Asfalt sızlar
Sınırdan geçince memlekete varmanın sevinciyle ayaklar gaz pedalına biraz daha basıyordu. Az uyumanın onlarca saat araba sürmenin verdiği yorgunluk menzile varmaya az kala iyice koyularak çoğu ölümle biten olan kazalara yol açıyordu. Aileler parçalanıyor, çocuklar annesiz babasız kalıyordu.
Buffalo sürüsü misali
Avrupa'da yaşayan Türk göçmenlerin besili bir buffalo sürüsü gibi hayal edilebileceğini düşünüyorum. Yarım yüzyılı aşkın bir zamandır yazları on binlerce arabalık konvoylarla ta İsveç'ten başlayarak bütün Avrupa şehir ve kasabalarından hareket ederek Türkiye'ye doğru yola çıkıyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti'nde yarım yüzyıldan uzun bir süre demiryolu yapmasını engelleyen, deniz taşımacılığı yaptırtmayan, yerli araba yapmayan, montaj arabalara hava yastığı ve kılima koymak için neredeyse çeyrek yüzyıl bekleyen iradeye karşı çıkış bu şekilde tarihe geçecek ve dosya ismi de pek muhtemelen "Asfalt Sızlar" olacaktı.
Güzergâh üzerinde aslanı, kurdu, çakalı, sırtlanı, her türlü arlanmazı pusu kurmuş bekliyordu. Yolda trafik cezası, rüşvet, haraç, gasp, haksız vergilemelere maruz kalarak, yol üzerindeki garajlara, benzincilere, otellere, restoranlara, marketlere bereket saçarak bir başka çileyi çekmek üzere Türkiye sınır kapısına dayanıyorlardı. Sınırdan geçince memlekete varmanın sevinciyle ayaklar gaz pedalına biraz daha basıyordu. Az uyumanın onlarca saat araba sürmenin verdiği yorgunluk menzile varmaya az kala iyice koyularak çoğu ölümle biten olan kazalara yol açıyordu. Aileler parçalanıyor, çocuklar annesiz babasız kalıyordu. Sadece benim seksen başlarında çalıştığım işyerinde yazın tatile giderken uğurlayıp bir daha görmediğim üç-dört kişi var. Hemen hepsi memleketlerine varmalarına az kala kaza yaparak ölüp gitti. Bazılarının yüzü hâlâ belleğimde canlı. Hepsini rahmetle anıyorum.
Neyse ki
Charter uçakları sürüme çıkınca ve biletlerin fahiş fiyatları düşünce bu konvoylar biraz ufalsa bir kesim tarihi rotayı kullanmaya devam edecekti. Yolun özellikle Türkiye'de kalan bölümünün dili olsa da anlatsaydı. O çukur dolu, çatlak dolu tek gidiş geliş asfalt yollar kimbilir kaç gurbetçiyi öldürmüştü. Çetelesi tutulmalıydı. Son on beş yılda neyse ki, duble yollar ve yeni hava limanları yapıldı da bu felaket rotasının kayıtları geçmişin ağrı dolaplarında istifli eski dosyalar hâline geldi.
Kabus gibi
Bir keresinde kâbus makamında rüyasını bile gördüm. Evimde koltukta kitap okuyordum. Gözlerimi kapatınca taze dökülmüş asfalt kokusu rüyamın içine girmişti adeta. Bu koku beni alıp götürmüştü. Karanlık ve tenha bir yolun ortasında durmuş ileriye bakıyordum. Sol tarafımda seyrek ağaçlık bir bölge vardı. Sol taraf kıraç bölgeydi. Yol uzaktaki dağların ufka geçit vermediği yere kadar uzanıyor gibiydi. Karanlıktı, aysız bir geceydi, ama kaynağı belirsiz bir ışık kaynağı sayesinde onlarca metre önümü seçebilmekteydim. Kalbimde bir duygu kokteyli kıpraşıyordu. Öfke, korku, üzüntü, her şeye boşvermişlik hemen seçebildiğim bileşenlerdi. Beş metre kadar önümdeki asfalt zeminde dışarıya doğru bir tümsek oluşunca irkildim. Bir eldi. Sağ el. Ensemdeki kıllar dikleşti. O eli bir baş, omuz ve diğer el takip etti. Bir insandı. Erkekti. Yüzü dağlara doğru çevrikti. Yarı beline kadar asfalttan sıyrıldığında dönüp geriye bana baktı ve eliyle onun önünde kalan asfaltı işaret etti.
- Görebildiğim kadarki asfalt yüzeyde bir sürü bombe belirmişti. ‘Asfalt canları' diye düşündüm yarı bilinçle. Kimbilir kaç yıllık bekleyişten sonra dışarı çıkıyorlardı. Burnumda taze asfalt kokusu tüterken uyandım.
Koltukta sızmıştım. Saatime baktım. On dakika falan sürmüş bir uykuydu. Yaz olduğu için pencere açıktı. Hemen kapının önündeki asfalt yola yama yapılıyordu. O taraftan esen rüzgarın getirdiği koku rüyama bile nüfuz etmişti. Asfalt, fenol, benzin, aseton cinsinden kokuları seven yanım derin nefesler çekmek istiyordu. Rüya kaydı çok taze ve ayrıntılı duruyordu zihnimde. Romero'nun 1968 yapımı Night of the Living Dead -Yaşayan Ölülerin Gecesi filmini hatırladım. Oradakiler zombiydi. Çağdaş pop kültürünün zombi arketipiydiler. Bu asfaltı yarıp çıkanlar ise yoğunlaşmış bir öfkenin asfalt kimyasından var ettiği "asfalt suretleri" ydi. Etleri kemikleri yıllardır toprakta çürümüş on binlerce insanın tiplerine bürünüyordu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk yıllar hariç son on beş-yirmi yıla kadar kayda değer bir tren yolu yapılmadı. Buna izin verilmedi. 70 başlarında İzmir'de banliyö trenleri buharla çalışıyordu.
Benzerlerini Sergio Leone'nin Spagetti Western filmlerinde görüyordum. Yazın bir yere giderken rüzgar nedeniyle kurumlar içeriye doluştuğunda hemen kalkıp pencerelerin bazılarını kapatırdık. Milletçe tren keyfi geçmişine sahip olduğumuz söylenebilir mi acaba? Trende başlamış aşk ve trende işlenmiş cinayet öykülerimizin sayısı ne kadardır acaba?
Bir gece ansızın
Gurbetçiler memleket yolundaki kazalarda şimdiye kadar epey kayıp vermişlerdi. Bir gece ülkenin bütün yollarında, Sivas, Yozgat, Konya, en çok kaza nerede olduysa, orada ölenlere çok benzer asfalt suretlerin asfaltı delip çıkacağını ve yürümeye başlayacağını hayal ettim. Aynı anda asfalttan sıyrılıp hayatımıza karışacaklardı. Gruplar hâlinde marşları tersten okuyarak yürüyecekler ve yol üstünde önlerine çıkan benzincilere dalıp milleti korkudan altına yaptırtacaklardı. Benzin depolarındaki benzinleri son damlasına kadar içecek ve tekrar yola koyulacaklardı.
- Mezarlıkların yakınından geçerlerken bazı ölüler dirilip onlara katılacak, sayıları kısa zamanda on bin kişiye erişecek ve birleşerek tek bir yoldan yürümeye başlayacaklardı. Bir gece sürecek olan bu kalkışma güneşin doğmasıyla etkinliğini yitirip görünmez hâle gelecek, geriye asfalttaki oyuklar ve mezarlıktaki çukurlar kalacaktı.
Asfalt sızlar
Türkiye Cumhuriyeti'nde yarım yüzyıldan uzun bir süre demiryolu yapmasını engelleyen, deniz taşımacılığı yaptırtmayan, yerli araba yapmayan, montaj arabalara hava yastığı ve kılima koymak için neredeyse çeyrek yüzyıl bekleyen iradeye karşı çıkış bu şekilde tarihe geçecek ve dosya ismi de pek muhtemelen "Asfalt Sızlar" olacaktı. Belki önceden öyküsü yazılır ve ardından filmi yapılırdı.
Dokü-drama şeklinde bir belgeseli yapılsa en azından, Marmaray'a, Üçüncü Hava Limanı'na, Üçüncü Köprü'ye, şehir hastanelerine, nükleer santrallara, elektrikli arabaya, hatta SİHA'lara karşı olan karanlık zihniyetin ve onun aparatçığı durumuna düşmüş entellerin foyası iyice ortaya dökülürdü.