Yüksek faiz büyümeyi vur(a)madı
Türkiye, mayıs seçimlerinin ardından ekonomi politikalarında rotayı yeniden batı ekolüne kırmasına rağmen büyüme ve istihdam gücünü koruyor. Enflasyonu dizginlemeyebilmek için yapılan büyük faiz artışları iş gücünü kırmadı, büyümeyi baltalamadı. “Türkiye Ekonomi Modeli” ile tesis edilen güçlü üretim mekanizması yeni dönem politikalarının tahrip gücünü sınırladı.
Güçlü üretim alt yapısı, hızlı lojistik kabiliyeti ve her zaman dinamikliğini koruyan iç pazar potansiyelini stratejik konumuyla birleştiren Türkiye; küresel çalkantılara karşı ekonomisini koruyabiliyor. Bu imkân ve kabiliyet iyi yönetim becerisiyle birleşince yakın coğrafyalardaki savaşlar, doğal afetler ve ekonomik daralmalar bize işlemez oldu.
Son birkaç yıldaki gelişmelere rağmen büyümesini sürdüren nadir ülkelerden biri olduk. Bunu pandemiye rağmen sürdürdük. Ardından baş gösteren Rusya- Ukrayna Savaşı’na rağmen büyümemiz devam etti. Kuzeyimizdeki savaşın etkileri azalıyor derken 11 ili vuran iki büyük depremi yaşadık. Gaziantep, Kahramanmaraş ve Hatay gibi üretim ve ihracat merkezleri depremden büyük zarar gördü. Son olarak; istikrar için kritik bir eşik olarak görülen Mayıstaki cumhurbaşkanı ve parlamento seçimi de Türkiye’nin büyümesini durdurmadı.
Bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 3,9, ikinci çeyrekte yüzde 3,8 büyüyen ekonominin üçüncü çeyrekte yüzde 5 civarında büyümesi bekleniyor. Temmuz-Ağustos-Eylül döneminde ekonominin ilk iki çeyreğin çok üzerinde bir performans göstermesi dikkat çekici. Dokuz aylık büyüme ortalaması yüzde 4’ün üzerinde. Mayıs seçimlerinin ardından ekonomi politikalarında rotayı yeniden batı ekolüne kırmasına rağmen bu yılı küresel ortalamaların üzerinde bir rakamla kapatacağız. Burada önemli bir noktanın altını özellikle çizmek gerekiyor. Türkiye ekonomi modeliyle tesis edilen güçlü üretim mekanizması yeni dönem politikalarının tahrip gücünü sınırladı.
Büyüme kadar güçlü olmasa da istihdam gücü de yüksek faiz politikasına karşı önemli bir direnç gösteriyor. Yılın üçüncü çeyreğinde istihdam geçen yılın aynı dönemine göre 124 bin kişi arttı ve işsiz sayısı aynı dönemde 161 bin kişi azaldı. Çalışan sayısındaki artış bundan önceki 2-3 yıllık dönem ile kıyaslandığında zayıf görünüyor. Ancak iş gücüne yüksek katılım nedeniyle işsiz sayısının artmaması, hatta bir miktar gerilemesi, işsizlik oranını tek haneye düşürdü.
Güçlü üretim; büyümeyi besleyen en önemli unsurdur şüphesiz. Ekimde kapasite kullanım oranının 16 ay aradan sora yeniden yüzde 78’e yükselmesi, son çeyrek büyümesinin de yüksek geleceğine ilişkin önemli bir parametre. Ancak, Avrupa’daki talep durgunluğu üretim üzerinde baskı oluşturuyor. İç pazarda ise enflasyonla mücadele kapsamında yürütülen politikalar nedeniyle daralma işaretleri var. İşletmeler Avrupa’daki resesyon nedeniyle alternatif pazarlara yöneliyor. Şu aralar ihracattaki açığı kapatan pazar Körfez ülkelerinde. Bu da Avrupa’daki kaybı karşılamıyor olmalı ki ihracatın artış hızında bir yavaşlama var.
Türkiye yeni dönem ekonomi politikalarına rağmen büyümeyi sürdürülebilir kılmak için uğraşıyor. Bir yandan faizleri yükselterek talebi soğutmaya çalışan ekonomi yönetimi, bir yandan da yüksek faizin istihdam ve büyümeyi vurmaması için seçici bir politika setiyle hareket ediyor. Kasım toplantısında faizleri yüzde 40’e çıkaran Merkez Bankası; parasal sıkılaştırmanın yavaşlayacağını ve tamamlanmak üzere olduğunu duyurdu. Ancak faizlerin uzun süre yüksek kalmaya devam edecek olması, üretim için büyük risk. Kredi almak yerine öz kaynaklarına yönelen işletmelerin yüksek faiz döngüsüne uzun süre dayanamayacağını biliyoruz. Kısa vadede parasal sıkılaşmanın büyümeyi bir miktar aşağı çekeceği gerçeği OVP’de de öngörülmüş durumda.
Hepten enseyi karartmamamız gerektiğini gösteren gelişmeler de var. Finansal piyasaları rahatlatan gelişmeler… Türkiye’nin CDS’lerinin seçimden sonra 700 civarından 330’lara kadar gerilemesi, kur oynaklığının düşük seyretmesi, seçimden sonra rezervlerin 36 milyar dolar artışla 134 milyar doları aşması bunlardan bir kaçı. Bu tablo Türkiye’ye fon akışını artırır. Önümüzdeki aylarda özellikle de yerel seçimler sonrasında Türkiye’nin varlıklarına talebin ciddi şekilde artması beklentisi var. Makro finansal istikrar, özellikle de fiyat istikrarı hedefinde başarı sağlanırsa Türkiye’nin uzun vadeli büyüme potansiyeli artar. Bu tablonun sürekli kılınması kalıcı refahın kapısını aralamamızı sağlar. Uğruna acı reçetelerin yazıldığı düşük enflasyon ortamı, Türkiye’nin sürdürülebilir büyümesini güçlendirir.