Bana uçmak değil çırpınmak düşer yine
Geri döndün. Eski mahallen, çardağında oturduğun evler yok. Halılarının üzerine battaniye, sedirlerinin üzerine dantela serenler yok. Duvardaki nişlere kanaviçeli örtü gerenler, pütürlü olanın üzerine patiskalar çekip, her yeri düz ve berrak hale getirenler yok. Ellerini kalbinde gezdirenler pütürlere aşinadır oysa. Kokuşmuşluğa, kire, pasa, kıvrımlara, tümseklere, çukurlara aşinadır. Acıdan çıkar acıya dönerler. Bu dönüşle bir kirman gibi eğirirler pütürleri. Pütürleri yok edemeseler de bir örtü örtüp sırlarlar mahşere kadar. Hiç biri yok. Örtüler yok. Pütürler, kirler ortada.
Eski mahallen. Ama eski sokakların yok. Eski evlerin yok. Yaşlı bir saki boşları toplayıp götürmüş. Boş evlerin ayartıcı şehveti müteahhitlerin omuzlarına dokunmuş. Perdelerin aralığından görünen rahle kırılmış, terekler savrulmuş, bakır taslardan çorbalar dökülmüş. Çift kanatlı kapılar kepçelerin yardımı ile havalanmış. Pekmez teknelerini kıran kim ise, ibrikleri, kapaklı sahanları, sinileri yere çalan kim ise, arsa sahiplerinin kapısına durup edep ile havlu tutan da o olmuş.
Geri döndün. Eski mahallen. Çardağında oturduğun evler yok. Halılarının üzerine battaniye, sedirlerinin üzerine dantela serenler yok. Duvardaki nişlere kanaviçeli örtü gerenler, pütürlü olanın üzerine patiskalar çekip, her yeri düz ve berrak hâle getirenler yok. Ellerini kalbinde gezdirenler pütürlere aşinadır oysa. Kokuşmuşluğa, kire, pasa, kıvrımlara, tümseklere, çukurlara aşinadır. Acıdan çıkar acıya dönerler. Bu dönüşle bir kirman gibi eğirirler pütürleri. Pütürleri yok edemeseler de bir örtü örtüp sırlarlar mahşere kadar. Hiç biri yok. Örtüler yok. Pütürler, kirler ortada.
Çok gezdin şehirlerde, müzikler dinledin dönmeye dair, radyo istasyonlarında gezindin, şarkılardan sılaya dair dilekler tuttun, telefon kulübelerinde saatlerce ağladın, gençliğini bıraktın kitapların arasına… Bir gün döneceğini biliyordun. Döndün. Senden önce dönmüş lakin sırtlanlar, çakallar. Şiddet, kin, öfke senden önce dönmüş. Uğultular, hıçkırıklar, koşturmalar senden önce dönmüş. Besmeleyle hasret gideren âşıkları çiğnemiş, sesi söze katık edenleri çelme takıp düşürmüş, anlamın içinden bakanların gözlerine mil çekmiş senden önce dönenler. Sözü bir çubuğun ucuna takıp sokak sokak gezdirmişler. Söze ümit bağlayanlara gözdağı vermişler. Sözü meclisten çıkarmışlar. Oysa, söze ev sahipliği yapmakla meşhurdu bu mahalle. Misafirperver dedikleri kadınlar misafirin ağzından bir çift söz işitmek adına çay demler, sofra kurar, gül suyu tutardı. Misafirin koynunda taşıdığı, sohbet halkalarında bellediği, bir büyüğün nazarıyla sınadığı sözedir asıl ikram. Dişinden tırnağından sıyırıp neyi varsa misafirin değil sözün önüne koyardı ev sahibi.
Senden önce dönenler sözden ümidini kesmiş. Sözden ümidini kesen nasihatten, tebliğden, dirilişten de umudunu kesmiş. Şimdi sen söze sarılıp, söz ile fokur fokur kaynayarak geldin bu mahalleye. Hz. Musa’nın asasına dayanması gibi dayandın söze. Onun, sevdiğinin yanında sözünü uzatması düştü aklına. Rabbi ona “Elindeki nedir?” demişti. Kısa bir soru sormuştu. Cevabı basit bir soru. Ama Hz. Musa dili de sürçmesine rağmen lafı uzatmıştı. “Bu benim asamdır.” demişti.
Hislerini, duyularını devreye sokarak bir merdivenin son basamağında, bir pencerenin önünde ya da bir çukurun dibinde kendini yeniden kelimeler ile inşa eder.
Buna yaslanırım, bununla koyunlarıma yaprak silkelerim ve başka işlerde kullanırım. Rabbinin Hz. Musa’nın anlatmasına ihtiyacı yoktu, ama Musa’nın anlatmaya ihtiyacı vardı. Sen de döndün. Söz ile döndün. Çünkü anlatmaya ihtiyacın var. Anlat. Senden önce dönenler, bulmaktan vazgeçti. Sen, bulacağından emin olarak anlat. Bu boşluk seni yıldırmasın. İnsan rüyasını anlatırken bile boşlukları doldurur. Bir merdiven, bir pencere, bir çukur gördüm demekle yetinmez. Hislerini, duyularını devreye sokarak bir merdivenin son basamağında, bir pencerenin önünde ya da bir çukurun dibinde kendini yeniden kelimeler ile inşa eder. Bir noktadan diğerine, bir sembolden diğerine ulanan bir dokuma işidir bu. Aradaki boşluklar dolana kadar, bu uğraş devam eder. Sen de doku. Sen de dokun. Senden önce dönenler, boşlukta sallandılar. Seçimlerinde yanıldılar. İyi ve kötü arasında kaldılar.
“İyi ve kötü” arasında iyiden yana seçim yaparak başlar bizim hikâyemiz, oysa. “İyi ve iyi” arasında seçim yaparak hayatına devam eden mümin olur. Takva ise iyi olandan en iyi olana geçiştir. Yani hikâyenin boşluklarını tamamen “en iyi” ile doldurma işidir. Senden öncekiler iyi ile kötüyü birbirine yedirdiler. Kötüyü kınamayarak iyiyi yüceltmeyerek aynı kapta erittiler. Muttaki olmak zordur bu mahallede. En iyiyi seçmen için, önce iyiyi bulman, iyiyi bulmak için önce kötüden sıyrılman gerekir.
Döndün. Putlar duruyor. Baltan yok. Muttaki de değilsin. Ateş harlı. Mahalle yanıyor. Lakin söz var. Ben varım.
- Bak oradayım ufkun hizasında. Bir gemideyim. Zarfın içindeyim. Eskiden okyanusa açılan gemilere mektup ulaştırmak için, yola çıkan başka bir gemiye mektup verirlermiş. Yolda karşılaşan gemiler, mektubun sahibi bu gemide mi diye sorarlarmış. Gemilerin gittiği yöne göre mektup el değiştire değiştire, gemiden gemiye aktarıla aktırıla sahibini ararmış. Üç dört yılda ulaştığı da olurmuş mektubun, hiç ulaşmadığı da. Bunca hikâye arasında elden ele, gönülden gönüle dokuna dokuna sahibimi arıyorum ben de.
Beni gör. Beni çıkar satırların arasından. Herkese kanat verilseydi; bana uçmak değil, çırpınmak düşerdi yine. Biliyorum. Ama beni gör yine de. Uçmasak da çırpınalım.
Beni gör. Buradayım. Bir ekmek gibi duvarın üzerine koysalardı, bir çeşmenin alnına kazısalardı gam yemezdim. Senden öncekiler beni bir kitabın ortasına sakladılar. Hırsızlardan para saklanır, mal saklanır, mülk saklanır. Lakin sözünü saklayandan ala hırsız mı olur?