Ahlâkî tutumların felsefesi

ERCAN YILDIRIM
Abone Ol

Öldürmek kötüdür, insan öldürmek ahlâksızlıktır; öldürmeyi menfi kılan kendi vermediği yaşamı almaktır. Platon'a göre çalmak kötüdür dahası ahlâksızlıktır. Fakat katilin katliam yapacağı bıçağı çalmak, iyiliğe dahil olmasa bile onu ahlâk dışılık kategorisinden de çıkarır.

Ahlâk şahsidir, gösterildiğinde kişiyi başkalarından ayırır. Normların, geleneklerin, göreneklerin belirlediği davranış kalıpları her zaman ahlâkı karşılamayabilir; hatta toplumun kabul ettiği iyi ve kötü etik tutumla çelişebilir de! Dini umdeler eğer toplumlar onları kültürleştirmemişse büyük oranda yerleşik göreneklere mugayir olabilir. Bugün etrafımızdaki fakirlere rağmen dışarıda yemeğe yüksek hesaplar ödemenin etiği hesaplanırken İslam'da komşusu açken tok yatmanın sorgulanması cari yaşam tarzıyla ahlâkın yolunun birliğini gösterir. Varlıkla adaletli ve ahenkli yaşama, ahlâklı bir tutumdur çünkü. Başka'larıyla eşdeğerlilik, ezme ve sömürme ilişkisi gözetmeden bir arada bulunmak, etik tavrı anlatır; hayvanlara, denizlere, doğaya kötü davranırken onlardan azami verim ve kalite bekleme açıkça ahlâksızlıktır. İnsan kötülük yaptığı esnada bile karşısından iyilik beklemeyi sürdüren ahlâkî öze sahip.

Hâlbuki doğal hukuktaki gücü yetenin galip geldiği anlayışı bile "hakkından fazlası"nı almayı, doyduktan sonrasını biriktirmeyi kötü sayar. Her mevkinin, her grubun, düşüncenin, mesleğin bir ahlâkı olur. Bu açıdan ezberlerin ötesinde ahlâksızlık değil ama pragmatik, kötücül, günümüzün sahip olma ahlâkı yıkıcıdır. Bu kötücüllük kişinin eleştirdiğine sahip olduktan sonraki tutumunda netlik kazanır; pozisyon ahlâkıyla ideal ahlâk çelişir hele ki pozisyonu de facto ahlâki değerlerini etikle, idealle değiştiremeyince... Yüksek değerler uğruna yaşamak, inancı için azim, teslimiyet sahip olma ahlâkı karşısında arkaik kalsa da varoluşu kotaran ve yönlendiren temel vasıflar olmayı hâla sürdürüyor. Bıkkınlık vermek, bıkmak her şeye karşın umudu yaşatmak ve yeşertmek etik dirayetin bir sonucu; yığının, bayağının, linç kültürünün sürü coşkunluğu veya tükenmişliği karşısında "yaratıcı melankoli etiği" çok daha oluş'a açıklık ihtiva eder.

ÖNCELIKLER ETIĞI

Bize hayatımızı zehir eden karamsarlardan, bizi uçuruma sevk eden iyimserlerden uzak bir etik, hakikatin örtüsünü kaldırabilecek bir yaşama sevinci, daha çok lazım. Her sorunun bir cevabının bulunduğu, her suçun affa mazhar bir gerekçesinin icat edildiği, her eylemin teorisinin sonradan yazılabildiği, her hatanın kılıfının dikilebildiği bir çağda yaşıyoruz. Hâlbuki salgınların, zulümlerin, savaşların, en basitinden nobranlığın bir gerekçesi illa var; pozitivist yığınlar olarak bu hadiselerin bilimsel izahlarını yapabilme hünerine sahibiz. Kimse kendi hatalarının, kötü niyetliliğinin ceremesini başkalarının, doğanın çektiği fikrine yaklaşmıyor. Toplumlar kabul etmek gerekir ki ahlâksızlıkları yüzünden çökmez; ahlâksızlık da bir ahlâktır çünkü. Milletler savaşlar, bölüşüm kavgaları, sen-ben çatışması, yetinememe yüzünden içeride ve dışarıda birbirine düşer. Topluluklar kendilerini selamete çıkaracak nizamı kurmakla mükelleftir; nizamı ahlâkla kurarken düzen kendi ahlâkını da zaman içinde üretir. Yalnız yokluk ve yoksunlukla izah edemezsiniz etik tutarlılığı, aza kanaati, mal biriktirmemeyi… irade ve şuur aklederek aşırılıktan kaçınmayı bilebilir.

Peygamber Efendimizin imkânı varken az yeme, az içme, az uyuma, mal birikiminden uzak durma tutumu "insanın başarabileceği" nin kanıtıdır. Ahlâk başkalarıyla anlam kazanır, bu sünnetler bireysel gibi gözükse de aslında sonuna kadar siyasi, toplumsaldır. Çünkü moral değerler emir ve yasakların hükmüyle mukayyet değildir, ilahi yasa, sorumluluk duygusu, vicdan, aklın belirlediği iyi-kötü kriterleri bizi ideali korumaya yöneltir. Ahlâkın temeline inanmayı, bilmeyi, tâbi olmayı, düşünmeyi yerleştirebiliriz; fakat simgesel düzende mefhumlara içeriğini en çok iktisat veriyor. Bu da "öncelikler etiği"ni şekillendiriyor. Milletin, bireyin, devletin, ideallerin, menfaatlerin öne çekildiği tercih sahasında ihtiyaçlara uygun ahlâk beğenebilirsiniz kendinize. Üstelik her tür ahlâksızlığı meşrulaştırabilecek sağlam doneler, yetkin haklılıklar da icat edebilirsiniz; dünya buna müsait. Kavramlar evreni, etik eylemlerin izini sürmekten imtina etmez, yeter ki referansları sağlam olsun!

MORAL DEĞERLERI ARAÇSALLAŞTIRMA

Müslümanlar bugün yeryüzünün genelinde "ikili dünya ahlâkı" geliştirmiş durumda… Bu dünyanın işleri için, "ama ne yapalım işler böyle yürüyor" ahlâkı, öte dünya söz konusu olduğunda ritüellere dayalı flu bir dindarlık ahlâkı. İçinde yaşadığımız dünyada yapıp ettiklerimizin yani etik tutumlarımızın öte dünyayı satın alacağına dair kadim itikadımız, İslam'ın temel değeri iyiden iyiye "gözden düştü". Öyle beklendiği için gelen ahlâk erdemleri yaşatma, erdemlerin sayısını artırma, soyluluk, merhamet, yüce gönüllülük gibi kalıcı ve kadim değerlerden değil sadakatten, saygıdan, boyun eğmekten oluşuyor. Moral değerleri geliştirme, güzelleştirme, ahenkli hale getirmekten ziyade sistemin istediği şekle sokma öne çıkıyor. Mehmet Ali Ayni, ahlâkı hayrın ilmi olarak tanımlar. Hayr başka'sını önceler, ötekini esas alarak aslında kişi kendisini yüceltir. Moral değerleri toplumu, bireyi kontrol etme, sevk ve idare şeklinde görmekten ziyade bireysel varoluşta tutarlılığa ulaşma biçiminde okumak gerekir.

Çünkü zaman zaman iyinin, doğrunun tanımları dönemlere göre değişebilir. William James gibi iyiyi pragmatizm olarak kabul etmek mümkün. Gazali mesela ahlâki gevşekliği ameli gevşekliğe bağlar dolayısıyla eylemi öne çeker, praksis üzerinden bir etik geliştirir, cemaati bir arada tutma, Allah'a ulaşma, özgürlük, ruhun imkânları da bu eylemle, praksisle sağlanır. Kabul etmek gerekir ki bazen meselelerin çetrefilleşmesinin nedeni ahlâkı siyasallaştırma, toplumsallaştırma çabasıdır. Erdemlerin ötesinde masumiyet fikrinden, kötülüğe ses etmeyen, iyiliğe köstek olan bir bencillikten bahsedersek de aslında temel mesele Topçu'nun yargısında yer bulduğu gibi hürmet, çok değerli olana hürmettir. Hürmet ahlâkidir çünkü iyi ve kötü yargısında bulunmaktan öte potansiyeli ve birikimi görmezden gelmemeyi önemser. Bu da bilinci merkeze yerleştirir. Fichte'nin "yapmak zorunda olduğum için yaparım" tezindeki zorunluluk bir ahlâkı içerse de etik tutumu göstermez, çünkü devlet, din, aile, patron icbar ettiği için bir şeyi yapmak zorunda kalabiliriz.

Fakat aslında bir şeyi yapmamız gerektiği için yapmak, yeri geldiğinde kişinin diğer odaklar gibi kendisini bile karşısına alabilmesi etik tutumun temelini oluşturur. Bir şeyi yapmak istemese, inanmasa bile kişi erdemler için, cesaret ve cömertlik gösterisi, şan-şöhret-nam gerekçesiyle o şeyi yapabilir. İşin yapılması, amacın hasıl olması, iyinin ortaya çıkıp kötünün kaldırılması uğruna hakketmediği hâlde bir kişinin cesur, yiğit, korkusuz gibi namları almasına sebep olmak ahlâki midir, tartışılır. Öncelik, yarar, amaç bir eylemin gerekçesine döndüğünde araçsallaşır, araçsallaşan her eylem sahiciliğini yitirdiği gibi sahihliğine de halel getirir bu da otantik varoluşunu bozar. Yadsımak tam da etik bir eylemdir; kendiliği ortaya koyan, varolanın iğvasına karşı her tür yadsıma gerçekleştirmek gerekir. Mutluluğa erişme klasik İslam felsefesinde ya da yaşama stilinde çok baskın tezdir hâlbuki. Etik davranış her zaman mutluluk, huzur getirmez. Hazlar, arzuların tatmini de mutlulukla ölçülebilir bir davanın nihayete erdirilmesi de… ama kötüyü, fitneyi, çirkini defetmek, yıkmak hazların en "yetkini", en coşkulusu ve kalıcısı olabilir. Bu peşinden bireyin kendi kendine yeten düşünce, dünya kurmasıyla da katmerlenir. Bir dünya kurmak belki bünyesinde amaçlılık getirse de mutluluk her daim hazza içkindir, daha da ötesi kötüyü, acıyı kaldırmak da faydayı bütünleyen mutluluktandır.

AMAÇSIZ AHLÂK

İslam düşüncesinde, klasik felsefede, kadim metinlerde bilgi-eylem farkı bulunmaz. Eylemin amaçlılığıyla ilgili bir etik ne yaptığından çok neyi neden yaptığınla ilgilenir; Kant'ın ahlâk felsefesi cennete gitmek için ihtiyacı olana yardımı ahlâki görmez. Acımak, vicdanını tatmin etmek, merhamet göstermek ahlâki tutumun gizli ya da açık maksadı hâline gelemez. Çünkü merhamet asıl merhametsizlik fürudur; insandan başka hiçbir mahlûkat işkence, zulüm, vicdansızlık sergilemez… merhamet insana özgüdür zira. Varoluşunun doğasında bulunan ile ayrıcalık, büyüklük göstermek etik değil ahlâksızlıktır. İster istemez insanların yaratıldıkları hâli korumaları moral değerlerdeki tutarlılığı gösterirken kendine bahşedileni hor görmek, yok saymak ya da tam zıddını gerçekleştirmek ahlâksızlık hatta zulümdür. Günah yalnız söz dinlememe, emri yerine getirmeme değil ahlâksızlıktır zira hazza yatkın taraflarını kullanmanın ötesinde günahı engelleyebilecek bilinç ve iradeyi görmezden gelmeye yönelir. Kişiyi tanımlayan nitelikler, düzeni düzen yapan kanunlar, bir kendiliği belirleyen ilkeler ahlâk dairesine dahildir; bunları yok saymak ahlâk dışıdır.

İnsan yetkinlik oluşturabilendir; kişiyi başka insanlardan ayıran, güzideler sınıfına yerleştiren, öncü vasfına büründüren akli-ilmi-etik yetkinlikler, üst düzey edimlerdir. Öldürmek kötüdür, insan öldürmek ahlâksızlıktır; öldürmeyi menfi kılan hayata dair yaşam gücünü, umudu, kendi vermediği yaşamı almaktır esas kötü olan. Platon bunu çalma kavramı üzerinden izah eder, çalmak kötüdür dahası ahlâksızlıktır. Fakat katilin katliam yapacağı bıçağı çalmak, iyiliğe dahil olmasa bile onu ahlâk dışılık kategorisinden de çıkarır. Etik tutum kendine zarar geleceğini bilse de kötüye engel olabilmede yatar. Bu açıdan evrensel bir iyi-kötüden söz edemeyiz; Nietzsche, ahlâkı kuvvetin belirlediğini ifade eder. Ahlâk otoriteye, dini-siyasi-ideolojik yetkeye dayanırken etik insana, dinin ilkeleri çerçevesinde şahsi inisiyatife ve akletmeye dayanır. Yeri geldiğinde cari otorite ahlâkını karşına almayı gerektirir. Hatta kanaat önderlerinin, din adamlarının ittifak ettiği fakat dinin aslında olup olmadığı tartışılabilecek argümanları ve değerleri reddetmek eni konu etiğin dairesine girer. Baudrillard zekâyı şeyleri olduğu hâliyle çözümleme; imgelemi, şeyleri olabilecekleri hâliyle tasarlama; ahlâkı, olmaları gerektiği gibi düşünme şeklinde tanımlar.

Ahlâk ideal dünya tasarımının iyi ve kötü öncüllerini içerdiği kadar varoluşun, yaradılışın, şeylerin normallerinin varlıkla ilişkisinde otantik konumlarını temel kabul etmeyle ilgilidir. "Ezerler seni, sonra timsah gözyaşı dökerler" derken Dostoyevski Öteki romanında, bazen sistem adına, yürüyen düzeni koruma adına tanımlanmış iyi ve kötünün yani ahlâkın, olması gerekenle, adaletle, etikle, varoluşun normaliyle çatıştığı hâlde korunduğunu vurgular.

Etik hangi menfaati elinden giderse gitsin kişinin hakkı, hakikati, otantik olanı yaşatabilme dirayeti, iradesi ve dikkatinin adıdır.