Ali İzzetbegoviç, 98 Yaşında
Bir liderden daha fazlası. Bir siyasi karakter ya da bir iyi bir yazar olarak sınırlayamayız onu. Fazlası. Çok daha fazlası. 20. Yüzyılda bir şeref levhası o. İnsanlık için bir ahlak ve bilgelik anıtı. Müslümanlar için iftihar sebebi. İslam’ın, ona samimiyetle yönelen bir insana neler katabileceğini gösteren bir kanıt. Aydınlık bir yüz. Net bir zihin. Şüpheye yer bırakmayan iman. Pırıl pırıl bir yaşam.
Bir
Balkanları kaybetmeseydik bugün belki de tarih kitaplarında “Ali İzzet Paşa” diye anacağımız büyük bir mütefekkir olarak bilecektik onu. Ama Balkanları kaybettik. Hikâye de böyle başlıyor aslında. Biz yenildik ve tüm gülleri öldürmeye ahdettiler. Onlara inat yeni güller doğdu. Bundan doksan sekiz yıl önce, 1925’in 8 Ağustos’unda Bosna-Hersek’te doğdu aydınlık yüzümüz. Dedesinin adı verildi ona. Dedesi, Osmanlı ordusundaki askerliğini İstanbul’da yapmıştı ve İstanbul’dayken de Üsküdar’da bir hanıma, Üsküdarlı Sıdıka Hanım’a gönlünü düşürmüştü. İşte Aliya, o Üsküdarlı Sıdıka Hanım’ın torunuydu. Bir Osmanlıydı yani.
İki
Ailesi Belgrad’da yaşıyordu. Sonraları, Sultan Aziz’in Sava’nın kenarında kurduğu Azîziye’ye taşınmışlardı. Dedesi, ileride “Bosanski Şamats” diye anılacak bu yerin yöneticiliğini de yapmıştı bir süre. Köklü bir aileden gelen ve tevarüs edilmemiş asaletiyle bu dünyadan geçen soylu bir adamdan söz ediyoruz burada. Babası Mustafa Bey, ticaretle uğraşıyordu ve çocukları iyi bir eğitim alabilsin diye tüm ailesini Saraybosna’ya taşımıştı. Eğitimi için şehir değiştirilen bu büyük çocuk, ilk eğitimini de ailesinde, özellikle annesinden alacaktı.
Üç
Başarılı bir öğrenciydi. Saraybosna’nın prestijli bir lisesine girmişti. Tüm dünyayı etkisi altına alan komünist propaganda, kötü bir hayalet gibi onun lisesinde de dolaşıyordu. Etkilendi de. Düşünce dünyasında, ait olduğu dünyaya ait olmayan gel-gitler yaşadı. Sadece başarılı bir öğrenci değildi, aynı zamanda iyi okuyan başarılı bir öğrenci idi. Gençlik yıllarında okuduğu üç büyük eser, bütün gövdesini sarsmıştı. Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi, Bergson’un Yaratıcı Evrim’i ve Spengler’in Batı’nın Çöküşü. Henüz lisedeyken Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’ni okuyabilen ve hatta ondan etkilenebilen bir zihnin, içine düştüğü düşünce krizinden çıkması uzun sürmedi haliyle. Üsküdarlı Sıdıka Hanım’ın torunu, çok geçmeden ait olduğu dünyanın, başka bir şeyle kıyaslanamaz büyüklüğünü kısa sürede fark edip İslami kimliğini, hayatının merkezine taşımıştı. 1943 yılında liseden henüz mezun olduğunda Genç Müslümanlar Derneği’nin etkili gönüllülerinden biriydi çoktan.
Dört
Batı’nın bitmek bilmeyen barbarlığı, Aliya’nın liseyi II. Dünya Savaşı’nın gölgesinde okumasına sebep olmuştu. Ama savaş, düşünceden çok eylemdir. Savaşın yaralarından biri olarak, Bosna-Hersek’in 1941 yılında kurulan Hırvatistan Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak planlanması ve bunun yol açtığı yeni sorunlar, Aliya’nın da aralarında olduğu Genç Müslüman’ları rahatsız edecekti. Ve bu durum, Genç Müslümanlar’ın, Saraybosnalı alim Mehmed Hanciç’in başkanlığını yaptığı Hidaye Derneği’ne toplanmalarına yol açacaktı. Birlikte!
Beş
Batı’nın paylaşım ve hakimiyet savaşları, savaşla ilgisi olmayan milyonların kaderini değiştiriyordu elbette. Aliya, Hırvatlar tarafından askere alınmak istenince bunu reddetti haliyle. Saraybosna’dan Gradaçaç’a geçti. 1945’te Tito’nun Partizan ordusu Saraybosna’ya girince, o da geri döndü. Ancak bu sefer, Sırplar tarafından askere alındı. Partizanlar’ın Müslüman avına başladığı sırada, askerliğini bitirmek üzere olan Aliya, daha önceki İslami faaliyetleri bahane edilerek 1 Mart 1946’da arkadaşlarıyla birlikte tutuklanıp hapsedildi. Hapiste geçirdiği 3 yılın ardından özgürlüğüne kavuşunca Halide Hanım’la evlendi. Başladığı ve yarım kalan Ziraat Fakültesi’ni bırakıp Hukuk Fakültesi’ne girdi. 1956 yılı mezun bir avukattı artık.
Altı
Okumalarını hiç aksatmadı. Komünist rejimin farklılıklara tahammülsüz baskıcı rejimine rağmen düşüncelerini yazmaya ve yaymaya devam etti. Gençlerle oturdu. Ki bu yeni bir dünyayı kurmanın ilk müjdesiydi.Entelektüel derinliği ve Müslüman kimliğini yansıtan dünya okumaları, kısa sürede tüm gözlerin üzerine çevrilmesine sebep oldu. Okumaları, sadece Boşnaklar üzerinde değil, farklı etnik gruplara mensup Müslümanlar üzerinde de etkili oldu. Sadece okuyan ve anlamak isteyenler çevirmedi gözlerini ona. Tito’nun Yugoslavya’sının da gözleri üzerine çevrildi. Arkadaşlarıyla birlikte yayımlandığı “İslam Deklarasyonu” başlıklı metin, tüm dünyada büyük yankı uyandırdı.
Yedi
Tito, 80’de öldü. Frenin boşalması gibi Yugoslavya’da şartlar daha da ağırlaşmaya başladı. Okuyan, yazan ve rahatsız eden Aliya, 1983’te tekrar tutuklandı: ‘Anayasal düzeni yıkmak için örgüt kurmak’, suçlamasıyla. 14 yıl hapse mahkûm edildi. Bu kez, hapishane, daha sonra başlatacağı özgürlük mücadelesinin lider kadrosunu yetiştirmek için bir medreseye dönüşecekti.
Pişman olduğunu beyan etmesi, kalabalık ‘dostları’ arasında büyük bir kırılmaya yol açacaktı. Bunu bilenler, 1987’de hücresinin kapısını çaldılar ve tekliflerini yaptılar. Karşılığında özgürlüğüne kavuşacaktı. Pişman olduğunu ifade etmesi yeterliydi. Reddetti bizim büyük bilgemiz. Çatırdayan komünist dünyaya, sadece o dünya yerine kendileri tahakküm kurabilsin diye demokratik ülkelerden ve ayrıca İslam ülkelerinden yönelen baskılar sonucunda 25 Kasım 1988’de mecburen serbest bırakıldı.
Sekiz
Genç Müslümanlar’dan arkadaşlarıyla birlikte Mart 1990’da Demokratik Eylem Partisi’ni kurdu. Tezi anlaşılırdı: Tüm Yugoslav halkının ama özellikle Boşnak ve Arnavut Müslümanların geleceğinin ancak Yugoslavya’nın bir arada ve âdil bir şekilde yönetilmesiyle mümkün olacağını söylüyordu. Ama herkesin, Yugoslavya’nın bir parçasından bir dünya kurmak istediği ve bu dünyada Müslümanlara yer tanımadığı bir dünyaydı burası. Siyasete girdi. Yugoslavya’nın parçalanma sürecindeki Aralık 1990 seçimlerini kazanarak Bosna-Hersek cumhurbaşkanı oldu. 2 yıl sonra yapılacak olan referandumla da Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan edecekti. Ancak, Batı’nın ortasında bir ‘Müslüman devlet fikri’ Sırpların Boşnaklara saldırmasına yol açtı. Bu saldırılar BM gözetiminde ve BM görevlilerinin nezaretinde korkunç katliamlara sebep olacaktı.
Dokuz
Yugoslavya’nın dağılmasının ardından başlayan kaosu yönetmek üzere bölgeye Barış Gücü gönderen Birleşmiş Milletler, özellikle kadın ve çocukları savaş hukuku gözetmeyen Sırplardan korumak için birkaç şehri ‘güvenli bölge’ ilan edip silahsızlandırmayı bir çözüm olarak görmüştü. Srebrenitsa da o yerlerden biriydi ve şehre gelen tüm Müslümanların silahları toplanmıştı. Ve şehir, BM Barış Gücü bünyesinde Hollandalı askerlerin koruması altına verildi. Fakat Hollandalı askerler Srebrenitsa’daki silahsız sivil insanları Sırplara teslim edip bir haftadan uzun bir süre planlı bir soykırım yapılmasına destek oldu. Batı’nın ‘yüksek insanlık ideali’ndeki ‘insan’ın kim olduğunu Srebrenitsa’yı bilen herkesin kendisine sorması gerekir.
On
Savaş ahlak ve hukukuyla bağdaşmayan Sırp katliamı, Aliya İzzetbegoviç’in öncülüğünde 14 Mayıs 1994’te imzalanan Dayton Antlaşması’yla Bosna-Hersek’in bağımsız bir devlet olarak tanınmasıyla sona erdi. Batı, gözetimindeki Dayton, şüphesiz adil bir barış olmadı. Ama bilge liderin ifadesiyle söylersek ‘adil olmayan bir barış bile, süren bir savaştan daha iyiydi.’ 1996 yılında Dayton sonrası yapılan ilk seçimlerde Boşnak, Hırvat ve Sırp temsilcilerinden oluşan üçlü Başkanlık Konseyi’ne seçilen Aliya, başkanlık görevini üstlendi. 1998 seçimlerine katılmak istemedi ama Demokratik Eylem Partisi’nin yönetim komitesi aday olması konusunda ısrarcı olunca tekrar aday oldu ve Başkanlık Konseyi’nin yöneticiliğine devam etti. 2000 yılında görev süresi tamamlanmadan devlet başkanlığından çekildiğini ilan etti. 19 Ekim 2003’te ise dünya sürgününü tamamladı.
Onbir
Yaklaşık yirmi yıla yakın bir zaman diliminde tamamladığı en önemli eserlerinden biri olan “Doğu ve Batı Arasında İslam”, Aliya’nın entelektüel derinliğini göstermesi açısından tek başına yeterli bir örnek olarak ele alınabilir. Taşımak zorunda kaldığı yükler bir tarafa, tarihin onu mecbur bıraktığı sorumlukların ardında kelimenin bütün anlamlarıyla büyük bir filozof vardı. Vefatıyla sadece Bosna-Hersek, devlet başkanını kaybetmedi. Sadece Boşnak Müslümanlar kurucu liderlerini kaybetmedi. Sadece Balkanlardaki Müslümanlar ‘Babo’larını kaybetmedi. Sadece dünya Müslümanları, bugün yaşayanların şahitlik ettiği bir tarihi bilgeyi yitirmedi. Tüm insanlık, bakıp da kendisinden insan olmanın imkanlarını zenginleştirebileceği bir entelektüeli, bir kahramanı, bir insanı kaybetti.
Geride, anlaşılmayı ve üzerine konuşulmayı bekleyen büyük eserleri kaldı. Modern dünyada Müslümanların karşılaştığı zorluklara samimiyetle ama akıllıca cevaplar üreten, üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyen konuşmaları kaldı.
On iki
Aliya İzzetbegoviç, 98 yaşında şimdi. Ölmeyecek bir ruh olarak dipdiri ve karşımızda. Ona biraz daha yaklaşmak için bu doğum günü armağanı. Kabul edilmiş bir dua olan Aliya’ya; bir Fatiha’ya vesile olması için.