Hız ve Kent: Esslingen / Hayatın tadı mı? Şehrin hızı mı?
Yaşamını Almanya, Esslingen’de sürdüren Gizem Söylet, kentte hız kavramının, insanlar ve binalar üzerindeki etkilerini, hem fiziksel hem algısal olarak değerlendiriyor. Söylet, bu değerlendirmede, çevresindekilere kendi yaşamıyla ilgili sorular sorarak bunları, yaşadığı şehirlerle karşılaştırma imkânı sunuyor. Şehrin eski dokusunun, güncel yaşamın hızıyla birleşmesi ve yeni ihtiyaçlar doğurması sonucunda Söylet’in Esslingen izlenimleri, Karşılaştırmalı Kentler serimizde sizlerle…
Hız, günümüzde hayatın vazgeçilmez bir unsuru. Hepimiz zamanla yarışıyoruz, neredeyse her işimiz randevulu, her etkinlik, her seyahat, her iş… Yani hayatın her alanında zamana yetişmek çok önemli. Bu durum elbette şehirleri ve şehirlerin yaşanılası özelliklerini de belirliyor. Ancak, bu hala her şehir için geçerli değil.
Esslingen; 533 bin nüfuslu, Almanya ortalamasına göre orta ölçekli ve kalabalık bir şehir olmasına rağmen, gündüzleri bile bu kalabalığı görmek, caddede trafiğe, kaldırımlarda insanlara rastlamak her zaman kolay değil. İnsanlar, evlerine yakın işyerlerinde çalışıyor, çocuklar mahallelerinin okullarına gidiyor, her mahallede insanların spor yapmaları için kulüpler ve tesisler bulunuyor. Şehre gelen sergi ve tiyatro, haftalar boyunca izlenebiliyor. Dolayısıyla hayatın hızlanması için hiçbir sebep yok.
Esslingen’in tarihi, milattan önce 600 yıllarına dayansa da resmi belgelerde ilk kez Esslingen ismi, milattan sonra 770’li yıllarda geçiyor. Bu kadim şehir, 2020 yılında bile, hala Orta Çağ şehri olarak anılıyor. Esslingen halkı tarafından, yüzyıllara dayanan bu tarihe, uygun bir hayat tarzı benimsenmiş.
Şehirde dünyaca ünlü bir otomobil fabrikası olmasına ve son teknoloji üretimi yapan birçok tesis bulunmasına rağmen bu durum, insanların geleneksel yaşam tarzlarından kopmalarına sebep olmamış. Hala markete giden insanların ellerinde hiç de pratik olmayan hasır sepetleri görmek, şehir meydanında kurulan orta çağ pazarlarında gezmek, antika eşyalarla bezeli evlere rastlamak mümkün. Özellikle Noel zamanı insanlar açık havada kurulan geleneksel tiyatrolarla eğleniyor, ateş yutma gösterilerini heyecanla izliyor, zamanı dondurmanın huzurunu yaşıyorlar.
Şehrin kültüründe, en değerli hediyeler arasında; el yapımı reçeller, Esslingen bağlarından yeni koparılmış üzümler, 1800’lü yıllardan beri korunarak bugüne ulaşmış yaklaşık 200 yıllık ekşi mayadan yapılmış ekmekler bulunuyor. Ancak elbette günümüzün gereklilikleri de göz ardı edilmiyor. Gençler için güncel eğlence alanları, çok büyük olmasa da bir alışveriş merkezi, bazı yüksek katlı ofis binaları da var. Buralarda hayat biraz daha hızlanıyor. Bu modern yapılarla geleneksel binaları yan yana görmek, şehir merkezinde dolaşırken çağı yansıtan bir ofis binasının yanında, usta işi eski bir yapıya rastlamak mümkün.
Günümüzde eski bir binayı ayakta tutmak ve hala kullanabilmek, zaman alan masraflı bir konu. Teknolojik gereksinimler, günümüz ihtiyaçları, ısınma - aydınlatma konularında birçok konu, eski binaları kullanırken zorlayıcı olabiliyor. Daha hızlı ve teknolojik yaşayabilmek için yeni binalara, modern yapılara elbette ihtiyacımız var. Öte yandan geçmişin izlerini silmeden, şehirlerin hafızalarını kaybetmeden, mimari temelleri koruyarak bir yenilenme yapmak, insanlığın da hafızasını, kültürünü, temelini koruması demek.
Esslingen şehri nispeten bunu başarmış ancak burada da, 1800’lerde yapılmış bir binanın incelikle düşünülüp yapılmış sundurmasında, sahanlığında hatta strüktüründe modernleşmeye bağlı bazı unsurları ya da bozulmaları görmek mümkün. Eski binaların dış yüzünde değişiklik yapmak çok zor ve özel izinlere bağlı olmasına rağmen, zaman zaman giyotin pencerelerin plaza camlarına dönüştüğünü, el işi bir yapının ortasından tahliye borusunun geçirildiğini, bazı yapılara estetik açıdan rahatsız edici sundurmaların eklendiğini görebiliyoruz.
Bu eski yeni karmaşası, iç mekanlarda daha etkin. Teknoloji ve güncel talepler binalara girdikçe, bina yapıları bazı şeylere engel olmuş ve ortaya daha büyük bir karmaşa çıkmış. Örneğin, çamaşır ve bulaşık makinaları için uygun yer ve tesisat bulunamıyor, klozetin olduğu tuvaletlerde lavabo yer almıyor, banyoya ise mutfağın içinden dolaşarak geçmeniz gerekiyor. Binalar genellikle yığma yapı olduğu için, duvarlar çok kalın ve içlerinde telefon çekmiyor.
Bunun gibi örnekler çoğaltılabilir. Bu karmaşanın sebebi, hızlı yaşamın gereksinimleri ile eski bina yapılarının uyumsuzluğu. Tüm bu sebeplerden şehirde yaşayanlar, çözüm olarak eski binaların yoğun olduğu merkezde yaşamak yerine, daha uzak semtlerde yaşamayı tercih ediyorlar. Böylece yeni ve modern binalarda oturabiliyorlar. Bu da şehir merkezindeki hayatın yavaşlamasını, nüfus yoğunluğunun merkeze yığılmamasını, merkeze bazı işlerini halletmek ya da tamamen eğlenmek amacıyla gelen kullanıcıların, yoğunlukla karşılaşmamasını sağlıyor.
Merkezdeki sokakların darlığı; binaların sadece iş amaçlı kullanılmasını, sadece belli saatlerde yoğunluk yaşanıp geri kalan zamanda sakin bir şehir merkezi olmasını sağlıyor. Yani 24 saat, tam 24 saat gibi yaşanıyor. Ne hızlı, ne yavaş. Öte yandan insani alışkanlıklar da, zamanın hızlanmasını engelliyor. Örneğin, süpermarketlerde herkes sırada beklemeye alışkın. İnsanlar, kasiyerlerle uzun uzun konuşsa bile, diğer insanlardan herhangi bir tepki gelmiyor, bomboş bir caddede yayalar kırmızıda bekliyor, bir sokakta iki araç karşılaştığında herkes birbirine yol verme çabasına girişiyor. Hepsi biraz sabırla, yaşamın daha sakin ve huzurlu olmasına olanak sağlıyor.
Hayatın huzurlu ve sakin yaşanmasının, hızının düşürülmesinin bir diğer unsuru da bisikletler. Bisikletinizle her yere ulaşabilmek, bir yerden bir yere giderken nehirlerin üstünden, ağaçların arasından geçebilmek, araba yoğunluğunun az olmasıyla rahat bisiklet yolculuğu yapabilmek, günlük hayatın hızını azaltıp huzuru artıran önemli etkenlerden birkaçı.
Tüm bu özellikleri topluca incelediğimizde, hayatı hızlandırmadan, stresi ve yoğunluğu artırmadan, bir yaşantının günümüzde de hala mümkün olduğunu anlıyoruz. Biraz çaba, biraz sabır ve biraz da fedakarlıkla yaşamın hızını düşürüp hayattan daha çok tat almak mümkün. Ancak bunu, hep birlikte karar verip uygularsak başarabiliriz. Aksi halde yaşam bir yarışa, hız da bir zorunluluğa dönüşüyor.