Yeni yılda jeopolitiğin sıcak noktaları

Ana başlıklar üzerinde özetlemeye çalıştığımız bu fotoğrafta, jeopolitik rekabet ve coğrafyanın önemi 100 yıl sonra ilk kez bu kadar güçlü bir geri dönüş yaşamakta belki de.
Ana başlıklar üzerinde özetlemeye çalıştığımız bu fotoğrafta, jeopolitik rekabet ve coğrafyanın önemi 100 yıl sonra ilk kez bu kadar güçlü bir geri dönüş yaşamakta belki de.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından 30 yıl sonra küreselleşmenin, liberal değerlerin ve serbest pazar idealinin zayıfladığı, bir kez daha jeopolitik rekabetin, ulus devletin ve korumacı ekonomi politikalarının güçlendiği bir yılı geride bırakıyoruz.

ABD önderliğindeki tek kutuplu sistem her yerinden su sızdırırken, Rusya ve Çin gibi oyuncular sistemi kendi çıkarlarına göre yönlendirmek için çaba sarf ediyorlar. Avrupa birliği 1990’lı yıllardaki ışıltılı görüntüsünden çok uzakta, etkisini her geçen gün yitiren bir güç. Britanya, Brexit ile kendisine yeni bir yön çizmek isterken, Fransa ve Almanya’nın şaşkın ve kararsız duruşu, küresel rekabette her geçen gün kan kaybetmelerine neden oluyor. Türkiye gibi orta güce sahip devletler de, kendileri için birçok fırsat ve tehdit barındıran bu belirsizlikler döneminde, yelkenlerini en iyi şekilde yönetip, ulusal çıkarlarını korumayı hedeflemekte. ana başlıklar üzerinde özetlemeye çalıştığımız bu fotoğrafta, jeopolitik rekabet ve coğrafyanın önemi 100 yıl sonra ilk kez bu kadar güçlü bir geri dönüş yaşamakta belki de. 2020’de dünya siyasetine damga vuracak jeopolitik sıcak noktaları sizin için derledik.

Arktik'te derin rekabet

Donald Trump’ın Danimarka’ya Grönland’ı satın alma teklifi getirmesi de Arktik’teki keskin rekabetle yakından ilgili.
Donald Trump’ın Danimarka’ya Grönland’ı satın alma teklifi getirmesi de Arktik’teki keskin rekabetle yakından ilgili.

İklim değişikliği hepimiz için yakın ve gerçek bir tehdit. Ama bazı ülkeler için bu tehdit aynı zaman da fırsat anlamına geliyor. Küresel düzeyde yaşanan sıcaklık artışları, Arktik bölgesindeki buzul tabakasının incelmesine ve bazı bölgelerde ise tamamen yok olmasına sebep oluyor. Yaşanan değişim, daha önce sadece bir iki ay kullanılabilen Kuzey Buz Denizi yolunun deniz ticareti için aylarca açık kalması anlamına geliyor. 1979’dan beri Arktik bölgesinin yüzde 40’ını kaybettiği belirtiliyor. Son olarak iki Rus petrol tankerinin Artktik’te açılan su yollarını kullanarak Primorsk limanında çıktı ve Çin’e ulaştı. Deniz ticaretinde çok önemli olan mesafe ve zamanı kısaltan bu yeni su yolu aynı zamanda ABD’nin kontrolündeki önemli boğazları ve denizlerin de bypass edilmesi anlamına gelecek. Öte yandan kalın buz tabakası altında saklı doğal zenginlikler (petrol, doğal gaz vb.) de bu topraklar üzerinde hak iddia eden ülkelerin iştihanı kabartıyor. Keşfedilmemiş enerji kaynaklarının yüzde 25’inin Arktik bölgesinde olduğu biliniyor.

Yapılan incelemelere göre bu bölgede 47 trilyon metreküp doğal gaz ve 90 milyar varil petrol olduğu tahmin ediliyor. Bu da başta Rusya olmak üzere ABD ve Çin gibi ülkelerin bölgeyi kontrol etme ve varlık gösterme arzusunu yükseltmekte. Rusya’nın uzun süredir bölgeyi askeri üslerle ördüğü biliniyor. Hakeza, ABD’nin de hem NATO üzerinden hem de kendi imkanlarını kullanarak bu stratejik bölgede varlığını güçlendirdiği görülüyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın Danimarka’ya Grönland’ı satın alma teklifi getirmesi de Arktik’teki keskin rekabetle yakından ilgili. 2020 yılında Arktik bölgesindeki jeopolitik rekabete ilişkin daha sıcak haberler duyacağız.

Güney Çin Denizi'nde bilek güreşi

Çin, küresel siyasette etkin olmak istiyorsa, ABD’nin denizlerdeki gücünü dengelemesi gerektiğinin farkında.
Çin, küresel siyasette etkin olmak istiyorsa, ABD’nin denizlerdeki gücünü dengelemesi gerektiğinin farkında.

Güney Çin Denizi ve Tayvan Boğazı jeopolitik rekabet her geçen gün daha derinden hissediliyor. Çin, Vietnam, Filipinler, Endonezya, Singapur, Malezya, Brunei ve Tayvan’ın çevrelediği bölge hem küresel ekonomi hem de siyasi rekabetin nazik bir denge içinde yürütüldüğü bir sahne. 6 trilyon dolara yakın ticaret hacminin bulunduğu bölge son dönemde yaşanan silahlanma süreciyle de patlamaya hazır bomba niteliğinde. Elbette burada da yine temel belirleyici ABD-Çin rekabeti. Çin, küresel siyasette etkin olmak istiyorsa, ABD’nin denizlerdeki gücünü dengelemesi gerektiğinin farkında. Günümüzde ABD hem rakipsiz donanması hem de denizaşırı üsleriyle hiç şüphesiz dünya denizlerinin hakim gücü. Pekin yönetimi bu gücü kendi egemenlik alanı gördüğü Güney Çin Denizi ve Tayvan Boğazı’nda kurduğu yapay adalara inşa ettiği askeri üsler ve donanmasını güçlendirecek muhrip inşa faaliyetleri sonucu dengeleme peşinde.

  • Son olarak geçen Aralık ayında, Çin ilk yerli üretim uçak gemisini resmen faaliyete aldı. Geminin hizmete girme törenine Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in bizzat katılması, devlet katında donanmanın güçlenmesine verilen önemi göstermesi açısından dikkate değerdi.

ABD ise ‘seyrüsefer serbestisi’ sağlama adını verdiği strateji ile Çin’in Doğu Akdeniz ve Tayvan Boğazı’ndan egemenlik iddialarını gönderdiği firkateyn ve uçak gemileri ile sınır çizmek amacını güdüyor. Washington yine bölgede Pekin’e karşı bir savunma ve işbirliği mekanizması oluşturmak için yoğun çaba sarf etmekte. Pekin’in tüm tepkisine karşı Tayvan’ı silahlandırmaya devam eden ABD yönetimi diğer ülkelerle de ikili savunma anlaşmaları yapmakta. Yine GSMH toplamı dünyanın yüzde 40’ını oluşturan Trans Pasifik Ortaklığı adlı ekonomik işbirliği eliyle de Çin’i çevreleme amacı gütmekte. 2020 yılında, bölgeden sıcak haberler her zamankinden daha çok küresel ekonomi ve siyasetin gidişatında etkili olacak.

Enerjinin atar damarları

Hürmüz Boğazı’nda hedef alınan petrol tankerleri ve Eylül 2019’da Suudi enerji devi Aramco’nun kaynağı belirsiz füze saldırısıyla vurulması, bölgedeki gerilimin patlamak için bir kıvılcıma baktığını gösterdi.
Hürmüz Boğazı’nda hedef alınan petrol tankerleri ve Eylül 2019’da Suudi enerji devi Aramco’nun kaynağı belirsiz füze saldırısıyla vurulması, bölgedeki gerilimin patlamak için bir kıvılcıma baktığını gösterdi.

Küresel enerji taşımacılığının atar damarları olan Hürmüz ve Babül Mendep Boğazları geçen yılın en sıcak noktaları arasında bir numaradaydı. Ortadoğu petrolünün ve doğal gazının dünya pazarına çıkış noktası olan bu iki stratejik boğaz ABD, Körfez ülkeleri ve İran arasındaki gerilimde sıcak çatışma riskini de taşıyor. Hürmüz Boğazı’nda hedef alınan petrol tankerleri ve Eylül 2019’da Suudi enerji devi Aramco’nun kaynağı belirsiz füze saldırısıyla vurulması, bölgedeki gerilimin patlamak için bir kıvılcıma baktığını gösterdi.

ABD Savunma Bakanlığı’nın İran tehdidini gerekçe göstererek, bölge ülkelerini adeta birer askeri garnizona çevirdiği ise bir başka gerçek. Şu an Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’da toplam 70 bin ABD askeri bulunduğu belirtiliyor. Yine ABD ordusunun en gelişmiş savaş ve bombardıman uçakları, firkateynler, uçak gemileri ve hava savunma sistemleri de bölgeye konuşlandırıldı. Washington’un Tahran’ı hedef alan ‘maksimum baskı’ stratejisi destekleyen bu olağanüstü büyük güç aynı zamanda bölge için ciddi bir istikrarsızlık ve güvensizlik kaynağı. Tahran yönetiminin bu güce karşı, füze ve insansız hava aracı teknolojisine yoğun yatırım yaptığı ve deniz kuvvetlerine Körfez’de hızlı ve seri harekat kabiliyetine sahip saldırı tekneleri ile donattığı biliniyor. ABD donanması sonbahar aylarında Hürmüz ve Babül Mendep arasında da ‘seyrüsefer serbestisi’ operasyonları başlattığı da hatırlanmalı. 2020’de bölgeyi sıkça konuşmaya devam edeceğiz.

Patlamaya hazır nükleer bomba: Keşmir

Yüz günü aşkın zamandır bölgede internet kesik.
Yüz günü aşkın zamandır bölgede internet kesik.

İki nükleer güç, Pakistan ve Hindistan geçen yıl Keşmir bölgesinde yaşanan gelişmeler neticesinde bir kez daha savaşın eşiğine kadar gelmişti. Sıcak savaş riski bölgede bir kez daha yüksek. Yeni Delhi’deki aşırı milliyetçi Narendra Modi yönetiminin cüretkar ve tehditkar adımları iki ülke arasındaki ilişkileri zehirleyen en önemli faktör. Geçen yıl Şubat ayında Hint hava kuvvetlerinin Pakistan hava sahasını ihlal etmesinin bedelini ağır ödemişti. Pakistan iki Hint savaş uçağını düşürmüş ve bir Hint pilot sağ ele geçirilmişti. Neyse ki gelişmeler daha fazla tırmanmadan pilotun Hindistan’a teslim edilmesiyle çözülmüştü. Ne var ki Modi hükümetinin birkaç ay sonra tek taraflı bir adımla Cammu Keşmir bölgesinin özel statüsünü kaldırması bölgeyi yeniden diken üstüne getirdi. Ağustos ayında alınan kararın üzerinden 4 aydan fazla zaman geçmişken, nüfusunun yüzde 70’i Müslüman olan bölge adeta açık cezaevi hüviyetinde. Yüz günü aşkın zamandır bölgede internet kesik. 500 binden fazla Hint askeri ve paramiliter gücü de bölgeye yığılmış durumda. Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile bilinen bölgede gerilimin bir başka ortağı ise Çin.

  • Keşmir’in yüzde 20’si Çin yönetimi altında. Ve Pekin bu gerilimde, Hindistan’a karşı Pakistan’dan yana bir tutum sergilemekte.

Deniz seviyesinden binlerce metre yükseklikteki konumu nedeniyle “Dünyanın en yüksek jeopolitik rekabeti” olarak değerlendirilen Keşmir’de, Pakistan ve Hindistan orduları arasında neredeyse her gün sınır çatışmaları yaşanmakta. Aralık ayında Modi hükümetinin bölgedeki Müslümanları dışlayan “Vatandaşlık Yasası”nı yürürlüğe sokması da, Keşmir ve bağlantılı sorunlar üzerindeki gerilimin azalmak bir yana katlanarak artacağının önemli bir göstergesi oldu.

Afrika'nın kilidi: Sahel

Sahel bölgesinin günümüzde istikrarsız yapısında 2011 yılında Fransa’nın başlattığı müdahale ile Libya’da Kaddafi yönetiminin son bulmasının önemli rolü olduğu biliniyor.
Sahel bölgesinin günümüzde istikrarsız yapısında 2011 yılında Fransa’nın başlattığı müdahale ile Libya’da Kaddafi yönetiminin son bulmasının önemli rolü olduğu biliniyor.

Senegal, Çad, Burkina Faso, Mali, Nijerya, Moritanya, Nijer, Sudan ve Eritre’nin içinde bulunduğu Sahel bölgesi, Afrika’nın kuzeyi ile güneyini birbirine bağlayan geçiş noktası olması açısından kilit öneme sahiptir. Öyle ki Sahel’e hakim olan bir gücün, kıtanın tamamını kontrol etme imkan ve kabiliyetinin artacağına kuşku yoktur.

  • Sahel bölgesi yalnızca stratejik konumuyla değil, sahip olduğu yeraltı zenginlikleri ile de 21. Yüzyılda jeopolitik rekabetin yaşandığı başat bölgelerden biridir. Petrol, uranyum, manganez, altın ve fosfat bölgedeki yeraltı zenginliklerinde öne çıkan maddelerdir.

Bölge son dönemde küresel rekabetin mikro ölçekte bir yansımasını taşımaktadır. Çin, Fransa, ABD, Rusya ve Almanya gibi ülkeler bölgede siyasi, ekonomik ve askeri anlamda etkilerini artırma yarışına girişmiş durumda. Zengin uranyum yatakları ile Nijer, Sahel içindeki rekabetin daraltılmış ölçeğini sunmakta. Ülkede Fransa ve ABD’nin askeri üsleri bulunurken, Çin’in önemli ekonomik yatırımları da dikkat çekmekte. Sahel’de en etkili Batılı güç olarak bölgenin eski sömürgecisi

Fransa öne çıkmakta. Paris bölgede 650 milyon euro bütçeye sahip binlerce askerden oluşan bir orduyu halihazırda konuşlandırmış durumda. Ne var ki Sahel ülkeleri 2019’un son çeyreğinde Fransa’nın bölgedeki etkinliğinden duydukları rahatsızlığı daha yüksek sesle dillendirmeye başladıkları görüldü. Bunda kuşkusuz Çin ve Rusya gibi ülkelerin desteğini arkalarına almaları etkili. Fransa’nın askeri varlığının bölgede terör yapılarını beslediği ve istikrarsızlık oluşturduğu konuşulmakta. Sahel bölgesinin günümüzde istikrarsız yapısında 2011 yılında Fransa’nın başlattığı müdahale ile Libya’da Kaddafi yönetiminin son bulmasının önemli rolü olduğu biliniyor. Terör örgütlerinin Libya üzerinden Sahel bölgesine sızdığı, saldırılar gerçekleştirdiği ve etki alanlarını artırdıkları görülüyor. Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da yılbaşını Fildişi Sahili’nde geçirmesi, Paris’in bölge ülkeleriyle ilişkileri düzeltme çabası olarak görülebilir. Afrika’nın daha çok konuşulacağı 2020 yılında, Sahel’de yaşanacak gelişmeler, kıtanın alacağı şekil konusunda da belirleyici olacak.

Doğu Akdeniz'de kartlar yeniden dağıtılacak

İHA.
İHA.

Medeniyetlerin beşiği olarak değerlendirilen Doğu Akdeniz, son yıllarda sahip olduğu hidrokarbon rezervleri ile sahildar ülkeler ve diğer büyük güçler arasındaki mücadelenin önemli sahnelerinden biri. 40 trilyon metreküplük doğal gaz rezervinin bulunduğu tahmin edilen Doğu Akdeniz’de, İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’dan oluşan dörtlü grup, Türkiye’yi ve KKTC’yi bölgeden dışlamaya yönelik bir stratejiyi uygulamaya koymuş durumdalar. Bu stratejide iki motivasyon gizli.

Bunlardan birincisi bölgedeki enerji rezervlerini hakça paylaşılmasını engellemek, ikincisi ise Türkiye’nin Akdeniz’deki hareket alanını engellemek. Bu dörtlü tarafından kurulan Doğu Akdeniz Enerji forumu adlı yapıya ABD ve Fransa’nın desteğini de almış durumdalar. Türkiye ise Doğu Akdeniz’deki haklarının gaspı anlamına gelen bu girişime sert ve yumuşak gücün ustaca karışımını içeren bir strateji ile yanıt veriyor. Fatih ve Yavuz sondaj gemileri, Türk donanmasının refakatinde bölgede arama ve sondaj faaliyetlerine devam ederken, öte yandan hem uluslararası platformlarda hem de ikili düzeyde Türkiye’nin ve KKTC’nin bölgedeki hak ve hukukunun korunması için yoğun girişimlerde bulunmakta. Elbette Kasım ayında Libya’da uluslararası tanınırlığa sahip Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile imzalanan ve Akdeniz’de deniz yetki alanlarının belirlenmesini içeren anlaşması, Doğu Akdeniz’deki jeopolitik ve jeoekonomik mücadele için adeta bir milat olduğu ve tüm oyunu resetlediğini söylemek, gelen tepkiler göz önüne alındığı, işten bile değil. Türkiye, Libya hamlesi ile Doğu Akdeniz’de tek yönlü çizilmek istenen güç haritasını adeta yırtıp attı. Bu adım, bölgedeki diğer ülkeleri de aslında diplomasi masasına çekmek için de bir çağrıydı. Türkiye son olarak Aralık ayında, KKTC’nin Geçitkale havalanını İHA üssü olarak belirlendiğini ilan etti. Bayraktar model ilk İHA da Geçitkale’ye konuşlandırıldı. Havaalanının F-16’ların iniş ve kalkış yapmasına uygun olacak şekilde modernize edileceği de açıklanmış durumda. Yine KKTC’de bir deniz üssünün açılması da 2020 yılında beklenmekte. Bölgedeki mücadelenin düğümü ise Libya’da çözülecek.

Türkiye’nin UMH ile imzaladığı güvenlik anlaşmaları neticesinde, ülkeye asker göndermesi hatta askeri üsler kurmasının yolu açılmış durumda. Türkiye ile Libya arasındaki tarihi bağların bulunduğu Trablus-Misrata hattında 2020 yılında Türk askeri mevcudiyetini görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Türkiye’nin bölgede sert gücüyle bulunması, diplomasisi masasında da kartların yeniden dağıtılmasını sağlayacak. Öte yandan ABD ve Batılı ülkelerin, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Mısır’ı hızla silahlandırması bölgedeki sıcak çatışma ihtimalini artırmakta ve çözümsüzlüğü beslemekte. ABD ve İsrail’in son olarak Yunanistan’a, Türkiye’ye karşı kullanılmak üzere silahlı insansız hava araçları satacağının ortaya çıkması, bölgede çatışma olasılığını da güçlendirmekte.

Afrika boynuzu Üçgeni

Afrika Boynuzu.
Afrika Boynuzu.

2020’de daha çok konuşacağımız Afrika’nın Sahel’den sonra jeopolitik açıdan bir başka önemli bölgesi ise Afrika Boynuzu. Afrika’nın doğusunun en uç noktasının bulunduğu, Eritre, Cibuti, Somali ve Etiyopya’nın bulunduğu bölge, küresel bölgesel olmak üzere çift katmanlı rekabetin mikro ölçekte yaşandığı alanlardan. Afrika kıtasının doğudan giriş kapısı olan bölge aynı zamanda Kızıldeniz’i kontrol etmek (Babül Mendep Boğazı’ndan günde 5 milyon varil petrolün geçtiği belirtilmekte) ve Afrika, Avrupa, Asya bağlantısını sağlayan üçgen konumuyla da son iki yüz yılın jeopolitik rekabet noktalarının başında gelmekte. Afrika Boynuzu sahip olduğu su kaynakları, yeraltı zenginlikleri ve insan kaynağıyla da bir çekim ve rekabet merkezidir. Bölgede Çin-ABD küresel mücadelesinin ve Körfez ülkelerinin (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri) ile İsrail ortaklığının Türkiye, Katar ve İran karşıtı politikalarını içeren bölgesel mücadeleyi gözlemlemek mümkün. Kızıldeniz çıkışında bulunan ve Arap yarımadasına yakınlığıyla dikkat çeken Cibuti, bugün neredeyse askeri üsse dönüşmüş durumda.

Başta ABD olmak üzere, Çin, Fransa, İngiltere hatta Japonya’nın ülkede askeri üsleri bulunuyor. Rusya’nın da yakın zamanda Cibuti’ye bir askeri üs açması bekleniyor. Yine Riyad ve Abu Dabi’nin de bu ülkeye yakın ilgi gösterdikleri biliniyor.

  • Somali, Afrika Boynuzu’nda rekabetin kilit ülkesi konumunda. Sahip olduğu coğrafi konum ile Somali zengin maden ve yeni keşfedilen petrol rezervleri ile büyük güçlerin iştahını kabartmakta. Türkiye de özellikle 2012 yılından sonra Somali’ye önemli yatırımlar yaptı.

Afrika’daki en büyük büyükelçiliğini Somali’ye açan Ankara, bir askeri üsse de sahip. Somali ordusunun eğitimleri de Türk silahlı Kuvvetleri tarafından verilmekte. Türkiye’nin bölgede artan etkinliğine Körfez ülkeleri ve İsrail’in Cibuti, Eritre ve Etiyopya üçgeninde nüfuzlarını artırarak cevap vermek istediği görülmekte. Afrika Boynuzu’nda rekabetin artacağına yönelik en önemli işaret geçen sene ABD’nin Somali’de ‘terörle mücadele’ adı altında askeri operasyonlarına yeniden başladığını ilan etmesi oldu. ABD’nin Afrika komutanlığı, Africom, bünyesinde başlayan müdahaleci politikanın Çin ve Rusya’nın dahil olmasıyla derinleşmesinden endişe duyuluyor