Azer Bülbül, 43 yaşında.
AzerBülbül, öldüğünde43 yaşındaydı. Onunkisierken ölümlerin belki de en trajikolanıydı. Büyük beden elbiseleri,titreyen sesi, umutsuz bakışı vehüznüyle birlikte aramızdanayrıldı. O şarkı söylemiyoradeta feryat ediyor veimdat istiyordu.
Daha 43 yaşındaydı. Uzun bir süredir kalbindeki ritim bozukluğu sebebiyle rahatsızdı. Kalbi bu hastalıktan dolayı büyüyordu. Anjiyo olmak için bir hafta sonrasına randevu aldı.
Diğer taraftan albümü ise henüz piyasaya çıkmıştı. “21 albümüm arasında yaptığım en iyi albüm bu oldu.” diyordu. Fakat hep söylediği gibi bazı şeyler “hep tersine” gidiyordu. O aralar dinlenmek için Antalya’ya gitti ve bir otele yerleşti. 7 Ocak 2012 akşamı dinlenmek üzere otelinin lobisinden 408 nolu odasına çıktı. Ne yazık ki kısa bir süre sonra hastalığından dolayı fenalaştı. Ambulans yetiştiğinde vakit onun için çok geçti. Ve Azer Bülbül o gece vefat etti.
Azer Bülbül yeni bir tarz yaratmıştı artık. Müslüm Gürses konserlerinde alışık olduğumuz jiletli kanlı gösterilerin yeni bir adresi de Azer Bülbül’dü. O da her ne kadar Müslüm Gürses gibi yapmayın, etmeyin dese de kar etmiyordu.
Bülbül, her ne kadar “Ben Sana Vurgunum” albümüyle kendi kitlesini oluştursa da asıl ününü 1997 yılında “Ben Babayım” albümüyle yaydı. Bugün milyonlarca kişinin hafızasına kazınan “Yaralandın mı Ey Can, Dokunmayın Çok Fenayım ve Her An Her Şey Olabilir” adlı şarkıları bu albümündeydi. O bu albümüyle ya tek albümlük bir ünlü olarak kalacak daha iyi şarkılar üretemeyecek ya da kendisini tüm müzik dünyasına kanıtlayacaktı. Elbette o, ikincisini seçti ve arabesk tarihinin en önemli isimlerinden biri olmayı başardı.
Asıl adı Subutay Kesgin olan sanatçı, 1969 yılında Kars’ın Akyaka (Arpaçay) ilçesinde dünyaya geldi. Bir süre sonra ailesiyle birlikte Almanya’ya yerleşti. Müzik hayatına düğün salonlarında başlayan bu genç, Yıldız Tezcan tarafından Almanya’daki Anadolu Gazinosunda keşfedilmiş ve turne programlarına ilave edilmişti. Tezcan, o dönemin modası olarak gencin fotoğrafının altına yeni bir isim bularak yazdı ve bu tarihten sonra onun Azer Bülbül adıyla tanınmasına vesile oldu. Peki Tezcan, neden Azer ismini seçmişti? diye hiç soramadı bu genç; zira oldukça utangaçtı. İsmine alışması uzun sürmedi. Hatta yıllar sonra: “Babam bile ‘Azer Bey naber’ diyordu.” 18 sene Subutay’dım, 20 senedir Azer’im. Azer daha çok yaşadı Subutay’dan.
Hem onun için hem de arabesk tarihi için yeni bir dönem başlıyordu. Bülbül, ilk profesyonel albümünü “Garip Yolcu” adıyla 1984’te yaptı. Daha sonra Türkiye’ye döndü ve Uzelli plak için 7 albüm daha yaptı. 1994’te “Kurşun Yedim Sol Yanımdan” şarkısını söylediğinde ise tüm Türkiye tarafından tanınmaya başladı. Söz konusu kaset, 1 milyon 400 bin adet satmıştı. Bu sayı, zamanın koşullarında inanılmaz bir rakamdı. “Zordayım” albümünün 1 milyon 800 sattığı zamanda İbrahim Tatlıses’in “Ah Keşkem” albümü 300 bin ancak satabiliyordu.
- Aslında Türkiye’de onun çok tanınmadığı dönemlerde söylediği birçok şarkı daha sonra başkaları tarafından söylenmişti. Bugün İbrahim Tatlıses’le özdeşleşen “Hesabım Var, Esmerin Adı Oya, Sevdiğime Pişman Ettin, Saygımız Vardır” şarkıları bizzat İbrahim Tatlıses’in itirafıyla ilk kez Azer Bülbül’den dinledikten sonra söylenmişti.
Elbette bu durum sadece İbrahim Tatlıses şarkılarıyla sınırlı değildi. Emrah tarafından söylen “Leyli”, Kibariye tarafından yorumlanan “Hüküm Giymiş”, Nükhet Duru’nun “Ben Sana Vurgunum” şarkılarının ilk yorumcusu da yine Azer Bülbül’dü.
Azer Bülbül yeni bir tarz yaratmıştı artık. Müslüm Gürses konserlerinde alışık olduğumuz jiletli kanlı gösterilerin yeni bir adresi de Azer Bülbül’dü. O da her ne kadar Müslüm Gürses gibi yapmayın, etmeyin dese de kar etmiyordu. Bir gün kendisine jilet atan bir gence neden sorusunu sorduğunda “Kendimden geçiyorum abi seni görünce” cevabını almıştı. Zaten onların dertlerinin dermanı hastaneyle değil zamanla geçiyordu. Böylece kendi kendine kapanıyordu yaraları.
Şarkıların her biri, bir dramın hikâyesiydi. Aslında hepsi kendisini anlatıyordu. Psikolojisi ne söylüyorsa o da onu yazıyordu. “Dardayım” diyerek kimsesizlerin çığlıklara tercüman oluyordu mesela.
Herkes onu kendinden geçmiş bir şekilde titreyen sesiyle özel buluyordu. Sahnedeki titreme onun ifadesiyle bilinçli bir şekilde yapılmıyordu. Titremesini o an yaşadığı duygu yoğunluğuna bağlıyordu. Hatta şöyle diyordu: “Ben bile ne yaptığımı bilmiyorum. Çekiyorlar kameraya, izleyince ben bile şaşırıyorum. Valla ben şarkı söylerken kendimi unutuyorum inanın yani. Çünkü kendimi yaşıyorum o sözlerde. Biraz da hisleniyoruz herhalde.’
Azer Bülbül öyle içten bir şekilde şarkıları okuyordu ki en zalim insanı bile içinden titretebiliyordu. O, çaresizleri, kimsesizleri, varoşları ve isyanı temsil ediyordu.
Çaresizliği şöyle tarif ediyordu örneğin: “Değirmenim terse döndü bu yıl da. Bulgura mı yanam una mı yanam, yar sılada kanser ben burda verem, ben bana mı yanam sana mı yanam!” İşte böyleydi. Herkesin bir şekilde arabeskten uzaklaştığı bir dönemde, o arabeske yeni bir soluk kazandırıyordu. Öyle ki Azer bülbül, arabeskin yaşayan son kalesi olmayı başarmıştı. Her şarkısı dramatik hayatını, yalnızlığını ve hüznünü yansıtıyordu.
O artık, taksi duraklarının, taksilerin, minibüslerin ve TSK’nın gayri-resmi sanatçısı olma unvanına sahipti. Kasetleri torpido gözlerinden düşmez, kah hüzün kah tebessüm dağıtırdı. Biraz klişe olacak ama ABD’de yaşasa dönemin en etkili isimlerinden biri olabilirdi. Hem bazı müziklerin blues veya reggae tarzından çok da farkı yoktu. Yine de Türkiye’de herkesin sevgisini kazanan bir figür olmayı başarmıştı. Tam her şey yoluna girmişti. “Aşkımız erdi bahara kışı bitti yazı kaldı, kapandı yıllanmış yara çoğu gitti azı kaldı” diyordu. Yine bir şeyler ters gitmişti. Türkiye müzik piyasasında korsana ve internete bağlı olarak bir düşüş yaşanmış ve herkes bundan nasibini almıştı.Bunun yanında, müzik albüm satışlarında ciddi de bir düşüş vardı. Eskiden bir milyon satan albümler artık ancak 100 bin satıyordu. Bu yüzden, emeğinin karşılığını alabilmek için daha fazla sahnelere, programlara çıkması gerekiyordu.
Buna rağmen inişli çıkışlı bir hayatı vardı. Bir anda Türkiye’nin en popüler arabesk sanatçısı olurken diğer yandan uyuşturucu tedavisi görüyordu. 15 Şubat 2001 tarihinde 10 ay hapis cezası aldı ve bu cezası paraya çevrildi. Ceza sonrasında: “Artık temizim. Artık o günleri anmak bile istemiyorum.” diyordu. En korktuğu şey yalnızlıktı. Hatta “Tükenmişlik, bunalım, hayatın bölümlerinden birisi işte. O kadar insanın içinden geliyorsun, odanda tek başınasın, bu bir yalnızlık değil mi sizce?” diye soruyordu. Korktuğu şey başına geldi ve odasında yalnız bir şekilde dünyasını değiştirdi. Cenazesi İstanbul’a getirilerek Hadımköy Gülbahçe Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Azer Bülbül, öldüğünde 43 yaşındaydı. Onunkisi erken ölümlerin belki de en trajik olanıydı. Büyük beden elbiseleri, titreyen sesi, umutsuz bakışı ve hüznüyle birlikte aramızdan ayrıldı. O şarkı söylemiyor adeta feryat ediyor ve imdat istiyordu.
Yılları geçirdik, hep boynu bükük.
Bir kere yüzümüz güldü mü bizim.
Kader bu kahretsin, şansımız yokmuş.
Bir kere yüzümüz güldü mü bizim.
Ellerin talihi, durmadan gülmüş.
Bizimse gülümüz, açmadan solmuş.
Geriye kahırdan başka ne kalmış.
Bir kere yüzümüz güldü mü bizim.