Atalarımızın büyülü hikâyeleri ne işimize yarar?

BURAK GENÇ
Abone Ol

Mitler, insanlığın anlamlandıramadığı dünyaya karşı sorular sorması sonucu doğmuştur. Başıboş kalan insanoğlu çakan şimşeği ilahların öfkesine, doğup batan güneşi tanrının arabasına atfetmiştir. Bilinmez olan korkutucudur.

İlk çağlardan beri şiirler söylüyor, masallar anlatıyor, efsaneler fısıldıyoruz. Dünyanın dört bir yanına yayılmış topluluklar neden edebiyat diye bir sanat üretmiş olabilir? Dahası bu yazın denilen icat bunca zaman hangi ihtiyacımızı görmüş, bugün neden hâlâ aramızda? Bunların cevabı için şüphesiz önce en erken edebiyata, anlatıların kökenine, yani mitlere gitmek de yarar var. Çağdaş edebiyatın bugün hangi boşluğu doldurduğunu doğru anlayabilmemiz için geçmişteki misyonunun ne olduğuna ve nasıl var olduğuna dair bilgileri göz önünde bulundurmamız gerekir çünkü çağdaş edebiyat, bugün her ne kadar yeni tekniklerle üretiliyor olsa da kendi özünü eski anlatılardan aldığı ilhama borçludur. Bu bakımdan edebiyatın bugününü anlayabilmemiz, bir anlamda geçmişi iyi irdeleyebilmemizden geçer diyebiliriz. Mitler, insanlığın anlamlandıramadığı dünyaya karşı sorular sorması sonucu doğmuştur. Başıboş kalan insanoğlu çakan şimşeği ilahların öfkesine, doğup batan güneşi tanrının arabasına atfetmiştir. Bilinmez olan korkutucudur.

Toprağın mahsul vermemesi ve bebeğin doğum sonrası ölmesi, ardındaki gerçek bilinene kadar ürkütücüydü. Tohumun "mitini" bilmek mahsulü evrendeki kusursuz olan ilk hâlindeki gibi büyümeye zorlamak demek oluyordu. Orta Asya'dan bugüne değin Anadolu'da oldukça yaygın bir inanç olan al karısının kadına ve bebeğe zarar verdiği bilgisiyle beraber bu illetle mücadele etmenin de yöntemi doğmuş oluyordu. Karanlık dünya hikâyelerle yavaş yavaş aydınlanıyordu. En temel özelliği bir şeyin yaratılışını ya da kökenini anlatmak olan mitler, uydurma anlatılardan çok daha fazlasıydı. İnsanların dünyada keşfettiği pratikleri kolektif bilinç dışı vasıtasıyla anlatılara aktarması bugün bildiğimiz bir gerçek. İnanca göre bu anlatıların dünyanın sırrını insanlığa vermesi gibi bir özelliği daha vardı.

Konunun uzmanı Mircea Eliade, evrenin sırrını elinde tutma meselesini ateş ve demir örnekleriyle özetler. Ateşin "ilk hikâyesine" sahip olan kişi közlerin üzerinde yanmadan yürüyebilirdi. Bir destanda kahramanı ise vücudundaki kılıç yarasını, demirin mit bilgisini hatırlayamadığı için iyileştirememekteydi. Mitler; masallara, efsanelere, menkıbelere evrilirken içindeki hikmeti de taşıdı. Efsaneler al karısından korunma yöntemleri ile insanları silahlandırmış oldu. Şubat karısı, çocukların buz yapan kışta düşmemeleri için kuyulardan uzak durmasını sağlar oldu. Doğanın insanlardan uzak tenha yerlerini kirletmek cinlere hakaret sayıldı. Destanlar da diğer türler gibi değişerek son ve kusursuz hâlini alırken topluma kimi gerçekleri göstermekle meşgul oluyordu. Basat'ın Tepegözü Öldürdüğü Destan yüzyıllarca göl kenarında bulunan masum bir periye saldırmanın nasıl felaket getireceğini ve obanın babasız diye dışladığı tek gözlü çocuğun topluma nasıl kötü bir şekilde geri dönebileceğini bizlere gösterdi. Gelişen bilim, dünyanın tüm büyüsünü götürürken elimizde geçmiş anlatı yöntemlerinden evirilen hikâye ve şiir kalıyor. Modernizm, romanı doğuruyor.

Peki, bugün atalarımızın bu eski inançları tekrar edebiyatımıza girerken ne düşünmeliyiz? Fantastik edebiyatla ya da büyülü gerçeklikle çağdaş yazında kuvvetli bir şekilde yer almaya hazırlanan masallar, mitler, memoratlar hayatımızda nasıl bir fonksiyonu karşılıyor? Uzun süre kaçış edebiyatı olarak tanımlanan fantastik edebiyatın yanlış yorumlandığını düşünenlerdenim. Kaçan edebiyat başarısız olandır. Şimdiki insanın ve bugünün sorunlarının ya da evrensel ferdî duyguların farklı dünyalarda, farklı gerçekliklerde anlatılması takdire değerdir. Bugünkü anlamıyla edebiyat; farklı gerçekliklerde, farkı hayatlarda tanıdık hisleri görmeye ve kişinin yüzleşmesine yarar. Ana akımın dışındaki türler de tüm edebiyat gibi aynı şeye hizmet eder. Bunun yanında, insanlığın farklı farklı yerlerde kendi çevresel faktörleriyle değişik nüanslarla anlattığı aynı hikâyelerin bize ihtiyacı var.

Yüzüklerin Efendisi serisinin yazarı Tolkien'in onlarca farklı şekilde anlatılan masal kahramanı elfleri modern bir romanda yeniden biçimlendirerek anlatması ya da Drakula'nın yaratıcısı Bram Stoker'ın Balkan folklorundaki vampiri karizmatik bir şekilde Londra'ya taşıması silik kalan bu doğaüstü varlıkları çekip vitrine koymuştur. Peki ya bizim acayip mahlûklarımızı kim kurtaracak? Daha önce yazılmamış bir şeyi yazmak imkânsızdır. Dünyanın kurulduğu ilk günden bugüne aynı kurgu iskeleti üzerine farklı kıyafetler giydiriyoruz. Aynı çatışmaları farklı yazarlardan tekrar dinliyoruz. O hâlde neden doğaüstü ögeler barındıran destan ve masallarımızı bilinçli bir şekilde modernize etmiyoruz? İster büyük dertleri ister ufak duyguları atalarımızın mesajını verme yöntemleriyle anlatmamız mümkün. Edebiyat yüzleştirir. Kolektif bilinç dışının meydana getirdiği hikâyeler de bizlere kusursuz anlatı yöntemleri sunuyor. Modern edebiyatta köklerden beslenenler kazanıyor.