Pandemi ve Kent: Saraybosna
Yaşamını Saraybosna’da sürdüren Mehtap Özer Isović’in pandemi sonrası değişen ‘kent düzeni’ ve ‘farkındalıklarına’ ilişkin yorumları bizi kilometrelerce uzakta yeni bir yaşama götürüyor. Pandemide gerçekleşen değişimleri zihin haritaları ve heykeller üzerinden açıklayan Isović, bunların dönem içerisindeki yansımalarıyla birçok açıdan alışılmışın dışında bir şehir profili sunuyor. Kendisinin Saraybosna izlenimleri, Karşılaştırmalı Kentler serimizde sizlerle…
Yaşam alanlarımızı tanımlayabilmek ve kavrayabilmek amacıyla zihnimizde haritalar oluştururuz.* (Kevin Lynch, The Image of The City, 1960) İnsanın etkileşimde olduğu çevresini algılayışı o kişinin zihinsel haritasını meydana getirir. Bu manada, bir kentlinin içinde yaşadığı kenti nasıl algıladığı onun o kente dair zihinsel haritasını ortaya çıkarır. Saraybosna’da son on iki yıldır yaşayan bir yabancı olarak ben de bu şehre dair haritalar oluşturdum elbette zihnimde.
Bu haritalar birçok açıdan elzemdir. Böylesi bir haritaya sahip olan kentli, artık o kentsel alan içindeki hareketlerini daha kolayca ve güvenli bir şekilde düzenleyebilir. Yaşadığım semt, şehir merkezine yaklaşık 30 dakika mesafede olduğundan şehir merkezine yaptığım her seyahat özel bir mana kazanıyor ve kenti daha iyi kavrayabilmek için seçtiğim her rota zihinsel haritamda daha da detaylanıyor. Şehir merkezine yaptığım bu seyahatlerde bu harita ya da haritalar sayesinde zorlanmadan ve bildiğim tanıdığım bir alanda hareket etmenin verdiği güvenle seyrimi düzenleyebiliyorum; daha doğrusu düzenleyebiliyordum. Taa ki Covid-19 pandemisi kenti ablukaya alana dek.
Peki, nasıl oluşur bu haritalar zihnimizde? Bir nevi yüz tanıma teknolojisi gibi işleyen bir sürecin ardından insan kentsel alanı tanır. Muhtelif noktalara bilhassa dikkat eder; onları görür ve tanır; bilir. Kültürel ve kişisel filtrelerden süzülür bu veriler. Belki de bu sebepledir ki bu cümleyi okumakta olduğunuz tam şu anda Saraybosna’da yaşayan her bir kişinin bu kente dair oluşturduğu harita biriciktir.
Pandemi sürecinde evlerinden çıkamayan her bir Saraybosnalıdan size bir semt haritası çizmesini isteseniz, her bir harita diğerinden farklılık gösterecektir. Sabah işe giderken içinden geçtiğiniz Avusturya-Macaristan mimarisiyle planlanmış semt meydanı ve sizi varmak istediğiniz lokasyona taşıyan tramvay yolu sizin zihninizde merkezi öğeler olarak kodlanırken alt komşunuzun kent haritasında bunlar yer almayacaktır bile. Alt komşunuz bunları kentle içinde bulunduğu gündelik etkileşiminde dikkate almıyor olabilir. Yerine, her akşamüstü balık tutmaya gittiği Željeznica Nehri’ni, o nehre inen en kısa patikayı ve o patika üzerindeki mürdüm eriği ağaçlarını referans alıyor olabilir kendi haritası için.
Kentli insan kendi biricik zihinsel haritasını oluştururken beş temel veri kaynağını kullanır. Bunların hiçbiri diğerlerinden bağımsız var olamadığı gibi bir kentin zihinsel haritasının oluşmasında beraber var olurlar:
_‘Yollar’ (sokaklar, kaldırımlar, su kanalları, nehir boyunca devam eden patikalar ya da demiryolları vb.)
_İki boyutlu ve içine girip çıkabildiğiniz farklı büyüklüklükteki ‘semtler’
_Sınır işlevi gören duvarlar, binalar, surlar, sahil şeridi gibi doğal ya da insan yapımı ‘kenarlar’
_Meydanlar gibi içine girebildiğiniz ve içinden başka birçok noktaya geçebildiğiniz stratejik ‘bağlantı düğümleri’
_Referans noktası olarak alınan belirgin sembol yapılar, anıtlar, işaret levhaları, mağazalar ve kamusal sanat eserleri vb.* (Lynch, 1960)
Kentsel alan bilgisi bu bir dizi veriden oluşur ancak nicel bir özellik taşımaz. Kentli insanın içinde yaşadığı kenti fasılalar halinde keşfetmesini ve daha da ötesi kenti tecrübe etmesini ifade eder. Bu bilgi her kentsel deneyim ile birlikte giderek genişler. Kentli insanın turnusol kağıdı, bu deneyimleridir. Saraybosna şehir merkezini oluşturan semtlere gelip gitme sıklığı arttıkça ya da bu kentsel alanda geçirdiğiniz süre çoğaldıkça artan kent tecrübenize binaen zihninizdeki kent haritası da detaylanır ya da genişler.
İşte bu noktada, kentlinin kenti tecrübe edişi pandemi nedeniyle sekteye uğramıştır. Bunun ilk ve en önemli sonucu, zihinsel kent haritalarımızı meydana getiren veri kaynaklarının artık veri sağlayamıyor oluşudur. Öncelikle, Bosna Hersek’te ilk Covid-19 vakasının görüldüğü 5 Mart 2020 tarihinden bu yana olayların seyrine bir göz atmakta fayda var: Mart ayı ortalarında Saraybosna’da pandemiye karşı devlet tarafından alınan tedbirler kapsamında kısmi sokağa çıkma yasakları getirildi.
Kentliler bölüm bölüm evlerinden çıkamaz ve hareket edemez hale geldiler. Önce çocuklar ve 65 yaş ve üstündekilerin sokağa çıkmaları yasaklandı. Belirli günlerde sadece 8 saatliğine yasak kalkıyor; kentli çocuklar ve kentli yaşlılar o saatler dışında yaşam alanlarına sabitleniyordu. Ayrıca, her akşam iş çıkış saati olan 5’ten sabah 5’e kadar tüm kentlileri kapsayan bir sokağa çıkma yasağı getiriliyor ve kent içindeki hareket tamamiyle kısıtlanıyordu. Hatta bunun kontrolü güvenlik güçlerine verilmiş ve hareket kısıtlamasını ihlal eden kentliler para cezasına çarptırılmıştı. Bu yasak ve kısıtlamalar neticesinde kenti tecrübe etme hakkı ve hali de doğrudan elinden alındı Saraybosnalının.
Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı günlerde birçok sosyal medya kanalında bir soru bilhassa sıkça soruldu: ‘Karantinadan çıkınca ilk nereye gideceksiniz?’ Bu soruya cevap vermeye çalıştığımda kendimi sürekli olarak Saraybosna’ya dair zihnimde oluşturduğum şehir merkezi haritasında rota tayin etmeye çalışırken bulduğumu fark ettim. Bu zihinsel çaba içinde Saraybosna’yı özellikle sayıca az olan heykeller aracılığıyla tanımladığımı, bildiğimi ve hatırladığımı fark ettim.
Zihinsel Kent Haritaları’nda Sanat Eserleri: Heykeller
Kentsel alan üzerinde inşa edilmiş görsel sanat eserleri, bilhassa heykeller, kentsel haritanızı meydana getiren veri kaynaklarından biridir.
Her şeyden önce, tanımlanmış bir mekan algısı yaratır heykeller. Üzerine inşa edildiği yeri artık tanımış ve tanımlamışsınızdır zihninizde. Bu durum kentli insanın mekansal farkındalığını artırırken bir yandan da farkında olmadan kent ile etkileşimde olduğunun da sigortalarından biridir. Ne var ki, münferit olarak tecrübe edildiğinde dahi içinde bulundukları alanla birlikte kodlanabilir heykeller.
Karantina günlerinde zihnimde döndürdüğüm semt haritalarından biri olan Skenderija için de geçerli bu. Bu semtte kendimi dolaşırken hayal ettiğimde bunu fark etmemek neredeyse imkansız. Örneğin, Teta Razapeta’yı (Çarmıhtaki Kadın) gördüğünüzde artık o heykelin bir parçası olduğu Skenderija’da olduğunuzu anlar ve bilirsiniz. Teta Razapeta’ya arkanızı dönüp köprüyü geçip tramvay caddesinden karşıya geçtiğinizde; önünüze dikilen boynu bükük Đuro Đaković heykeli bir yandan Sosyalist dönemin devrimcilerinden birini anıtlaştırıp anarken bir yandan da beş on adım sonra Skenderija’yı artık geride bırakacağınızı fısıldar size.
Sokağa çıkma yasağı nedeniyle evden çıkamadığınız bir gün bu kentin kalbi sayılan Ferhadija Caddesi’nde son kez dolaştığınız günü hatırlamayı denerseniz şayet heykellerin bir diğer işlevini de fark edersiniz. Heykeller, artık hayatta olmayan birini temsil ediyorsa, o kişilerin artık hayatta olmayışlarıyla oluşan boşlukları doldurur. Artık aramızda olmayan için bir ‘yer’ tutar. Biz o yere bakar ve o kişiyi anarız. Anmak, zamansal olarak da geçmişle geleceği bir araya getirebilir. Heykeller bunu başarır. Zamansal ve mekansal bütünleştirici özelliği heykelleri kent mimarisinde özel bir ‘yere koyar.’
Üstelik, Saraybosna’da sokağa çıkma kısıtlamalarına ek olarak pandemi sürecinde bir de toplu taşıma araçları kullanımdan kaldırıldı. Ne kadar eski ve konforsuz olursa olsun tramvay Saraybosnalı için vazgeçilmezdi(r). Özel taşıta sahip olmayan kentli için bu durum sokağa çıkabildiği zamanlarda onun kentsel alandaki hareketinde büyük bir kesintiye neden olmuştur. Özellikle tramvayların pandemiye karşı alınan önlemler kapsamında belli olmayan bir tarihe kadar çalışmayacağının ilan edildiği gün Saraybosna kentini bir uçtan (İlidža) bir uca (Baščaršija) yaklaşık 40 dakikada kat eden tramvay seyahatlerimi, tramvayın seyrettiği güzergâha dair zihnimde oluşturduğum haritayı ve bu haritadaki heykelleri düşündüm.
Tanıdığı bildiği bir heykelin hâlâ aynı yerde durduğunu bilmek kentli insana güvende olduğu hissini yaşatır. Referans noktası olarak heykelleri hareketine esas alan kentli insan, yolunu kaybetmemiştir; kentte kaybolmamıştır ve tanıdığı bildiği kent yerli yerindedir. Örneğin, Sevgililer Heykeli tam da bu işlevi görür. İlidža’dan şehir merkezine doğru seyir halindeyken Sevgililer’i görür ve yolu neredeyse yarıladığınızıfark edersiniz. Ara ara nerde olduğuna ya da nereye gittiğine dair teyit edilmek isteyen kentliye bu heykel sanki şunları der:
Bindiğin tramvay doğru; istikametin doğru ve bir bu kadar daha gideceksin.”
Nehir boyu ilerleyen tramvayın beni şehir merkezine ulaştırdığını hayal ediyorum zihinsel haritam üzerinde. Drvenija durağında tramvaydan inip şehir merkezine ara sokaklardan yürüyerek dahil oluşumu takip ediyorum adım adım harita üzerinde. Böylece, evden çıkamadığım, çıksam dahi beni şehre ulaştıracak 3 numaralı tramvayın çalışmadığı Covid-19 günlerinde yeni bir şey daha fark ediyorum bu kente ve heykellerine dair.
Saraybosna Vadisi’nde akan Miljacka Nehri boyunca linear bir kurulum gösteren ve kendini kuşatan dağların arasına sıkıştığı için bu dağların eteklerine doğru genişlemeyi deneyen bir kent Saraybosna. Mekansal ve zamansal bir ferahlama ya da bir nevi genişlemeye ihtiyaç duyan Saraybosnalı için heykeller işte bu genişlemeyi mümkün kılıyor. Trg oslobođenja’daki (Hürriyet Meydanı) dev satranç taşlarını bir kareden diğerine taşıyan yaşlı amcaların yanı başında yer alan Çokkültürlü Adam Heykeli içinde bulunduğu kentsel alanın tüm etnik ve sosyal unsurlarını birbirine entegre ederken bir yandan da o alanı bir açıkhava galerisine çeviriyor ve böylece o anı ve o yeri genişletiyor, ferahlatıyor.
Son on iki yıldır Saraybosna’da bir yandan bir ‘yabancı’ olarak yaşarken bir yandan da kentsel alanları ‘buralı’ gibi tecrübe ediyorum. Etkileşimde olduğum kenti daha iyi yorumlamamda bu durumun yolumu aydınlattığını düşünüyorum. Pandemi günlerinde bu kente dair zihnimde çizdiğim kendi haritalarımı yoklarken bunu bir kez daha fark etmiş bulunuyorum.
Karantina sona erdiğinde ilk nereye giderim diye düşünürken ziyaret etmek istediğim kitapçıları rotama ekliyorum ve bunların bir kısmının kentin atardamarlarından biri sayılan Maršala Tita Caddesi üzerinde yer aldığını ve zihinsel haritamda o istikamette ilerlerken bazı anıt ve heykellerin yanından geçtiğimi izliyorum haritamda. Bunlardan biri Veliki Park’ta (Büyük Park) yer alan ‘Nermine, dođi!’(Nermin, gel!) isimli heykel.
Srebrenica Soykırımı’nda yaşanmış yüzlerce binlerce trajik ölüm vakasına bir gönderme niteliği taşıyan heykelin yanından geçtiğimi biliyorum haritam üzerinde ve şunu fark ediyorum: Heykeller sosyal ve siyasi tarihin görsel dökümanları olarak da hizmet eder. Toplumun kolektif belleğindeki bir noktaya ya da bir döneme demir atar. Böylece kentli insana geçmişin bir daha asla tekrar etmesi arzu edilmeyen dönemlerini hatırlatarak bir duygu üzerinde birleştirebilir ve geçmiş üzerine düşünmeye, onunla yüzleşmeye yer açar. Kentli insan için biçilmiş bir katartik metoda dönüşür heykeller kimi zaman ve iyileştirici süreçlerin anahtarı olarak iş görür.
Hareket Halinde Ol(ama)ma Hali
Sokağa çıkma yasaklarının Saraybosnalıların kentsel alandaki hareketine mâni olduğu günlerin bir getirisi de bir kentli olarak hareket halinde olma halimizin farkına varmak oldu. Zihinsel kent haritam üzerinde yer alan heykeller vasıtasıyla kavramış oldum bunu yine. Şöyle ki, heykeller fiziksel kamu alanında sabitlenmiştir. Sabit formları onları ‘daimi’, kent insanını da ‘geçici’ olan kılar. Geçici olan kentli insan hareket eder. Kent yaşamı bunu gerektirir. Bir lokasyondan diğerine hareket ederken kentli insan kenti gözler ve gözlem yapar. Kent bunun için durağan ve yine kendi gibi hareket halinde olan sınırsız sayıda veri sunar kentli insana.
Hareket halinde olan kentli insan bir heykelin önünden, sağından, solundan ya da arkasından geçerken renk yanılsamaları, ön ve arka plan, mevcut karşıtlıklar, optik yanılsamalar veya eserin baskın öğeleri gibi bakanın gözünden çeşitlenebilen etkenlerle her defasında farklı bir şey tecrübe eder.
Mart 2020’den bu yana, Covid-19 pandemisiyle birlikte ortaya çıkan yeni kent yaşamı düzeninde kentli insanın bu hareket vasfının yer yer elinden alındığını ve durağan hale dönüştüğünü gözlemledik. Bu noktada, pandemi öncesindeki kent, kentli ve heykel arasındaki koşulları hatırlamakta fayda var. Kent hem heykeli hem de insanı barındırandı. Heykel durağandı. İnsan hareket edendi.Heykel etrafında gerçekleşen hareket kent tecrübesini mümkün kılıyor ve hatta bu tecrübeyi her defasında çeşitlendirip zenginleştiriyordu. Ve pandemi sürecinde hareket halinde olması gereken kentli hareket edemez hale geldi ve sabitlendi.
Tam bu noktada, iki olasılık doğuyor: Kentli artık sabit olduğundan heykel vasfı kazanmıştır ya da heykel artık kentli için işlevini yitirmiştir. İlki,geçici süreler için geçerli olacak bir olasılıktır. Yasak ve kısıtlamaların geçerli olduğu süreler boyunca kentli insan hareket edemeyişini tecrübe edecektir. Hatta Türkçe’de bir heykel gibi bir yere sabitlenip orda uzun süre hareketsiz kalmayı anlatan ‘çakılıp kalmak’ ifadesi, bulunduğu yerden dışarı çıkamamak anlamına gelen ‘hapsolmak’ kelimesinden sonra sık sık kullandığı bir ifade olmuştur kentli insanın pandemi sürecinde. Kentin muhtelif noktalarına çakılı heykeller gibi hissetmiştir kentli insan kendini.
İkinci olasılık, yani heykelin işlevsizleşmesi, kentsel alan ve zihinsel kent haritaları açısından vahim sonuçlar doğurur. Sabitlendikleri meydanlar, köşe başları, kilise önleri veya parklarda hareket eden insanlar olmayınca artık heykeller kime neyi/kimi anımsatacak; kime kimin yerini dolduracak; kime neyi hissettirecek; kimin sıkışmışlık hissini bertaraf edecek; kime köşe taşı olacak; kime mekansal bütünlük yaşatacak; kime kaybolmadığını ya da güvende olduğunu gösterecektir. Pandemi, kentli insanın hareketini ve heykelin işlevini zapt etmiştir. Pandemi, kente dair oluşturduğumuz biricik haritalarımıza veri akışını durdurmuştur.
*Yazıda kullanılan tüm çizimler 10 yaşındaki Asya Isović’e aittir.