Yeni fikir üretmede 'Ne olmasa olur?' yaklaşımı
Son yılların en devrimci fikirlerinin hepsi Silikon Vadisi’nden çıkmadı. Walkman, Southwest Airlines ve iPhone. Bu birbirine benzemez markaların ortak tek bir noktası var. O da hepsinin “Ne olmasa olur?” sorusunun yanıtında gizli.
Her girişimci ya da inovatör yenilikçi fikirleri ortaya atarken olmadık farklı yerlerden esinlenirler. İnovasyonun doğası gereği bazen iki farklı disiplinden fikirler devşirilirken kimi zaman da İnovatör bazen sorunları bir fırsat olarak görerek bu durumdan yeni fikirler üretmeye çalışırlar. Bazen de yapmaları gereken tek şey sadece “ne olmasa olur” şeklinde bir soru sormaktır. İşte o soru bazen öyle bir çığır açıcı bir fikrin ortaya çıkmasına neden olur ki sormayın gitsin. Yani zaten varolan ve kullanılmakta olan bir ürünün, hizmetin ya da özelliğin kullanılmaması dünyada büyük bir dönüşüm yaratan fikrin ortaya çıkmasına neden olabilir. İşte karşınızda dünyada büyük dönüşüm yaratan “muhteşem” örnekler...
Sony Walkman: Hoparlörler varken kim kulaklıkla müzik dinlemek ister?
1963 yılında, Philips Electronics “kasetçalar” adı verilen yeni bir ses kayıt cihazı tasarlamıştı. Çok geçmeden şirketler dünya genelinde portatif kayıt cihazları ve büyük boyutlu müzik setleri tasarlayarak karlı bir işe giriştiler. O zamanlar portatif müzik çalarlar omuzda taşınarak genellikle yüksek sesle dinlenirdi. Walkman bu sorunu ortadan kaldırdı. Aslında Walkman başlarda Sony için başarısız bir proje olarak rafa kaldırılmıştı. Fakat şirket sahiplerinden Masaru Ibuka’nın farklı bakış açısı dünyaca ünlü Walkman’in doğuşuna zemin hazırladı. Mühendisler bu yaşlı adamın keçileri kaçırdığını düşünüyordu. Kaydedemeyen bir kayıt cihazı yapmanın ne mantığı olabilirdi ki? Hoparlörler varken, kim kulaklıkla müzik dinlemek isteyebilirdi ki? Sony, hoparlörlerden ve kayıt fonksiyonundan vazgeçerek, tüketicilerin yanlarında taşıyabilecekleri kasetçalar yapabileceğini düşünmüştü. Sony kurucusu Akio Morita’nın konuyla ilgili sözleri şöyleydi: “Gün boyunca müzik dinlemek isteyen genç insanları her anlamda tatmin edecek bir ürün bu. Gittikleri her yere onu da götürecekler ve kayıt yapmak gibi işlevleri tamamen akıllarından çıkaracaklar.” Gerçekten de artık Walkman sayesinde, artık sadece oturarak değil, yürürken ve koşarken de müzik dinlenebiliyordu. Sony, Walkman ile müziği ayağa kaldırmıştı.
Mini bilgisayarlar üretilse ve fiziksel klavye kalksa ne olur?
Büyük şirketlerin ana bilgisayar işinde IBM’den küçük bir parça koparabilmek için var güçleriyle saldırıya geçtiği yıllarda, inovatif faaliyetleriyle öne çıkan küçücük bir şirket, bilgisayar pazarlama alanında başarılı bir işe imza atıyordu. Bu firmanın adı Digital Equipment Corporation (DEC)’di. IBM büyük bilgisayar yaparken DEC küçük bilgisayarlara yönelmişti. 1965’te DEC mini bilgisayarların ilk hattı olan PDP-8’i çıkardı ki, bu ürün grubu sonradan bilimsel araştırmalar, eğitim, sanayi kontrol sistemleri ve sağlık hizmetlerinde geniş kullanım alanı bulacaktı. Büyüklük egosu, IBM’nin doğru karar vermesine engel oldu. Düşünsenize, IBM’nin yazılımlarından ve teknolojik desteğinden yoksun küçük ve ucuz bir bilgisayarı kim alırdı ki? Yanıt: Binlerce şirket. DEC’in mini bilgisayarları ciddi bir talep patlaması yarattı, kârlılığı 4 milyar dolar seviyesine ulaştı. Gerçi DEC, bir süre sonra kapitalizm Ölü Markalar Derneği’ne üye oldu. O da ayrı bir yazı konusu.
Son birkaç yıldır zorlu bir süreç yaşayan BlackBerry, bildiğiniz üzere eski dönemini mumla arar bir hale geldi. İş dünyası açısından yıllar önce rekor satış elde eden akıllı telefonlara imza atmış olan firma, özellikle iOS ve Android sistemlerinin gelişmesi ile birlikte düşüşe geçerek ve neredeyse batma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. BlackBerry şirketinin ilk hali Research in Motion'ın kurucusu Mike Lazaridis, 2008’de ne maksatla olduğu bilinmez dokunmatik ekran telefon üretimine karşı çıkmıştı. Dolayısıyla bu fırtınayı Apple'ın başlatmasına zemin hazırlamış oldu. Vakti zamanında BlackBerry kapış kapış satılan bir üründü, ta ki Apple’ın aklına “fiziksel klavyeyi ortadan kaldırsak ne olur?” sorusu gelene kadar.
Bu arada yeni bir sıcak gelişmeyi daha sizinle paylaşalım. Apple’ın, dizüstü MacBook modellerinde de tuşları olmayan klavye teknolojisi için patent başvurusunda bulunduğu ortaya çıktı. Eylül 2015’te yapılan başvuruda tuşsuz klavyeye ‘zero travel’ (sıfır hareket) adı verilmiş. Böylece MacBook’larda klavye tuşları kaldırılacak, yerine dokunmaya duyarlı bir yüzey getirilecek. Yüzeyde harfler, numaralar ve özel işlev tuşları belirli bir sembolle değil, iç ışıklandırma yoluyla gösterilecek.
Southwest Aırlınes: Havayolu taşımacılığı neden ucuz olmasın?
Southwest, ABD’nin ucuza ve çok sayıda seferle uçan havayolu şirketi. Amerika’nın belli başlı tüm havayolları hem ekonomik sınıf hem de birinci sınıf kategorilerine sahip. Southwest, birinci sınıf kategorisini ortadan kaldırarak tamamen ekonomik sınıfa odaklanan ilk havayolu şirketlerinden. Operasyonlarının ikinci yılında, Southwest kârlılık göstermeye başladı. Dört büyük iç hatlar şirketi (American, Delta, United ve US Airways) 41 yılda iflasa sürüklenirken, Southwest’in bu zaman zarfında zarar açıkladığı tek bir yıl bile olmadı. Southwest birinci sınıf kabinini yürürlükten kaldırarak Amerika’nın en büyük havayolu şirketi oldu.
Self-servis hamburgerci, ilk süpermarket, bağcıksız ayakkabı, mini otomobil
Richard ve Maurice McDonald Kardeşler 1940 yılında, San Bernardino Kaliforniya’da bir restoran açtılar: Mc- Donald’s Bar-B-Q. Menüde, çoğunluğu ızgara olan 25 ürün bulunuyordu. Bir süre sonra, McDonald biraderler kazançlarının çoğunun hamburgerlerden geldiğini fark ederek, başarıyla sürdürdükleri arabaya servis yapan restoran işine bir ara verdiler. Gerekli düzenlemeleri yaparak 11 üründen oluşan bir menüyle yeniden işe koyuldular. Bu ürünler arasında hamburger, cheeseburger, patates kızartması, milkshake ve diğer içecekler bulunuyordu. Arabalara servis yapan garsonlar bertaraf edilerek, McDonald’s self-servis bir operasyona dönüştürüldü. Bugünün fast-food endüstrisini yaratan ana fikir de buydu: Garson olmayacaktı.
Michael J. Cullen, tezgâhtarlık yaparken kariyerinde bir yükseliş yaşayarak çalıştığı şirkette genel satış yöneticiliğine getirilmiş bir kişiydi. Yeni bir market modeline dair kafasında bir düşünce vardı, bu yüzden de genel müdürüne bir mektup yazarak sektörü dönüştürecek bu fikrini detaylıca anlatmıştı. 1930 yılında mektubunun yanıtsız kalması üzerine işi bıraktı, Long Island’a taşındı, boş bir garaj kiraladı ve Amerika’nın ilk süpermarketi olan King Kullen’i Queens’te açtı. Şunu düşünüyordu: Tezgâhtarlardan kurtul ve tüketicilerin istedikleri ürünleri raflardan kendilerinin alacağı bir ortam yarat.
Erkek ayakkabıları yüzyıllar boyunca bağcıklı idi. Ancak 1930’larda, Norveç’in Aurland bölgesinden Nils Tveranger isimli bir ayakkabı üreticisi “Aurland mokaseni” adını verdiği bağcıksız yeni bir tasarımın lansmanını yaptı. Norveçliler de Avrupa’nın geri kalanına bunları ihraç etmeye başladılar. Birkaç yıl sonra New Hampshire’dan Spoulding ailesi tamamen bu tasarıma dayanan ayakkabılar üretmeye başladı ve ürüne, bugün de kolaylıkla giyilebilen tüm ayakkabılara verilen jenerik isim haline gelmiş “loafer” demeyi uygun gördü. 1957 yılında, British Motor Corporation Başkanı Leonard Lord, tüketiciler için güvenilir ve fonksiyonel olacak küçük arabalar geliştirmeye karar verdi. Lord, tasarımcı Alec Issigonis’e 3 metre uzunluğunda, 1,5 metre genişliğinde ve 1,5 metre yüksekliğinde bir kutuya sığabilecek bir araba yaratma görevi verdi. Mini’nin süregelen başarısının ardında tek bir basit öngörü var. Bagajın kaldırılması. Bu sade fikir sayesinde, çok daha geniş araçların sahip olduğu iç hacim küçük bir arabada mümkün olabildi.