15 Temmuz, Malazgirt'te 'Misak'ın göstergesiydi

İSMAİL KILIÇARSLAN
Abone Ol

Ben 15 Temmuz’un Türkiye’de henüz yeteri kadar konuşulduğunu ve yeteri kadar anlaşıldığını düşünmüyorum. Bunun çok çeşitli sebepleri var. Birincisi olay bu kadar tazeyken ve tanıklıklar bu kadar fazlayken, olayı serinkanlı olarak değerlendirebilecek birtakım enstrümanlardan yoksun oluyor insan zihni ister istemez. Bu işin belki psikolojik nedeni. Bir de sosyolojik nedeni var. Tam bu noktada, yaptığımızı anlamak ya da yaptığımız üzerinden konuşmak bize sanki ayıp bir şeymiş gibi geliyor. Oysa biz 15 Temmuz’da birkaç şeyi birden başardık.

Birincisi ve belki de en önemlisi Türkiye’ye yönelmiş bir büyük tehdidi ortadan kaldırdık ve bir kez daha anlaşıldı ki, Anadolu bunu sıklıkla tekrar etmek zorunda kalan bir coğrafya. Bir kez daha anlaşıldı ki; burada biz bin yıldır varız ve bin yıl daha var olacağız. Yani aslında 15 Temmuz, bir bakıma Malazgirt’ten beri Müslüman Türklerin bu coğrafyadaki varlıklarını devam ettirebilmesi için girdiği imtihanlardan biriydi ve bu imtihanı o gece, toplumun çok sesli katmanlarından insanlarının katılımıyla püskürttük. Ve hemen ertesi sabah, 16 Temmuz sabahı, Müslüman Türklerin Anadolu coğrafyasında kalma kararlılığıyla bir alıp veremediği olan taraflar korkunç bir tezvirata başladılar. O tezviratlara kulak asmamak da Anadolu’da Müslüman Türk olarak var olmanın yollarından biri. Onlar konuşuyor, biz her seferinde yapıyoruz. Çünkü zoru geldiğinde bu memleketi her türlü beladan kurtarma cesareti bizde var, onlarda yok. Dolayısıyla 15 Temmuz, biz Anadolu’daki Müslüman Türkler için benzerini sıklıkla gördüğümüz bir sınavdı. Ve biz bu sınavı mutat olduğu üzere yine büyük bir başarıyla vermiş, atlatmış olduk.

. Dolayısıyla 15 Temmuz, biz Anadolu’daki Müslüman Türkler için benzerini sıklıkla gördüğümüz bir sınavdı. Ve biz bu sınavı mutat olduğu üzere yine büyük bir başarıyla vermiş, atlatmış olduk.

Kişisel tanıklıklara girmek istemem, çünkü kişisel tanıklıklarımı süreç içerisinde çoklukla anlattım. O gece başıma neler geldiği, arkadaşlarımın başına neler geldiği, bunlardan çok kez bahsettim. Ama şu kadarını da söyleyeceğim galiba… Bunu her seferinde söylüyorum, Erdem Beyazıt rahmetli TRT’nin bir belgesel projesi için Afganistan’a gittiğinde, kendisine bir grup delikanlı zannediyorum bir nehri geçmek için yardım eder. Rusya ile cihadı vardır Afganistan’ın, 1979’un sonlarında başlayıp 1987’ye kadar aralıksız devam eden. Ve Rusya’nın kesin mağlubiyetiyle sonuçlanan o büyük cihatta Erdem Beyazıt ve arkadaşları, bir grup gençten yardım alarak nehri karşıdan karşıya geçerler. Nehri geçtiklerinde Erdem Beyazıt çocuklara “Siz ne iyi delikanlılarsınız” diye iltifat eder. Delikanlılardan biri de “bizim iyilerimiz şehit oldu” cevabını verir. 15 Temmuz gecesi inanıyorum ki şehit olan arkadaşlarımızın tamamı bizim iyilerimiz diyebileceğimiz arkadaşlardı. Halil Kantarcı’dan Mustafa Cambaz’a, Erol Olçok’tan güzel evladı Abdullah Tayyip Olçok’a kadar… Bizim iyilerimiz şehit oldu o gece. Aslında çok daha büyük bir cezayı hak eden darbecilere de neredeyse hiçbir şey yapmadık. Fakat buna rağmen o büyük tezvirat; Müslüman Türklerin Anadolu coğrafyasındaki varoluşlarıyla ilgili bir alıp veremediği olan o kesimin yaptığı büyük tezvirat hiç hızını kesmedi ve korkunç cinayetler işlendiğine dair birtakım yalanlar yaygınlaştırdılar. Korkunç cinayetler işleyen insanlar değiliz. Korkunç cinayetler işleyen insanlar olsaydık bugün Anadolu’nun Müslüman ve Türk kalışıyla ilgili bir kader seçimiyle daha karşı karşıya kalmazdık. Bu kadarını söylemek lazım. Diğer taraftan, 18 Temmuz Misak-ı Milli. Misak-ı Milli yani politik tarafını bir kenara bırakırsak: Biz, Türkler, burada, bu elimizde kalan son bir avuç toprakta ölene kadar kalmaya kararlıyız Misak’ı, yani ‘yemini’. Öyle diyelim. Yani Misak, bu anlamda bu şakayı yapmaya da izin veren bir kelime, malum.

. Korkunç cinayetler işleyen insanlar değiliz. Korkunç cinayetler işleyen insanlar olsaydık bugün Anadolu’nun Müslüman ve Türk kalışıyla ilgili bir kader seçimiyle daha karşı karşıya kalmazdık.

Misak-ı Milli Türk’ün gerileyebileceği son sınır gibi de değerlendirilebilir. Türk’ün her şeye yeniden başlayacağı son sınırları olarak da değerlendirilebilir. Bu coğrafyadaki Müslüman Türklerin yönünü nereye doğru çevireceğiyle ilgili bir mesele. Yani Misak-ı Milli, bir tarafıyla Romanya’nın sıradağlarından başlayıp bir taraftan Yemen’e kadar; bir taraftan Libya içlerine kadar, bir taraftan Orta Asya’nın neredeyse ortalarına kadar ilerleyebilen, genişleyebilen de bir çekirdek veriyor aynı zamanda bize. Bu tabii Anadolu coğrafyasındaki Müslüman Türklerin bundan sonraki yöneliminin nereye doğru olacağıyla ilgili bir mesele. Şunu hiç akıldan çıkarmamak lazım, bugün karşılaştığımız küresel kuşatma (hem kültürel hem ekonomik hem coğrafi hem de aslında sosyolojik-küresel kuşatma) ancak kendi özgün kodlarımıza dönme cesareti gösterebilirsek atlatabileceğimiz bir kuşatma gibi duruyor. Doğrusu, bu kuşatmayı yarmadaki istikrarımız ve özgüvenimiz belirleyici olacak. Bunu da hiç akıldan çıkarmamak lazım. 15 Temmuz bir bakıma Türklerin Malazgirt’ten alıp Misak-ı Milli’ye kadar getirdiği Misak’ın, bir göstergesi olarak ortaya çıkmış bir geceydi ve o gece, köpeklerin gecesi olarak başlamıştı ama köpeklerin gecesi olmadı. Ve buradaki muazzez, mukaddes halkın gecesi oldu. Tıpkı Misak-ı Milli sürecinin, Kurtuluş Savaşıyla birlikte köpeklerin değil Müslüman Türklerin yüzyılını başlatması ile ilgili. Bugün biz Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını ‘Türkiye Yüzyılı’ olarak konuşuyoruz. Buradaki Müslüman Türklerin Anadolu’daki varlıkları öyle ya da böyle, o şekilde ya da bu şekilde devam etme iradesi gösteren ve başını nereden çıkaracağını hiç bilmediğimiz bir cesaret anıtı olarak orta yerde duruyor.