Bağdat'ın içine girilmez yastan: Baybars / Şarkın kalkanı
Baybars romanı sonbaharın ilk günlerini içine alan Eylül ayı içinde yayımlandı. Ne tevafuktur ki, İslam dünyasına amansızca çöken Moğolların, ilk kez net bir biçimde yenildikleri Aynicâlût Savaşı da yedi yüz altmış yıl evvel bir Eylül günü gerçekleşmişti. Eylül'ün dayanılmaz güzelliklerine eşlik eden muazzam bir karakterle karşı karşıyayız: Baybars!
Öykü yazarlığından romana evrilen pek çok isim varsa da şairken roman yazmaya cesaret etmiş fazla isim yoktur. Bu tanıma uyanlar arasında akla gelen ilk kişi Victor Hugo olmalıdır. Sefiller ve Notre Dame'ın Kamburu gibi romanlarıyla dünya çapında bir şöhrete ulaşsa da Fransa'da edebi kamunun dikkatini evvela şiirleriyle çekmiştir Hugo. Ülkemizde ise hemen tüm edebiyat dallarında eser veren Necip Fazıl gibi birkaç ismi ayrı tutarsak öne çıkan ilk "şair romancı" Attilâ İlhan'dır. Şiir ve denemeler kaleme alan İlhan, seri romanlar da yazmış bir şairdir. Camiamızda ise roman için ciddi çaba sarf eden önemli isimlerden biri rahmetli Cahit Zarifoğlu'dur. Özellikle Savaş Ritimleri, masa başında yazılmış olsa da Afgan direnişini derinliğine hissettiği hemen fark edilen duyarlı bir şaire ait kıymetli bir kurgudur. Son yıllarda ise Ali Emre, coşkun şiir evrenine denk gelen deneme diline, roman çalışmaları ekleyerek öne çıkmış güçlü bir şairdir.
Ali Emre'nin 2017'de yayımladığı Nureddin Zengi / Şark'ın Kandili ile başlayan, sonrasında Selahaddin / Şark'ın Kartalı ile devam eden süreç, Baybars / Şark'ın Kalkanı ile tamamlanmış görünüyor. 1118'de doğan Nureddin Zengi'den 1277'de vefat eden Baybars'a kadar yüz atmış yılı içine alan dönem, yaklaşık bin beş yüz sayfalık hacme sahip bir üçlemeyle nihayete eriyor. Baybars romanı sonbaharın ilk günlerini içine alan Eylül ayı içinde yayımlandı. Ne tevafuktur ki, İslam dünyasına amansızca çöken Moğolların, ilk kez net bir biçimde yenildikleri Aynicalut Savaşı da yedi yüz altmış yıl evvel bir Eylül günü gerçekleşmişti. Eylül'ün dayanılmaz güzelliklerine eşlik eden muazzam bir karakterle karşı karşıyayız: Baybars! Tıpkı sazdan bir sepetin içinde Nil'e bırakılan Hz. Musa'nın, Mısır'da mazlumlara önderlik ederek Firavun'un korkulu rüyası olması gibi, köle pazarlarında satılan, acılı ve çetrefilli yılların ardından Mısır'a sultan olup Moğolları darmadağın eden Baybars'ın hikâyesi de elbette dinleyen ve okuyan herkesi cezbedecek pek çok veri içeriyor.
Destanlara, masallara, resimlere konu olmuş bu görkemli biyografi, roman dünyasının ilgisinden kaçamazdı. Ali Emre, tam adı el-Melikü'z-Zâhir Rüknüddîn es-Sâlihî el-Bundukdârî olan Baybars'ın 1223'te başlayan, son on yedi yılı sultanlıkla geçen, 1277'de nihayete eren hayat çizgisini, okuru sıkmadan, akıcı bir dil, duru ve dozunda kurguyla anlatır. Eser, yıllar içinde kavileştirilmiş güçlü tarihsel arka plana yaslanır. İlk romanı Nureddin Zengi / Şark'ın Kandili'nin ön hazırlıklarına başladığı yıllardan beri durmaksızın dönem okumaları yapan Emre, ulaştığı verileri, puzzle parçalarını birleştirir gibi bir araya getirerek tarihsel tutarlılığa ve ahenge ulaşır. Yaşananları gerçeğe en yakın bir biçimde ve kronolojik sırayı da gözeterek romanın akışına katar. Baybars'ın Kıpçaklığı, mavi gözlü ve sarışın oluşu, köle olarak Sivas'a, daha sonraları Halep'e ve Şam'a götürülmesi ayrıntılarıyla verilir.
Baybars'ı satın alıp yetiştiren Emîr Alâeddin Aytekin Bundukdârî ile Kahire'ye götürülmesi, Bahriyye Memlüklerine katılıp savaşçılığı ile ön plana çıkması tadında eklenen kurgularla anlatılır. Turan Şah zamanında, Dimyat'ı ele geçirerek Mansûre'ye kadar ilerleyen Fransa Kralı Louis'nin bozguna uğratılıp esir düşmesinde Baybars'ın cehdi kıymetlidir. 1243'teki Kösedağ Savaşı ile Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılması, 1258'de Abbasi Hilafeti'nin yıkılması da kritik başlıklardır. Yazımıza başlık olan dizeyi Ali Emre romanında bu bağlamda kullanır. İki kez suikastın içinde yer alacak olan Baybars'ın, Turan Şah'ın öldürülmesinde yer alması sonrasında Aybek'in Memlüklerin öncü isimlerinden Aktay'ı öldürmesi üzerine yol arkadaşlarıyla birlikte kaçması tafsilatlı olarak sunulur. Mısır tahtına Kutuz'un geçmesi ve Baybars'ın Kahire'ye dönüp onunla birlikte Moğollara karşı savaşması eserin kırılma noktasını oluşturur.
Kırk üç yıldır yenilgi yüzü görmeyen ve İslam coğrafyasının her yerine çekirge sürüleri gibi saldıran Moğolların aldığı ilk yenilgi olan Aynicâlût Savaşı'nda üstün gayretler gösteren Baybars'a söz verilen Halep naipliği verilmeyince Kutuz'u da av esnasında öldüren Baybars, Bahriyye Memlüklerinin önde gelenleri tarafından sultan ilân edilir. Kahire'ye varıp Kal‘atülcebel'e çıkan Kıpçak savaşçı, "el-Melikü'z-Zâhir" unvanı alarak 1260 yılında tahta oturur. Birkaç cümle ile ifade ettiğimiz bu kırk yıl, eserde, yüzlerce sayfayla görkemli bir biçimde anlatılır. Roman; içinde William Wallace'tan Uzun Bacaklı Edward'a, İbn Teymiyye'den Haşhaşîlere, Muîneddin Pervane'den Hülagû'ya, suikastlar, ihanetler, savaşlar, direnişler, merhamet örneklerinden kıyımlara kadar sayısız sahnelerle, sekanslarla dolu olan birinci sınıf bir tarihi romandır.
SEVDA, HANGİ BAHADIRI ZEBUN ETMEMİŞ?
Eserin başlarında yer alan "Sevda, Hangi Bahadırı Zebun Etmemiş?" adlı bölümde Baybars, Özdemir Ağa'nın kızı Rukiyye ile karşılaşır. İkili arasında geçen erik sahnesi romanın sonuna kadar bizi bırakmayacaktır. Yazar o anları şu cümlelerle tarif eder: "Sevda, avucunun içine aldığı hangi yiğitten esirgemiş ki cevri¬ni? Hangi bahadırı zebun etmemiş, yeni yeni tomurcuklanan hangi gövdeye merhamet göstermiş ki? Hayatı ıstırapla, itilip kakılmakla, oradan oraya sürülmekle geçen bir delikanlı; ken¬disini adam yerine koyarak ansızın yolunu kesen bir güzellik¬le nasıl baş etsin?" (s.48) İşte tam bu cümleleri okurken fonda rahmetli Doğan Ergin'in üflediği neyin baskın bir biçimde odamı sardığı, Yalçın Turan'ın bestelediği acem kûrdî makamında bir parça dinlemekteydim. Niyâzî-i Mısrî'nin "İster İsen Bulasın Cânânı Sen" adlı eser. "İster isen bulasın cânânı sen / Gayre bakma sende iste sende bul / Kendi mir'atında gözle anı sen / Gayre bakma sende iste sende bul." Ân ile nağme ancak bu kadar örtüşebilir.
Moğolları darmadağın edip sultan olan Sultan Baybars'ın, ömrünün sonuna kadar Müslümanları kollamak için inşa ettiği kalkan, yüzlerce yıldır parlamakta ve yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir.
ÖRNEK BİR ŞAHSİYET: KADIN HOCA
Şark'ın Yıldızları olarak da adlandırılan serinin üçünde de yer alan isimlerden biri, asıl adı Selma olan Kadın Hoca'dır. Kadın Hoca, gençliğinde Kerem adlı bir gence gönül verir fakat Kerem düğünden kısa bir zaman önce Haşhaşîler tarafından katledilir. O vakitten sonra Selma, kapısını evliliklere, kalbini de başkalarına kapatır ve zühdün, ilmin içinde derinlikli yolculuklara niyetlenir. İlk kez 1204 yılında IV. Haçlı Seferi esnasında karşımıza çıkan Kadın Hoca'nın babası Kutbeddin'dir. Kutbeddin, vaktizamanında Nureddin Zengi'yle çalışmış sonrasında da onu anlatan bir risale hazırlamıştır. Kitaba düşkün, vakur bir mücahid, sözü dinlenecek kıymetli bir adamdır. "Hulefâ-yi Râşidîn ile Ömer b. Abdülazîz'den sonra Nûreddin'den daha iyisini, daha adaletli ve merhametlisini görmediğini" (el-Kâmil fi't-târîḫ , XI, 403) söyleyen ve Kudüs'ün fethinden sonra 1188'de Dımaşk'ta Selâhaddîn-i Eyyûbî ile görüşerek Hittîn Savaşı'nın cereyan ettiği alanı gezen İbnü'l-Esîr, yazarın ilk romanı Nureddin Zengi'de yanına gelen gençlere Kadın Hoca'ya gitmelerini telkin eder.
Gençler Kadın Hoca ile görüşüp risaleyi isterler ama onun yerine Nureddin Zengi'yi onun gözünden uzun uzun dinlerler. Hâzirûn içinde Musul'dan gelen Cafer adlı genç bir medrese talebesi vardır. Cafer'in yolu da Kadın Hoca'nın kız kardeşi Zehra'nın kızı Leyla ile kesişir. Evlenirler. Çift, doğan çocuklarına Kutbeddin Berke adını verir. Kutbettin de zamanı gelince Hatice Hatun ile evlenir ve onların da Zehra ismini verdikleri bir kızları olur. Zehra da Allah'ın takdiri ile Şark'ın Kalkanı olacak olan Baybars'ın eşi, yol arkadaşı, sırdaşı ve çocuklarının anası olur. Baybars'ın oğluna Berke ismini vermesinin nedeni işte bu geçmişte yatar. Kadın Hoca'nın o kıymetli hatırası, bu vesileyle, üç eserde de yaşar. Yazar, ciddi bir emekle kurguladığı Kadın Hoca ile öncü ve ideal kadın profiline de sık sık göndermeler yapar ve gençlere örneklik sunar.
BAYBARS'IN ON YEDİ YIL SÜREN İKTİDARININ ÖRNEKLİĞİ
Bir sultan düşünün, sarayda topla¬nan paranın yarısından fazlasını Kahire ve civarındaki şehit yakınlarına, fakirlere, evlenmek isteyen gençlere, kenar ma¬- hallelerdeki mültecilere, sakatlara, medreselere, meczuplara, hanlardaki yoksul misafirlere, bir koruyucu arayan talebelere, so¬kak hayvanlarını ve güvercinleri besleyenlere dağıttırsın. Bir sultan düşünün, satın aldığı binlerce kitabı medreselere, mekteplere, önde gelen âlimlere bağışlasın. Aşevini çalıştırsın, Kahire'deki saraylardan birini uzaklardan gelen talebe¬lerin ve misafirlerin konaklaması için tahsis etsin. Fuhşu ve şarabı yasaklasın. Bir sultan düşünün, ömrünün sonuna kadar, Müslümanları bunaltan Haçlılarla ve Moğollarla vuruşsun dursun. Mazlumu kalkanı altında korusun, kılıcının gölgesini zalimden hiç eksik etmesin.
Bir sultan düşünün, kalkanını kaldırdığı, Haçlılardan ve Moğollardan kurtardığı beldelerde halk, koşup ellerini tutsun, atının üstünden devirecek denli büyük bir sevgiyle gençler bacaklarına yapışmaya çalışsın, sırtında sabileriyle kadınlar, sevinç gözyaşlarıyla ayaklarına koşsun, günün hatırasına hançerleriyle saçlarından bir tu¬tam tel kezsin kızlar, anne babalarını bile dinlemeyerek bir¬liklerin arasına dalsınlar sevinçle. Atların dizginine sımsıkı yapışan meczuplar, yol açmak için insan selini yarmaya çalışsınlar. Şehirler, beldeler, köyler sevinç haleleriyle donansın tepeden tırnağa. Bir sultan düşünün, genç memlûkleriyle civardaki bütün su kuyularını ve çeşmeleri onarsın. Kanalları elden geçirip fidan dikimleriyle uğraşsın. Kendisine karşı soğuk olanların gönlünüm alıp onlarla meydanlarda uzun uzun çevgen oynasın.
ASIRLARDIR PARILDAYAN KALKAN
Ömrü at sırtında, savaş meydanlarında geçen Baybars'ın cenk hatıraları biter mi? Baybars atına binince Ali Emre de kalemine yüklenir, kılıçlar vuruştukça, kalkanlar gidip geldikçe, oklar keskin fısıltılarla düşmanın zırhını delip geçtikçe o da coşar da coşar. Roman, gücünü, yoğun edebi tasviri, sinematografik anlatımı, yerinde kurgusu ve görklü Türkçenin kulak musikisine uygun kelimelerinin kullanımından alır. İslam'ın kendi tarihinin içinde çok büyük dip dalgalar oluşturmuş, akışı değiştirmiş, yeri gelince büyük dalgalara karşı dalgakıranlık yapmış güzide isimlerini, tarihin tozlu raflarından çıkarıp günümüz insanı ile tanıştırmak çok kıymetli bir çalışmadır. Öncülerimize çok şeyler borçluyuz. Haçlılar, Frenkler, Moğollar tüm İslam beldelerini tarumar ederken bu güzide isimler, İslam ağacının köklerine zarar gelmesini engellemişler ve dalların yeniden gövermesini de mutlulukla izlemişlerdir.
Bu mücadele esnasında sadece kılıçla savaşmamışlar, bulundukları ve gittikleri yerlere İslam'ın aydınlığını, adaletini, merhamet meşalesini taşıyarak çağımıza kadar uzanan muazzam bir örneklik sergilemişlerdir. Günümüzde pek çok Arap liderin Filistin'i bırakıp işgalci İsraille normalleşme kuyruğuna girdiği, Kürtlerin bir kısmının Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde emperyalistlerin maşası hâline döndüğü ve Türklerin bir kısmının Erdoğan'la birlikte yaşanan kabuk kırma sürecini kabullenmek istemediği zamanlarda Nureddin Zengi'nin, Selahaddin Eyyubi'nin ve Baybars'ın ortak hikâyelerini, gayretlerini, cehtlerini anıtlaştırmasının ne kadar kıymetli olduğu ortadadır. Şark'ın Yıldızları serisinin üçüncüsü olan bu eser, önemli bir zaman diliminin altını çizmektedir. Moğolları darmadağın edip sultan olan ve yine Moğolları yendiği bir cenk sonrası hayatını kaybeden Sultan Baybars'ın, ömrünün sonuna kadar Müslümanları koruyup kollamak için inşa ettiği kalkan, yüzlerce yıldır parlamakta ve yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir.