İlk sürdürülebilir müze: Smithsonian Afro-Amerikan Tarihi ve Kültürü Müzesi
Ulusal Afro-Amerikan Tarihi ve Kültürü Müzesi, Anayasa Bulvarı’nda, Washington Anıtı’nın bitişiğinde yer alıyor. Müze, Afrika Amerikalılarının yaşamı, tarihi ve kültürünün belgelendiği ve sergilendiği tek müze olma özelliğini taşıyor.
Afrikan-Amerikan kültürünü araştırmaya ve incelemeye yönelik bir müze fikri 1915 yılına dayanıyor. Afrika kökenli Amerikalıların tarihsel süreçteki katkılarını vurgulamak ve onları teşvik etmek amacıyla başlatılan ve yıllar süren çabaların ardından 2003 yılında müzenin yapılmasına karar veriliyor. 2006 yılında tasarım için bir alan belirleniyor ve 2009 yılında bir yarışma açılıyor. Yüzlerce ofisin katıldığı yarışmada finale 6 proje kalıyor. Tasarım ekibinde; SmithGroupJJR, David Adjaye, Philip Freelon ve J. Max Bond’un bulunduğu proje yarışmayı kazanıyor. 2012 yılında inşaatına başlanan tasarım, 24 Eylül 2016 tarihinde tamamlanarak ziyarete açılıyor.
Tasarım ekibi hem alan ile anlamlı bir ilişki hem de Amerika’nın uzun süredir devam eden Afrika mirasıyla güçlü kavramsal bir yaklaşım oluşturmayı hedefliyor. Ekip tasarımı; binanın ‘ışık halesini andıran’ formu (korona formu), yapının peyzaja doğru genişletilmesi ve bronz cephe malzemesi kullanılması olmak üzere üç temel esasa dayandırıyor.
Ekip ilk olarak kütlesel bir yapı öneriyor. İstenilen ışık halesi formunun oluşturulabilmesi için cephe, 3 parçalı olacak şekilde dışarıya doğru eğriliyor. İlk tasarımda yapının cephesi için, Afro-Amerikan topluluklarında bulunan; tarihi demir ızgaralara dayanan, geometrik desenlerle delinmiş ince bir perde veya ince bir bez düşünülüyor. Daha sonra maliyet sorunları sebebiyle cephe malzemesi, bronz boyalı alüminyum olarak değiştiriliyor.
Washington Anıtı arazisinde yer alan müze 10 kattan oluşuyor. Tasarımın beş katı zemin kotunun altında bulunurken, diğer beş katı zemin üstünde yer alıyor. Afro– Amerikan işçiliğinin vurgulandığı 3600 adet alüminyum panel, 17 derecelik açı ile yerleştirilerek yapının cephesini kaplıyor. Cephede kullanılan desenin yoğunluğu, içeriye giren güneş ışığı miktarını kontrol edecek şekilde tasarlanıyor.
2013 yılının yaz aylarında, yapım aşamasında olan müzenin, peyzaj tasarımının değiştirilmesine karar veriliyor. İlk tasarımda yer alan dereler, köprüler ve yerli bitkilerden oluşan sulak alan; maliyet problemleri sebebi ile kaldırılıyor.
İnşaat sırasında çevre yapılarda da olduğu gibi bir takım aksaklıklar yaşanıyor. Bina yalnızca 21 m derinlikte olmasına rağmen, temelleri döşemek için zeminin 24 metre altı kazılıyor. Müze, meydanın alçak bir noktasında bulunduğu için temelde yeraltı sularıyla karşılaşılıyor. İnşaata devam edebilmek için temel ve zemin altı duvarlarının inşası sırasında, her gün dakikada 320 litre su dışarıya pompalanıyor. Saha zeminini stabilize etmek için alana çimento ve kum enjekte ediliyor. Herhangi bir şişkinlik veya hareket tehlikesine karşın inşaat sırasında duvarlar lazerler tarafından sürekli olarak izleniyor.
Ziyaretçiler müzeye, yapının güney tarafındaki büyük sundurmadan giriyor ve buna ek olarak binanın kuzey kısmında ikinci bir giriş yer alıyor. Müzenin manzaraya doğru bir uzantısı olan sundurma, iç mekan ve dış mekan arasındaki boşluğu kapatan ara bir unsur olarak görev görüyor.
Sundurmanın alt tarafı, aşağıda hareket eden suyun yansımasına izin verecek şekilde, yukarıya doğru eğimli olarak tasarlanıyor. Bu kapalı alan, soğutma sularının meydana getirdiği esinti ile birleşerek mikro iklim bölgesi oluşturuyor ve ziyaretçilerin yaz güneşinden kaçıp sığındığı bir alan haline geliyor. Bina içinde, asma kattan sundurma çatısına erişilen açık bir veranda da bulunuyor.
Ziyaretçileri merkezi salon karşılıyor. Misafirler; dinamik bir multimedya ekranı içeren bu alandan kafeye ve müze mağazasına kolayca geçiş sağlayabiliyor. Merkezi salonun tavanı ahşap plakalar ile kaplanıyor.
Doğal ışığın dramatik akışı ve çeşitli malzeme paletleri ile karakterize edilen mekanlar sayesinde ziyaretçiler; duygu yüklü tarihi bir yolculuğa çıkıyor. Yerin altındaki ambiyans ise daha tefekkürlü ve anıtsal olacak şekilde tasarlanıyor.
Peyzaj tasarımında çevre güvenliği ve sürdürülebilir yağmur suyu yönetimine dikkat ediliyor. Ayrıca yapıda toprak kaynaklı ısı pompaları ve termal alanlar bulunuyor. Sürdürülebilirlik standartlarına göre tasarlanan ilk müze ünvanını almasının haricinde yapıya; 2018 yılında LEED Altın Sertifikası da veriliyor.
100.000 üyeye ev sahipliği yapan müzenin koleksiyonunda, yaklaşık olarak 35.000 adet eser bulunuyor.
Müze; Afro-Amerikan kültürüne ilgi duyanlara, interaktif sergiler aracılığıyla, tarihi keşfetme fırsatı sunuyor. Müze, Amerikalıların hikayelerinin, tarihlerinin ve kültürlerinin nasıl şekillendiğini ve Amerikan değerlerinin Afro-Amerikan tarihine ve kültürüne nasıl yansıdığını gözler önüne seriyor.
Müze, açıldıktan sonraki ilk üç ay içerisinde, 600.000 kişi tarafından ziyaret ediliyor. Misafirler yapı içerisinde yaklaşık olarak 6 saat vakit geçiriyor.
Proje | Smithsonian Ulusal Afro-Amerikan Tarihi ve Kültürü Müzesi |
Mimar | Adjaye Associates, Freelon Adjaye Bond / SmithGroup |
Tasarım ekibi | SmithGroupJJR, David Adjaye, Philip Freelon, J. Max Bond |
Proje yeri | Washington, Amerika Birleşik Devletleri |
Brüt inşaat alanı | 39020 m² |
Proje tamamlanma yılı | 2016 |
Fotoğraflar | Darren Bradley |
Mekanik mühendisi | WSP Flack + Kurtz |
Peyzaj mimarı | Gustafson Guthrie Nichol |
İnşaat mühendisi | Guy Nordenson and Associates, Robert Silman Associates |
Sürdürülebilirlik danışmanı | Rocky Mountain Institute |