Ütopya’da yönetim felsefesi (II)
Hiçbir şeye sahip olmadıkları için her şeyleri olan insanların yaşadığı Ütopya adası, hastalıkların ve din savaşlarının bunalttığı “16. yüzyılın kapitalistleşme yolundaki feodal Avrupa’sında” insanlara Göklerin Krallığını yahut bir Asr-ı Saadeti vaat ediyordu.
Sonra Avrupa bilimden sanayiye kadar bir dizi dönüşümden geçti ve kapitalizm hızlandı. Bu süreç beraberinde sömürgeciliği ve din savaşları yerine Avrupa ulusları arasındaki “paylaşım savaşlarını” getirdi. Bunalan Avrupa, yeniden Ütopyacı fikirlere sarıldı. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından yazılan bilgince bir etüt, İbranî peygamberleri “Ütopyacıların öncüleri” sayıyordu.1 Anlaşılan, sömürgeci ve maddeci Avrupa, sıkıştığı durumlarda yeniden Kutsal kitaba sarılıyor, onun ilham veren soluğundan medet umuyordu. Bundan yüz yıl kadar sonra yazılan bir başka eser ise Kitab-ı Mukaddes’i (Bible) ütopya ve bilim-kurgu bağlamında “mevcut kültürü büyüleyen bir kaynak” sayıyordu.2 Ütopyacılar için diğer bir önemli kaynak, Eflatun’un bütün eserlerine sinen ütopik fikirlerdi. Orta çağda olduğu kadar modern zamanlarda
da Batı siyaset felsefelerine yön veren Devlet’te, kurguladığı ideal şehrin (devletin) var olmayacak kadar güzel olduğunu düşünenlere şöyle cevap veriyordu:
Tasvir ettiğiniz hipotetik şehrin, dünyanın herhangi bir yerinde mevcut olduğunu sanmıyorum. Hayır, göklerde bir yerlerde, onu görmek isteyenler için bir model olmalı. Görmeyi seçen, sonra o şehri kendi içinde kurar. Şehrin herhangi bir yerde mevcut olup olmadığı veya ileride mevcut olup olmayacağı hiçbir şeyi değiştirmez. Yönetimine kafa yoracağımız tek şehir budur, başkası değil.3
Modern bir Eflatun olan Oscar Wilde 1891 yılında “Ütopya içermeyen bir dünya haritasına bakmaya değmez,” diyordu. Çünkü böyle bir yer, (ayakları yerden kesilmiş) İnsanlığın mütemadiyen iniş yaptığı biricik ülkedir. İnsanlık bir kere o yere indi mi, etrafına bakınır ve daha iyi bir yer gördü mü, oraya doğru yelken açar. İlerleme, Ütopyaların gerçekleşmesidir.4
Mannheim’dan Paul Ricoeur’a kadar filozof toplumbilimciler de Ütopyanın insan toplumlarında değişim süreçlerinin motor kuvveti olduğunu vurguladılar. Ricoeur, “Ütopyanın temelde gerçekleşebilir olduğuna” inanıyordu.5
Thomas More'un ütopyası
Ütopya adı, eski adı Abraxa olan adayı fetheden Kral Utopus’tan geliyor. “Bu akıllı kral, ele geçirdiği ülkenin kaba ve vahşi halkını uslu, uygar, kibar insanlar haline getirdi.” Ütopya adası günümüzün ulus devletlerine epey benziyor: 54 şehrinin hepsinde aynı dil konuşuluyor. “Aynı töreler, aynı kurumlar, aynı yasalar yürürlüktedir; 54 şehrin hepsi aynı plan gereğince kurulmuştur ve hepsinde bölge özelliklerine göre biçimlenen aynı devlet yapısı vardır. Amaurote, adanın başkentidir.”6
Şehirlerin ana nitelikleri, Ütopya yönetim felsefesini yansıtıyor:
1. Her şehre ait, tarım yapılacak en az 20 millik toprağı vardır. Hiçbir şehir yasanın çizdiği sınırları artırma hevesine düşmez.
2. Halk kendini toprağın sahibi değil, çiftçisi, işçisi olarak görür.
3. Her 30 çiftçi ya da aile birliği bir şef (philarch) tarafından yönetilir. İki yıl “çiftçilik nöbetini” tamamlayan 20 aile şehre döner. Bunların yerine yenileri gönderilir.
4. Böyle bir düzenlemeyi “uzmanlığı önleyici” sayıp eleştirecekler olabilir. Nöbet değişimi şeklindeki düzenlemenin gayesi, “yurttaşların hayatını çetin kol işlerinde uzun süre yıpratmamaktır.” Modern çağın işkolik insanları bu düzenlemenin hikmetine akıl erdirmede zorlansalar da, ekolojik bir yeni medeniyet alternatifine kafa yoranlar gayet makul bulacaklardır. Modern iş hayatının ilk filozofları arasında sayılan ve çalışmanın ibadet olduğuna inanıp “vakit, nakittir!” diyen Benjamin Franklin’in günlük hayat programı bile günümüzün insanlarını şaşırtacak biçimdeydi: “Günün altı saatini işe, yedi saatini uyumaya, geriye kalan zamanıysa dua etme, okuma ve diğer dünyevi işlere ayırmıştı.”7 Ütopya evlerinde kilitler, anahtarlar yoktur. “Özel mülk düşüncesini kökünden yok etmek için her on yılda bir ev değiştirirler ve herkesin oturacağı ev kura ile belli olur.”
Yönetim mekanizması şöyle işliyor:
1. Otuz aile her yıl bir şef (philarch) seçerler; böyle on şef (300 aile) bir baş philarch seçer; 200 şef ise “en dürüst, en uygun kişiyi seçeceklerine ant içtikten sonra” halkın gösterdiği dört adaydan birini başkan seçerler. “Başkan zorbalığa kaçmadığı sürece, ömrü boyunca yerinde kalır.” Bütün diğer görevler bir yıllıktır.
2. Kamuyu ilgilendiren kritik sorunlar, kurultayda üç gün tartışıldıktan sonra karara bağlanır.
3. Kurultaya bir öneri geldiği zaman hemen tartışılmaz, gelecek toplantıya bırakılır. “Böylelikle kimse ilk aklına gelen şeyleri gelişigüzel ortaya atmaz ve halkın yararını unutarak kendi düşüncesini savunmaya kalkışmaz. İnsan çok kez öne sürdüğü bir düşünceden vazgeçmeyi kendine yediremez. Kendi ününü kurtarmak için halkın yararını feda eder.”
Planlı çalış, işkolik olma!
Şeflerin başlıca görevi, aylaklığa yol vermeden herkesin zanaatını layıkıyla yapmasını sağlamaktır. Ütopyalılar öyle sabah akşam koşu hayvanları gibi iş yapmazlar. “Böyle yorucu bir hayat, ruh için de, beden için de işkenceden ve kölelikten beterdir.” Yirmi dört saatin yalnız altı saati işe ayrılmıştır. Altı saat çalışmayla nasıl geçinirler mi? Başka memleketlerde görülen sayısız aylak (rahipler, soylular, derebeyleri…) orada olmadığı için. “Alın terleriyle insanlığı besleyenlerin sayısı sanıldığından çok daha azdır. Paranın her şey olduğu çağımızda yalnız lüksün ve ahlâksızlığın buyruğunda çalışan bir sürü boş ve yararsız zanaatlar görülüyor.” Giyimleri sadedir, çalışırken giydikleri post yedi yıl dayanır. “Ütopya’da bir giysi iki yıl gider, oysa başka yerlerde herkesin yünlü ipekli, renk renk dört beş kat giysisi vardır, hatta süsüne düşkünler on giysiyi bile azımsarlar.”
Ütopya’da toplum kurumları öncelikle halkın temel ihtiyaçlarını gidermeyi, sonra herkese “bedenin köleliğinden kurtulmak, düşüncesini özgürce işletmek, kafa yetilerini bilimler ve sanatlarla geliştirmek” için mümkün olduğu kadar çok vakit bırakmayı hedefler.
Ada’nın diğer nitelikleri şöyle sıralanabilir:
1. Ütopyalılar, kokusuyla havayı bozup salgın hastalıklara yol açmasın diye kirli, pis ya da tiksindirici herhangi bir şeyin şehre girmesine izin vermezler.
2. Bütün Ütopya bir tek aile, bir tek ev gibidir. Her şehir, ihtiyacından fazla ürünleri dışarıya yollar. Bu malların yedide biri, gönderildikleri memleketlerin yoksullarına bedava dağıtılır. Üst yanı “insaflı fiyatlarla” satılır.
3. Altına değer vermezler. Aklı başında insanların, güneş ve yıldızlar dururken, insanların bir inci ya da elmasın cılız pırıltısına düşkünlüklerine şaşarlar. Bir nesnenin nasıl olur da insandan daha üstün sayılabileceğini anlamazlar.
4. Zar, iskambil gibi budalaca oyunları ve zararlı kumar oyunlarının hiçbirini bilmezler. Başlıca iki oyunlarından biri, sayılarla yarıştıkları bir hesap oyunudur; diğeri ise “iyilik ve kötülük savaşı.” Marifet, Az Yasayla Yönetilmektir! Ütopyalılar için ahlâk, hukuktan önce gelir. İyi niyet yoksa, sayısız yasayla bile insan haklarını teminat altına alamazsınız.
Ütopya’daki hukuk, savaş ve iktisat arasındaki ilişkileri şöyle özetleyebiliriz:
1. Eğitilmiş insanlara birkaç yasa yettiği için, pek az sayıda yasa vardır Ütopya’da. Başka uluslarda en çok ayıpladıkları şey, sayısız hukuk kitabının ve yorumların bile yetmeyişidir. Bir insanın ya okumayacağı kadar çok ya da anlayamayacağı kadar şaşırtıcı ve karanlık yasalarla bağlanmasını hak ve adalete aykırı bulurlar. Hukuk işlerini kurnazca ele alan, hilelere başvurarak tartışan avukatların, noterlerin, dava vekillerinin yeri yoktur Ütopya’da. Halkın büyük çoğunluğu, ödevlerinin ne olduğunu bilmek isteyen basit insanlardır. Büyük zeka oyunları ile uzun tartışmalardan sonra yorumu insanı şaşkına çeviren yasalar yapılacağına, hiçbir yasa yapılmaması daha hayırlı değil midir onlar için? Bir devletin gelişmesi de, yıkılması da o devleti yönetenlerin ve yargıçların elindedir.
2. Ütopyalılar, savaşmaktan tiksinirler. Savaşta kazanılan şerefi, şerefsizlik sayarlar. Ama her gün savaş talimi yaparlar, kadınlar bile talime katılır, gerektiğinde elleri silah tutabilsin diye. Kanlı bir zaferin kazançları Ütopyalıları üzer, hatta utandırır; insan kanı pahasına parlak kazançlar elde etmeyi çılgınlık sayarlar. Onlar için yiğitlik, düşmanı akıl yoluyla yenmektir. Savaşta atılgandırlar ama bütün güçlerini ilk çatışmada harcamazlar. Hem pusu kurmakta, hem de pusudan korunmakta ustadırlar. Savaş araçları geliştirmede de ustadırlar. İcatlarını, kullanacakları zamana kadar gizli tutarlar.
3. Paranın insana işletmeyeceği suç yoktur. Ütopyalılar bu gerçekten savaşta yararlanır, düşmanlarından bazılarını parayla satın alırlar. İyi insanları iyi işlerde kullanan Ütopyalılar, kötü işleri de para karşılığında aşağılık kişilere yaptırırlar. Ütopya dışındaki ülkelerde zenginler “cumhuriyet, halk egemenliği” gibi parlak sözler altında yoksulların kuyusunu kazıyorlar. Haksızlıkla elde ettikleri serveti dünya durdukça dokunulmaz bir mülk haline getiriyor, onların açlığından yararlanarak yok pahasına çalıştırıyorlar. Güya devlet adına başvurdukları bütün dolaplar birer yasa haline geliyor.
4. Ütopyalılar ölümden sonraki hayata inandıklarından, hastalara ağlar ama ölenlere ağlamazlar. Hayattan kaygıyla, istemeye istemeye ayrılanlara acırlar. Ölüm korkusunu kötüye yorarlar. Derler ki, yalnız umutsuz ve suçlu ruhlar öbür dünyanın kapısında titremeye başlar. Sevinç içinde ölenlerinse ardından ağlayıp sızlamaz, cenazelerini şarkı ve türkülerle kaldırırlar.
5. Ütopya’da din adamları çok seçkindir; din bilimleri kadar tabiat ve toplum bilimlerinde de bilgi sahibidirler. Ütopya’da rahiplikten daha şerefli bir görev yoktur. Diğer görevliler gibi, rahipleri de halk seçer; hem de entrikaları önlemek için, gizli oyla! Çocukların ve gençlerin eğitimiyle de rahipler uğraşır. Okul gençlere bilimden çok erdem ve ahlâk aşılamaya çalışır. Devletleri dağıtan kötü ahlâktır.
1. Joyce Oramel Hertzler: The History of Utopian Thought, London: George Allen & Unwin, 1923.
2. Frauke Uhlenbruch: The Bible Nowhere: Utopia, Dystopia, Science Fiction, Berlin: De Gruyter, 2015, s. 2.
3. M. R. Monterio, M. S. Ming Kong, M. J. P. Neto: Utopia(s): Worlds and Frontiers of the Imaginary, London: CRC Press, 2017, s. 1.
4. Aynı yer .
5. Ove Jacobsen: Transformative Ecological Economics: Process Philosophy, Ideology and Utopia, London: Routledge, 2017, s.
6. 6. Thomas More: Utopia, İstanbul: Türkiye İş Bankası KY, 2020, s. 40.
7. Werner Sombart: Burjuva, Ankara, Doğu-Batı, 2008, s. 159.