Zor zamanda büyümek
Son küresel krizin ardından 2010’dan beri kesintisiz büyüyen Türkiye ekonomisi, bu yılı nasıl bir performansla geride bırakacak? 2016’daki darbe girişimi ve geçen yılki kur saldırısına rağmen büyüme kesintiye uğramadı.
“Zorlu iki yılda yıkılmadıysak bu yıl da yıkılmayız” diyebilir miyiz? Eylül 2018’de açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nda Türkiye’nin 2019 büyüme hedefi yüzde 2,3 olarak yer aldı. Bu perspektif ortaya konulduğunda Türkiye, yaşadığı kur saldırısının şokunu atlatmaya çalışıyordu.
Ancak bu spekülatif saldırı Türkiye’yi bir teknik resesyon ile karşı karşıya bıraktı. Teknik resesyon, bir ülkenin ekonomik faaliyetlerinde en az altı ay süreyle gerileme yaşanması anlamına geliyor. Geçen yılın son çeyreğinde yüzde 3 daralmıştık. Bu yılın ilk çeyreğinde de daralma devam ederse, iki çeyrek üst üste yaşanan bu durum “teknik resesyon” anlamına gelir. Bu yıla ilişkin ilk çeyrek verileri bu ay açıklanacak. Şimdiye kadar açıklanan verilerin ilk çeyrekte küçülmeyi işaret ediyor. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın İVME Finansman Programı’nı açıklarken kullandığı “Birinci çeyrekten itibaren, bir önceki çeyrek bazlı, teknik resesyon süreci inşallah geride kalacak” ifadesi de ilk çeyrekteki daralmanın bir başka işareti.
Bu süreci geride bırakmak için direniyoruz. Ülke olarak, millet olarak, bütün kurum kuruluşlarıyla ekonomik daralma sürecini hızlıca geride bırakmak için çalışıyoruz. Karışık seyreden ekonomik göstergeler parçalı bulutlu bir seyirle gah üzüyor, gah sevindirip heyecanlandırıyor. Neyse ki “en kötüsü geride kaldı” diye biliyoruz artık.
2018’in üçüncü çeyreğinde başlayan ve Aralık-Ocak-Şubat’ta iyice kendini hissettiren ekonomik aktivitedeki yavaşlama, ilkbaharla birlikte yerini güneşli günlere bıraktı. Kapasite kullanımı ve sanayi üretim endeksi başta olmak üzere önemli göstergelerde iyileşme işaretleri var. İhracat zaten sorunsuz olarak artış trendini sürdürüyor. İstihdamda ise umutları yeşerten bir döneme girdik. Çok iyi giden turizm ve diğer hizmet kollarıyla birlikte kapısı aralanan yeni sezonla istihdam artacak.
Resmin bütününe bakmayı unutmamak gerekir. Türkiye’nin ekonomide kapsamlı bir değişim hedefi var. Bunun ilk adımları üç yıllık yol haritasını ortaya koyan Yeni Ekonomi Programı’yla atıldı. İthal edip tüketmek anlayışını geride bırakan yeni yaklaşım süreci; ihracata dayalı, katma değerli ve teknolojik ürün üretimini önceleyen bir model olarak özetlenebilir. Cari açığın üstesinden gelmek için ilaç, kimya, petrokimya, enerji, makine/teçhizat ve yazılım sektörleri öncelikli yatırım yapılabilir alanlar önümüzde duruyor.
Nisan ayında açıklanan “Yapısal Dönüşüm Adımları” paketinde de bu hedeflere ulaşılması için kamunun sağlayacağı çok önemli teşvikler ve destekler var. Nitekim Mayıs’ın son haftasında açıklanan İVME (İleri, Verimli, Milli Endüstri) Finansman Paketi de bu amaca yaklaştıran bir başka önemli adım oldu. İthalat bağımlılığı yüksek, dış ticaret açığı veren, istihdama katkı oranı yüksek ve ihracat potansiyeli yüksek sektörlere bu paket kapsamında finansman sağlanacak.
Stratejik öncelik; orta ile yüksek teknoloji ürünleri ve sektörlerinde olacak. Çünkü Türkiye’nin üretimden yana en büyük yarası burada. Orta-ileri ve ileri teknolojili ihracatındaki payı hala çok düşük. 2002’de yüzde 31 olan bu orta-ileri ve ileri teknoloji ürünlerinin payı yüzde 40’a çıktı. Bu ilerleme kayda değer ancak Türkiye gibi bir ülke için yetersiz. Türkiye; ekonomisinin yapısal dönüşümünde kritik öneme sahip olan yüksek teknoloji ürünlere daha çok yönelmeli. Üç kamu bankasının hammadde ve ara mal imalatı, makine imalatı ve tarım alanlarında bu yılsonuna kadar sağlayacağı 30 milyar liralık finansman, Türkiye’nin bu alandaki rekabet gücünü arttırır. İstikrarsızlığın arttığı, bölgesel çatışmalar ile ticaret savaşlarının yaşandığı bir konjonktürde üretime ve ihracata verilecek bu destek önemli. Küresel gelişmelerin gölgesinde finansman bulmanın güçleştiği bir ortamda sanayicinin ve yatırımcının finansmana erişimini kolaylaştıracak.