Çocuk ve Kent: İstanbul/Bir Bahçe Üç Nesil

ARKİTEKT
Abone Ol

65 yıl boyunca 6 neslin çocukluğuna şahit olan bir bahçede büyüyen Ayşe Kaya, annesinden dinledikleri ve şimdilerde yeğenlerinden gözlemledikleriyle yarım asırlık bir hikaye ile karşımıza çıkıyor. Farklı nesillerdeki çocuklara ve oyunlara ev sahipliği yapan Anadoluhisarı’ndaki bahçeyi ele alan Kaya, yıllar içindeki değişimi aktarıyor. Kaya’nın yetişkin ihtiyaçlarının çocuklara ait alanları nasıl kısıtladığına, sınırlandırdığına dair gözlemleri, Karşılaştırmalı Kentler serimizde sizlerle…

Anneannemin babaannesi Şakire Nine, babası Sultan dede, anneannem, annem, ben ve yeğenlerim… 1956’dan beridir aynı lokasyonda, fakat günün ihtiyaçları ile sürekli değişen bu bahçede büyüdük ve büyüyoruz. Bahçenin hikayesi, Sultan dedenin bir Osmanlı paşası olan Sadık Paşa’dan Anadoluhisarı tepelerindeki köşkünü satın alması ve tüm ailesini, Sarıyer’den bu köşke taşıması ile başlıyor.

Bu yazı sizlere 1956’dan günümüze geçen bu 64 yılda, bu bahçenin büyüttüğü çocukları ve çocukların oyunlarını anlatacak.

1960'larda ağaçlarla çevrili müstakil bir evde çocukluğunu yaşamış olan annemin İstanbul'u.

1957’de satın alındığında burada 3.5 katlı büyük bir köşk ve müştemilat vardı. Sultan dede, çocukları, eşleri ve onların çocukları olan bizler, hepimiz aynı köşkte yaşardık. Yeni bir çocuk evlendiğinde onlara ayrı bir ev açılmaz, köşkte bir oda verilirdi. Köşkte anneler arasında ciddi bir iş bölümü vardı, biri tüm büyük ailenin yemeğinden, diğeri çamaşırından, diğeri tüm çocuklarından sorumluydu. İstanbul’da yetişen bu nesle, İstanbullu olma adabını öğretebilmek için büyüklerimiz hocalar tutar, sofra edebi adabı dersinden, biçki-nakışa kadar birçok eğitimi evimize gelen hocalardan alırdık.

Bahçedeki havuz, Şadan’nın (55) 3 yaşındayken içine düşmesi sonrası betonla kapatıldı. Bu beton yükseklik bize tiyatro sahnesi hissi verirdi. Günboyu üzerinde tiyatrolar canlandırır o dönemin meşhur reklamı “akşama babacığım unutma Ülker getir!” cingılını söylerdik.

Bahçede enva-i çeşit meyve ağaçları bulunurdu. Her bir meyve ağacı bir kuzenin evi olurdu, dallara oturur, ağaçlar arasında hortum uzatarak telefonda konuşur, tepsilere çamurdan baklavalar açar, otları doğrayarak salatalar yapar, ağaçtan ağaca misafircilik oynardık.

Akşamları Selahattin dayım (vefat 2002) gelirdi, çocuklarla vakit geçirmeyi çok sever, bizlere marşlar, ilahiler öğretirdi. Bizleri kamyonun arkasına doldurur Hisar-Üsküdar arasında mehter marşını söyleterek gezdirirdi. Bazen en güzel kıyafetlerimizi giyer, saçımızı iki yandan örer, el ele tutuşup Küçüksu çayırındaki panayıra inerdik. Orası, köprü yapımında şantiye olmak için kaldırıldı bir daha yapılmadı.

Köşkün en büyük salonunun diğer odayla birleştiği yerde ufak bir tiyatro sahnesi vardı. Duvara perde çeker, kış akşamlarında büyükler dahi bizlerle tiyatro oynardı.

Bahçede en çok oynadığımız oyunlar, mendil kapmaca ve 9 tane kiremidin üst üste konularak iki grubun yarışması ile oynandığı 9 taş oyunuydu. Bunun dışında bizden büyük abilerimizin de oynadığı voleybol en sevdiğimiz spordu.

O zamanlar ailenin sadece Sultan dedenin kahverengi arabası ve iki oğlunun sarı ve beyaz arabaları bulunmak üzere toplam 3 araba vardı. Köşkün Boğaza bakan kısmındaki garaj bu 3 arabaya yetiyordu.

Garajın biraz ilerisinde dalları kısa kısa kesildiği için merdiven gibi olan kolaylıkla tırmanabildiğimiz çam ağacı vardı. Boğaz manzarasını çok daha yüksekten izlemek isteyenler o ağaca tırmanır en üst dallarından, Rumelihisarı’nı ve o dönem bomboş olan Levent, Etiler ve ilerisini izlerdi. Kitap defterlerimi alır, en üst dallara çıkar ayaklarımı uzun dallara uzatır ve dersimi o çam ağacının tepesinde çalışırdım.

Nüfus ve araba sayısı artışıyla apartman ve garajlar eklenen, köşkün ufaltıldığı bahçenin benim çocukluk hatıralarımdaki hali.

Bahçenin 1980-2000 arasındaki büyüttüğü çocuk, ben Ayşe (32):

Benim çocukluğumda bahçede annemlerin çocukluğuyla ortak neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. Artık annemlerin nesli de evlenmeye başlayınca, köşk bu büyüyen ailelere artık yetersiz gelmişti. Önce bahçedeki annemlerin tiyatro olarak kullandığı doldurulmuş havuzun olduğu yere 3 katlı her bir ailenin dairesi ayrı olacak şekilde bir apartman yapmışlar ve Sultan dedenin oğlu ve evlenen torunlarına daireler verilmişti. Daha sonra, diğer büyük kardeş ve çocukları için müştemilatın olduğu yere ikinci bir apartman ve en son ve görmeyi çok istediğim asırlık çam ağacının ve köşkün büyük salonunun olduğu Boğaza bakan tarafa bir diğer apartman yapılmıştı.

Benim zamanımda Köşk, yapılacak yeni binalara yer açmak için oldukça küçültülmüştü fakat henüz tamamen yıkılmamıştı. Kirli camlarından içerideki duvar resimlerini izlediğimi, kömürlüğüne gizlice girip annemlerden pireleneceksiniz diye azar işittiğimizi fakat yine de gizlice o yüksek tavanlı, taş binaya gizlice girmekten kendimizi alıkoyamadığımızı hatırlıyorum.

Araçlar çoğaldığı için yeni apartmanların zemin katlarında 4-5 araba alacak şekilde otoparkları vardı. Meyve bahçeleri gül bahçelerine dönüştürülmüştü. Fakat hala daha yaz boyunca üzerinden inmediğimiz, hamak kurduğumuz dut ve erik ağacı oradaydı. Yazları sabahtan akşama erik toplar sonra bakkala gider kaç kilo erik topladığımızı tarttırıp gururlanırdık.

Akşamları en büyük zevkimiz bahçenin en ortasına gelen apartmanın köşesinde saklambaç oynamaktı. Bu saklambaç oyunları, geceleri annelerimiz camdan eve gelin diye bağırana kadar sürerdi.

Bahçede bir tane de üstü teras altı kapısız garaj vardı. Köşkte yaşandığı dönem onun önünde toplanılan oturma grubu artık bu garajın önündeydi. Biz bisiklete binerken veya bahçede inşaat kumlarından yollar yaparken annelerimiz bu banklarda oturup elişi örer, akşam işten teker teker gelen babalar o banklarda yerini alırdı. Kurban bayramında bu garajın önüne ahşap çit takılır, her ailenin yaşadığı apartman için 1 inek alınır, böylelikle 7-8 tane ineği beslediğimiz 3 günlük de olsa yapay bir çiftlik hayatımız olurdu.

Bahçenin orta alanında iki tane voleybol filesi takılacak delik vardı, dayılarım ve diğer büyükler zaman zaman fileyi takar, çocukluklarındaki gibi voleybol müsabakası yapardı.

Bizim yaş grubunda ise çoğunlukla bahçe demek, annelerimizle dut silkelemek, ıhlamur toplamak, eriğe tırmanmak, bisiklete binmek, hamakta sallanmak ve saklambaçtı.

Genişleyen otoparklar ve süs bahçeleri çocukların bahçesinin sadece belirli oyun alanları ile sınırlandırmasına sebep oldu.

2000-2020 arası kucak açtığı son nesilden 10 yaşındaki yeğenim Tahir’in bahçesi:

1999 depremi sonrasında binalara güçlendirme yapılmasına karar verildi. Binalar diyerek başlanan değişim tüm bahçeyi içine aldı. Zira modern ihtiyaçlar değişmişti. Mesela apartman altlarındaki 3-4 araçlık otoparklar artık yetmiyordu çünkü artık her dairenin 2 arabası vardı. Bu sebeple tüm bahçe kazıldı, kalan son meyve ağaçları kesildi, gül bahçesi gitti. Kışın kaymayı sabırsızlıkla beklediğimiz yokuş düzleştirilip arsaya katılarak zemine devasa büyüklükte bir otopark yapıldı. Aileler daha da bağımsızlaştı, her apartmana ait ayrı birer kapalı kış bahçesi yapıldı.

Eski bahçe düzenlendi, basket sahası yapıldı. Kuşaklar büyüten, küçüle küçüle sadece ufak bir kısmı ayakta kalan canım köşkün artık son kısmı da yıkıldı, yandaki eski sebze bahçesi de istimlak edilerek ikisinden açılan yere plastik salıncaklı, kaydıraklı bir çocuk parkı yapıldı. Toplu oturma alanı çocuk parkının oraya taşındı. Eski teraslı garaja, kapılar takılarak depo haline getirildi.

Eski otoparklar, yer altına alınınca kalan açıklıklara fıskiyeli süs havuzları, dekoratif çiçekler ve adını bilmediğim birçok süs bitkisi dikilerek peyzaj tasarımı yapıldı.

Eskiden bahçenin tamamı çocukların oyun yeriydi; ağaçları, garajı, yokuşları, inşaat kumları, girilmesine izin verilmeyen köşeleri ile bitmez bir maceraydı. Şimdi ise çocuklar için belirlenmiş ve kısıtlanmış alanları var; basket sahası ve çocuk parkı gibi. Geri kalan her yer ya araçlara ait ya da dekoratif süslemelerle kaplı.

Eskiden evleri ve bizi çevreleyen bahçe, artık yetişkinlerin depo, garaj, görsel peyzaj, konforlu çardaklar gibi ihtiyaçları ile küçüle küçüle 50 yıl önceki anlamını yitirmişti. Artık her köşesi değerlendirilen, spesifik fonksiyonlar verilen bir alan olmuştu. Bahçe değil. Alan. Çocuklara ise bu koca bahçeden kala kala plastik bir park ve basket potası kalmış. Belki de bu sebeple bizi gece eve alamayan annelerimiz, yeni nesli dışarıda oyalayamıyor. Çocuklar kaydırakta otururken bile ellerinde tablet oluyor.

Annemlerin ve bizim zamanımızda bu bahçe ve ev her şeye kucak açardı, dışarı gidilmez, dışarısı eve getirilirdi. Kuran hocası, nakış hocası gibi hocaları eve çağırmak, akşamları tiyatrolar düzenlemek, terkedilmiş köşke gizlice girmek, mevsimine göre dut, erik, ceviz, incir toplamak, saklambaç, dokuz taş, voleybol oynamak, saatlerce çamurdan ve kumdan tabak çanak yapmak... Günümüzde toprak yok, her yer basılması yasak olan çimenle kaplı. Saklambaç, yakartop oynayalım bisiklet sürelim desen 3 adımda bir arabaya çarpman olası.

O koca bahçenin çocuklar için bu kadar kısıtlanması ve çalınması ile bu nesil fiziksel aktiviteleri bahçede doğal yollarla tamamlanamıyor, dışarıda futbol, karate, seramik gibi kurslarla o eksiklik kapatılmaya çalışılıyor.

Bunca değişime rağmen bazı yaz akşamları, 65 yıldır olduğu gibi herkes yine banklarda toplanıyor.

Soruyorum kendime hiçbir şey değişmemişçesine donmuş mu bu sihirli bahçede.

Sonra bakıyorum o eski Köşk yok artık yerinde.