Arnavut edebiyatının ışığı: Dritero Agolli
Arnavut edebiyatına bir kahraman gibi girdi.Küçük bir dilin, dünya eksenindeki önemli temsilcilerinden biri oldu. Arnavut edebiyatının yeni geleneğinin temellerini oluşturdu.
Dritero Agolli, Arnavut edebiyatının merkez figürlerindendir. Aynı zamanda, 60 kuşağının en önemli temsilcilerindendir. Şiir, öykü, roman, tiyatro piyesi ve film senaryoları gibi çeşitli edebiyat türlerinde eserler vermiştir. Asıl ismi Nuri Ağaoğlu’dur. Ancak Nuri ‘gericiliği’ anımsattığından, rejime sadakat ifadesi olarak, ‘ışık’ anlamına gelen Dritero’yu tercih etmiştir. Agolli, 13 Ekim 1931’de, Görice kenti yakınlarındaki Devoll bölgesinde bulunan Menkulas köyünde dünyaya geldi. İlkokulu burada tamamladı. Henüz 13 yaşındayken, ulusal kurtuluş savaşına katıldı. Partizan taburunda kuryelik yaptı. O yıllardan şu şekilde bahseder: “Kurtuluş savaşı başladığında partizanların yanına giderek mücadeleye katıldım. Elimde tüfek tutmak zorundaydım. Mücadele bunu gerektiriyordu.” Orta öğrenimini Asim Zeneli okulunda tamamladı. Ergiri’deki (Gjirokastra) o dört yıl, tam bir akademi eğitimi gibiydi. İlk ürünlerini bu okulun sıralarında verdi. 14-15 yaşlarındayken, şiir ve kısa hikâyeler kaleme aldı. 1947 yılında, Rinia gazetesinde ilk şiirleri yayınlandı. O günü büyük bir gururla anlatır: “Babam, gazeteden şiirin yayınlandığı bölümü kesti, kutuya koydu. ‘İşte benim şairim’ diyerek, köyde övündü.”
SOVYETLER BİRLİĞİ YILLARI
Edebiyat sahasında kendisini geliştirebileceğini bilmesine rağmen hayatın diğer yollarından yürümeyi düşündü, zooteknik lisesine başvurdu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Karahman Yllit, onun bu tercihi kabul etmedi. Agolli’nin hayatını değiştiren bakanın şu sözleri oldu: “Bu adam şiirler yayınladı. Veteriner hekimlik yapmak zorunda değil. Fakat edebiyat çalışmalarına devam etmelidir.” 1952 yılında önce St. Petersburg’a, ardından Leningrad’a gitti. Leningrad Üniversitesi Filoloji Fakültesi’nde eğitim aldı. Puşkin, Lermontov, Çehov, Tolstoy, Gogol, Bunin, Dotoyevski ve Bagrick’in eserlerini Arnavutça’ya tercüme etti. Ehrenburg, Tvardovski ve Nazım Hikmet ile tanıştı. 1956 yılında, Sovyetler Birliği’nde tanıştığı, İngiliz dili öğretmeni Nina Novikova ile evlendi. Bu evlilikten Arjani isimli bir oğlu oldu. 1957 yılında, hayatının 55 yılını geçireceği, Tiran’a döndü. Tiran Üniversitesi’nde dersler verdi. Aynı zamanda, on beş yıl boyunca çalıştığı, Zeri i Popullit (Halkın Sesi) gazetesinde yazmaya başladı. Arnavutluk ile Rusya arasındaki ilişkilerin bozulması onun evliliğine de yansıdı. Evliliklerinin yedinci yılında, bir daha görüşmemek üzere, ayrıldılar. İkinci evliliğini, iki yıl sonra, kendisi gibi gazeteci ve yazar olan Sadiya Kecaj yaptı. Artan ve Elona isimli iki çocukları oldu. Agolli, Arnavut edebiyatına bir kahraman gibi girdi. Küçük bir dilin, dünya eksenindeki önemli temsilcilerinden biri oldu. Arnavut edebiyatının yeni geleneğinin temellerini oluşturdu. Yeniliği sadece öykü yapısına değil, karakter galerisine de taşıdı. Onun kahramanları tuhaf olduğu kadar sıradan, görkemli olduğu kadar basit, trajik olduğu kadar komiktir. Agolli’ye göre; “Yazarlar halkın evlatlarıdır. Büyük bir yazar, yapıtlarını güncel konulardan ve halkın gerçek yaşamından seçmelidir.”
İLK ESERLERİ
Dritero Agolli’nin ilk eseri olan Yolumdan Ayrıldım 1958 yılında yayınlandı. Bu kitapta yer alan şiirler, eleştirmenlerden olumlu not aldı. Bu ilk adımın ardından, başka eserleri olduğunu da hatırlattı. Arnavut yazarın ikinci edebi sınavı da yine şiirle oldu. İlk kitabından üç yıl sonra daha hacimli bir çalışma olan Asfalt Yolda Adımlarım yayınlandı. Onu 1964 yılında Eski Rüzgârların Sesi ve 1965 yılında Dağ Yolları ve Kaldırımlar izledi. Ancak bir masal koleksiyonu olan Eski Rüzgârların Sesi, yasaklandı ve karton haline getirildi. Agolli’nin yazar olarak tanındığı ilk eser, Komiser Memo isimli romandır. 1970 yılında yayınlanan bu roman, başlangıçta kısa bir hikâye olarak düşünülmüştü. Konu olarak, savaş yıllarındaki, partizan kahramanlığını ele alıyordu. Bu romanı, Sekizinci Bronz ismiyle film senaryosu haline getirilen eserlerindendir. Sekizinci Bronz, Çin’de de gösterime girmiş ve beğeniyle karşılanmıştır. Agolli’nin ilginç çalışmaları da oldu. Mesela ikinci romanı olan Yoldaş Zylo’nun Yükselişi ve Düşüşü, sahip olduğu şöhreti hak ettiğini gösteren hicvi eseridir. 1972 yılında, Tiran’da çıkan, Hosteni dergisinde ve ertesi yıl monografi formunda yayınlandı. Bu roman, yazarın, yabancı dillere en çok tercüme edilen ve yayınlanan eseri oldu. Bilinmeyen bir hükümetin kültürel işler bölümü idarecisi olan özünde iyi niyetli ama beceriksiz bir bürokratın, hikâyesini okurlarıyla buluşturdu. İhtişamlı olduğu kadar tuhaf ve acınası davranışlara sahip olan Zylo’nun ironik düşüşü, onun çalışkan ve zeki astı ve arkadaşı olan Demke tarafından kaydedilir. Zylo, herhangi bir toplumda ya da çağda bulunması muhtemel olan evrensel bir figürdür. Fakat komünist diktatörlük döneminin başbakanı Mehmet Shehu, Agolli’ye şunu söylemiştir: “Bu kitapla idareyi yok ettiniz.” Arnavut yazarın bir diğer eseri olan Top’lu Adam da bir dönem romanıdır. Savaşın insanlar üzerindeki etkilerini anlatır. Komiser Memo ile kıyaslandığında, partizan temasını farklı bir açıdan ve ince bir yaklaşımla ele aldığı görülür.
POLİTİK YÖNÜ
Dritero Agolli, 1972 yılında, Arnavutluk Yazarlar ve Sanatçılar Birliği Genel Sekreteri oldu. Ertesi yıl da, birliğin başkanı seçildi. 31 Ocak 1992 tarihinde emekli oluncaya kadar bu görevi sürdürdü. Agolli, yazar ve aydın kişiliğinin yanı sıra, siyasi bir figür olarak da tanınmıştır. 1974-2005 yılları arasında, Halk Meclisi’nde ve Arnavutluk Parlamentosu’nda yer aldı. Komünist sansür tacirleri; 1980’lerde Beyaz Çağ tiyatrosu ve Nentori dergisindeki bir dizi hikâyesini yasakladılar. Trajik olan son ikisinin Arnavutluk Yazarlar ve Sanatçılar Birliği Başkanlığı yaptığı esnada yasaklanmış olmasıdır. Agolli, her yazarın bir polemikçi ve her zaman muhalif olması gerektiğini savunmuştur. Komünist liderlikte etkili bir isim olsa da, Enver Hoca (Hoxha) ve rejimini eleştiren biri olarak dikkatleri çekmiştir. Bununla birlikte, komünizmin çöküşünden sonra bir tek o, komünist olduğunu ve komünizm için çalıştığını açıkça söylemiştir. Sonraki yıllarda, Sosyalist Parti’nin akıl hocalarından biri olmaya devam etmiştir. 1980 yılında Türkiye’ye gelen Agolli, İstanbul ve Adana’da, Yaşar Kemal’in misafiri oldu. Aynı ikili daha önce Elbasan, Dıraç, Akçahisar, Görice ve İşkodra’yı birlikte gezmişlerdi. İsmail Kadare’nin aksine, yaşamı boyunca Agolli, Türkiye-Arnavutluk ilişkilerini destekledi. Daima, “Türkiye’nin neo-Osmanlı politikalar güttüğü” iddialarının doğru olmadığını, “absürt” ve “amatörce” olduğunu ifade etti. Arnavutluk’un, Kosova ile birlikte, Türkiye ile işbirliği yapmak zorunda olduğunu da savundu.
HİKÂYE VE ŞİİRLERİ
Agolli’nin nesirdeki asıl gücü, kısa hikâyeleridir. Kısa hikâyelerinden on altısı, 1985 yılında, Kısa Hikâyeler ismiyle yayınlandı. Arnavut yazar, 1990’lı yılları oldukça verimli bir şekilde geçirdi. 1995 yılında Çılgın İnsanlar, ertesi yıl Çıplak At Binicisi ve 1997 yılında Şeytan Kutusu isimli kısa öyküleri yayınladı. Arnavutluk’taki kamusal yaşam yön değiştirse de o istikametini değiştirmedi. Görünmeyen sansürü gözetmeden yazdığı Geciken Gezgin isimli şiir kitabında, halkın hayatta kalma mücadelesinden bahsetti. Ayrıca Zaman Dilencisi (1995), Atalarımızın Ruhu (1996) ve Yabancı Yaklaşıyor (1996), Babam ve Kendim İçin Baladlar (1997), Gece Yarısı Defteri (1998) ve Ağır Çan (1998) isimli şiir kitaplarını yayınladı. Bir mimar gibi şiirin tüm katmanlarını; ses birimini, heceleri ve mısralardaki kelimeleri ustalıkla tasarlar ve birleştirir. Metinlerindeki sadelik ve müzikalite Arnavut şiir geleneği üzerinde yükselmiştir. Şiirlerinde ele aldığı diğer konular; insan yaşantıları, sorunları ve tabiat oluşturur. “Yeşil Krallığa Seyahat” isimli şiiri tüm bu öğelerin bileşiminden doğmuştur: “Baharla sarılıyorum, / Sıcak dalgalar sallıyor beni, / Yeşillikler arasında kaybolurum, / kaybediyorum, çünkü kaybetmeye geldim."
Agolli, güçlü bir ‘ben’ şairidir. Kitleleri birleştirmek için yazılan ‘biz’ yerine ‘ben’ şiirine yol verdi. Gündelik hayatın unsurlarını şiirlerine taşıdı. “Bu kadın” şiiri bunun en net örneklerindendir: “Hayatlarımızı birbirine bağlayacak kadar şanslı değildik, / Daireler ve telefonlar istiyordu... / Bense sadece gazete için yazılar yazıyordum / Ve haber odalarında koltukta uyuyordum…” Klasik üretim eğilimine sadık olsa da her çeşit mısra ve ritim deneyi yaparak gelenekselliğin tüm kalıplarından sıyrıldı. “Gri” şiirinde sıkça geçen gri kelimesi, sadece ritmik bir tekrardan ibaret değildir. Her gri, bir başka gölgeyi işaret etmektedir: “Sular çok gri, gökler çok gri, / Pencerede gri, yalnızlıkta gri, / Leylekler kaçıyorlar, uzaklara gidiyorlar, / Sular çok gri, gökler çok gri."
KÖKLERİNE BAĞLILIĞI
Agolli, ideal Arnavut imgesi peşinde koşmuştur. 1975 yılında kaleme aldığı Arnavut Annesi, en dikkat çekici şiiridir. Anavatan figürü kahramanca geleneklerle üretilmiş; yolda karşılaşılan zorluklar, engeller ve düşmanlarla kararlılıkla baş etme duygusu vurgulanmıştır. Köklerine bağlılığı, onun şiirsel alametlerindendir. Çağdaş lirizm akımının en zengin ve eksiksiz temsilcisidir. Toprak, emek, aile baba, ebeveyn ve vatan öğeleri mısralarına nüfuz etmiştir. Tıpkı Oğul şiirinde olduğu gibi: “Senin uzak akraban değilim / Senin oğlunum / Arnavutluk! / Köklerimi senin doruklarına saldım / Ve içtim sütünü / Onlardaki pınarlardan…” Kosova Ovası’nda olduğu üzere şiirlerindeki kükreme ve ahlama ifadeleri Arnavut şiir geleneğinin unsurlarıdır: “Ah, sadece şiirlerle kurtulacak olsa Kosova, / İlk kurtaran ben olurdum, beni yüceltecek o şan bana ait olacaktı.” Dritero Agolli, 85 yaşındayken, 3 Şubat 2017 tarihinde Tiran’da vefat etti. Ancak Arnavut edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olmaya devam ediyor.