Türkiye’nin sanayileşme ve kalkınma gündemi
Makroekonomik istikrar, ekonomik kalkınmanın olmazsa olmaz şartıdır. Ancak yeterli şart değil, gerekli şarttır. Sanayileşmeye dayalı kalkınmanın diğer gerekli (ancak yeterli değil) şartı ise gerekli yapısal politikaların tasarımı ve başarıyla uygulanmasıdır. Burada bahsedilen yapısal politikalara sanayi politikaları adı verilir.
How Nations Succeed: Manufacturing, How Nations Succeed: Manufacturing, Trade, Industrial Policy, and Economic Development adlı kitabımda ayrıntısıyla anlatıldığı üzere, ilk sanayi devrimini yaşayan Büyük Britanya da dahil olmak üzere sanayileşen ülkelerin hiç birisi tesadüfen sanayileşmemiştir. Sonradan sanayileşen Fransa, ABD, Almanya, Rusya, Japonya gibi az sayıdaki ülke de sanayileşmelerini tesadüflere değil uyguladıkları sanayi politikalarına borçludur. Yine kitapta betimlendiği üzere, Amerika Birleşik Devletleri halkının, sömürgeci İngiltere’ye karşı verdiği destansı özgürlük savaşı da sanayileşme isteğinden kaynaklanmıştır.
Esasında Türkiye de dahil birçok ülke adına kalkınma ya da sanayi politikası adını verdiği (ya da ad koymadığı halde bu şekilde sınıflanan) politikaları uygulamaktadır. Ancak bu ülkelerin içinde gerçekten sanayileşen ve bu yolla kalkınan ülkelerin sayısı oldukça azdır. Neden? Bu sorunun cevabı devlet yetenekleri (“state capacity”) kavramında yatar. Politika tasarlama ve uygulama kabiliyetleri yüksek devlet daha gerçekçi politikaları tasarlayabilmekte ve bunları daha etkin uygulayabilmektedir.
Sanayileşmenin tesadüfi olmayışı gerçeği günümüzde de geçerlidir. Türkiye de bu gerçekle karşı karşıyadır. Bu yüzden, kalkınma için makroekonomik istikrar gerekli ancak yeterli değildir.
Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden beri (19. yüzyılın ikinci yarısı) sanayi politikalarını deneyimlemiştir. Osmanlı dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kurulum dönemlerinde devlet eliyle ve dışarıya kapalı sanayileşme modeli temel alınmıştır. 1950’li yıllarda, serbest piyasa ekonomisi ve özel sektör bazlı kalkınmaya dönülmüşken 1960’larda planlı ekonomiye geçilmiştir. Bu dönemde ithal ikameci (yani dışa kapalı) yaklaşım hüküm sürmüştür. Sonrasında, yaşanan cari açık krizleriyle birlikte (“70 cent’e muhtacız) 1980 yılı başında 24 Ocak kararlarıyla dışa açık ve serbest piyasacı döneme geçilmiş ve ihracat hızla artmıştır.
Bu şekilde, geçen yıl 250 milyar doları geçen ihracatın büyük kısmı sanayi ürünlerinden oluşmaktadır. Bununla birlikte ihracatın kilogram fiyatları ve ihracatın içindeki yüksek teknolojili ürünlerin oranı çok düşüktür.
Yazının devamı Z Raporu 50. sayısında