Söz ve eylem ayrımının bu ilahî mesajların etkili olduğu toplumların yaşam tarzı ve gelecek algısında da çok net etkileri görülür.5 Tarih boyu Yahudiler çeşitli musibet ve hercümerce maruz kalmalarına rağmen çok hızlı bir şekilde toparlanma sürecine girmişlerdir. Bir millet olma vasfının Yahudi toplumlarının ayrılmaz bir parçası olması, eylem öncelikli din ve toplum anlayışına sahip olmalarından kaynaklanır. Fakat Yahudilik hem teolojisi hem de ahkâmı yönünden çok fazla tahrif olmuştur. Bu tahrife açık olmasında eylemin sınırsızlığının çok etkisi vardır. Çünkü insandan sadır olan eylem ve hareket insan kadar farklılık arz eder. Çok farklı iklim ve toplum yapısı ve uzun bir zaman dilimi içinde üretilen eylemin farklılık arz etmesi ve bu farklılığın zamanla toplumsal karaktere dönüşmesi kaçınılmaz olur.

Ayrıca Yahudi şeriatı semantik olarak değil de hermenötik tahrife maruz kalmıştır. Yani Tevrat metinden ziyade metni sarmalayan yorum ve tatbik gibi metin dışı saiklerle tahrif edilmiştir. Dolayısıyla İsrailoğullarının ellerindeki kitabı Allah'ın muradına uygun tefsir edecek bir müfessire ihtiyacı vardı. Bu ancak hayatın içinde ve en detay ayrıntıda dahi doğruyu gösterecek söz/ilahî kelam ile mümkündür. Eylem merkezli din ve toplum anlayışı Yahudiliğin tarih boyu millet olarak kalmasına vesile olurken, diğer taraftan teorik zeminde otantik ve orijinal hâlinin kaybolmasına sebep olmuştur.

Hristiyanlık ise salt söylemi öne çıkaran bir anlayışla kaim olduğu için uzun süre bir toplum meydana getirememiştir. Ancak Pavlus eliyle tahrif olması neticesinde bir topluluk olma vasfını kazanmıştır. Hristiyanlık Pavlus eliyle tahrife uğradıktan sonra mesaj İsrailoğulları dışındaki toplumlara yöneltilmiş ve devletler muvazenesinde temsil keyfiyeti kazanmıştır. Yani Hz. İsa henüz hayattayken orijinal hâliyle İncil'in bir toplulukta yaşanma tecrübesi olmamıştır. Hristiyanlık söz olarak kalmış, bir toplum veya devlet yönetimi gibi tecrübelerden mahrum kaldığı için de adaleti temsil etme imkânı bulamamıştır. Hristiyanlığın adalet düsturları hep teoride kalmıştır. Sonuç olarak, vahyin nüzul şekli söz ve eylem önceliğinde belirleyici olmuş, söz ve eylem önceliği ise bu iki dinin geleceğinde etkili olmuştur.

Bir benzetme yapmak gerekirse, Hz. Musa'ya ayetler verilmiş, fakat zamanla verilen ayetler hermenötik tahrife maruz kalmış, sonra Allah (c.c.) bir peygamber göndererek o ayetlerin pratik hayattaki tefsirini murat etmiştir.

İslam'a geldiğimizde söz ve eylem iç içedir. Çünkü İslam peygamberine ihtiyaç oldukça vahiy nazil olur. Ancak bir olay ardından ilahî irade devreye girer. Vahiy ve hayat bir bütündür. Yaşanan canlı hayat vahyin dış parçasını oluşturur. Olay ve olgu bütünlüğü İslam vahyinde tamdır. Vahyin hayatın içinde oluşunun en büyük etkisi muhataplarını dönüştürmede kendisini göstermiştir. Yahudilikte eylem söylemin önüne geçince sözün tesiri azalmış, ilk emredildiği dönemin sıcaklığı kaybolunca da ayetlerin hayata mâl olması zorlaşmıştır. Bu durumun Tevrat'ın yaşayarak tahrif edilmesine sebep olduğunu söylemiştik. Hatta Kur'an kendi muhataplarını bu tehlikeye karşı uyarmıştır.6 Hristiyanlıkta söz eyleme tekaddüm ettiği için zamanla anlam kaosu baş göstermiştir. İncil papazların ve kilisenin kontrolüne girmiştir. Birinci durumda hermenötik tahrif, ikincisinde ise semantik tahrif kaçınılmaz olmuştur.

Sözün eyleme bitişik olmasında ise her iki türlü tahriften korunmuş olur. Kur'an'ı anlama konusunda ortaya çıkmış bir dizi problemin bu iki sapmaya temayülden kaynaklanmıştır. Kur'an'ı yerinden etmek söz ile eylem bütünlüğünü bozmaktır. Söz söylendiği yerle anlamını bulur. Ayrıca sözün eylemle iltisakı muhatap üzerindeki etkisini hemen gösterir. Söz eylemle aynı anda vaki olur. Vahiy hayatı hayatın tam içinde dönüştürür. Asr-ı saadette bu meseleyi örnekleyen sayısız hadiseye rastlamak mümkündür. Mevzuyu vuzuha kavuşturmak için şu misale bir göz atalım:

Buharî ve Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde Hz. Enes, Ebu Talha'nın evinde Ebu Ubeyde b. Cerrah, Ubey b. Ka'b ve Süheyl b. Beyzâ gibi bazı sahabelere içki sunduğu sırada bir Müslümanın gelip "İçkinin haram kılındığından haberiniz yok mu?" dediğini ve mecliste bulunanların "Dur bir soruşturalım, işin aslını öğrenelim" demeden içmekten vazgeçtiklerini nakleder. Onlar "Ey Enes, şişede kalan içkiyi bize daha verme" diyerek o andan itibaren bir yudum dahi almamışlardır. 7 Yine Taberî'nin rivayetinde içki ayeti indiğinde, o sırada içmekte olan sahabeler ellerindeki içkileri hemen dökmüş, üzüm asmalarının direklerini kırmış, bazısı abdest, bazısı gusül alarak yeni gelen vahyin izahını dinlemek üzere Allah Resulü'nün yanına, mescide koşmuşlardır.8

Bu rivayetin bazı varyantlarında içkiyi yasak kılan ayeti duyduklarında kadehleri dudaklarında olan kişilerin ayetin son kısmındaki "Artık vazgeçtiniz değil mi?" ifadelerini işitince "Evet yarabbi" diyerek ellerindeki kadehleri yere attıkları nakledilir. Bu misal Kur'an'ın hayatı hayatın içinden dönüştürdüğünün en ilginç örneğidir. Söz, eylemi tam da icra edilirken dönüştürmüştür. Bu dönüşümde vahyin sıcaklığının muhatapların üzerindeki etkisi çok belirgindir.

Benzer bir durum Uhud Savaşı sırasında gerçekleşir. Elinde hurmalar bulunan bir adam, Efendimize gelerek "Ne dersin, şimdi öldürülsem ben neredeyim?" deyince Efendimiz, "Cennettesin" buyurur. Bunun üzerine adam elindeki hurmaları savurduğu gibi çatışmanın içine dalar. Bir süre sonra şehit olduğu görülür. 9

Sözün eyleme önceliği yorum tahrifine, eylemin söze önceliği ise anlam tahrifine yol açar. İslam vahyinin peygamberin kendi sözlerinden ayrı olması ve elçinin tefsiriyle hayat bulması tam da bu vahyin önceki örnekleri göz önünde bulundurularak insanlığa nazil olduğunu gösteriyor. İslam vahyinde söz eylemle iç içe. Hayat vahye yer açar, vahiy hayatı açıklar. Vahiy hayatın açtığı yerde konuşur. Vahyi yerinden etmek, sözü eylemden, yani anlamdan kopartmak demektir. Hristiyanlıkta önce söz, Yahudilikte önce eylem varken İslam'da ikisini de bağrında barındıran Kur'an vardır..

  • 1. Hristiyan ilahiyatına göre Allah'ın kelamı Hz. İsa'dır. İncil Allah'ın kelamının tefsiri mesabesindedir. İncil bizdeki Kur'an'a değil Kur'an'ın tefsiri konumunda olan hadis ve siyer rivayetlerine tekabül eder.
  • 2. Âl-i İmran Suresi, 45.
  • 3. Furkan Suresi, 32.
  • 4. Kur'an'ın çeşitli ayetlerinde Hz. Musa'ya verildiğinden bahsedilen mucizeler: Hz. Musa'nın büyük bir yılana dönüşen asası, Hz. Musa'nın elindeki parıltı, onun karşısındaki sihirbazların oyunlarının bozulması, kıtlık, tufan; çekirge, buğday güvesi ve kurbağa istilası, çeşmelerden su gibi akan kan.
  • 5. Hatta Aydınlanma döneminin söz merkezci/eylem merkezci felsefe tartışmaları Eski ve Yeni Ahit arasındaki bu farklılığın yansıması niteliği taşır. Bundan dolayı Yahudi geleneğin etkin olduğu Alman ekolünde eylem merkezli Tanrı anlayışının tesiri altında Hegel ve Marks gibi isimler yetişmiştir. Alman idealizminin temellerini de burada bulmak mümkündür. Marks'ın "Filozoflar dünyayı hep anlamak ve yorumlamakla meşgul oldular. Hâlbuki asıl yapılası gereken onu değiştirmektir" sözü bir Hegel şakirti olarak eylemden yana bir tavır ortaya koyduğunu beyan niteliğindedir.
  • 6. Hadîd Suresi, 16.
  • 7. Müsned-i Ahmed, 3/181; Buharî, 4620.
  • 8. Taberî tefsiri, 10/578; Müsned-i Bezzâr, 2922.
  • 9. Buharî, 4046; çok az bir farkla Müslim, 1899.